Körfez'de ihanet sarmalı: BAE-İsrail hattında normalleşme

BAE ile İsrail arasındaki normalleşme anlaşması dünya gündemine bomba gibi düşerken, İslam coğrafyasında da halk bazında tepkiyle karşılandı. Yönetim kademesi henüz bu anlaşmaya ses çıkarmazken Filistin davasına ihaneti resmiyete döken normalleşme safsatasını, ABD'nin emellerini ve ihanet anlaşmasının arkasındaki detayları uzmanlar Haber7.com'a değerlendirdi.

ABONE OL
GİRİŞ 17.08.2020 15:45 GÜNCELLEME 17.08.2020 16:35 DÜNYA
Körfez'de ihanet sarmalı: BAE-İsrail hattında normalleşme
Körfez'de ihanet sarmalı: BAE-İsrail hattında normalleşme

Haber7 - Enes Taha Ersen

 

Birleşik Arap Emirlikleri İslam coğrafyasının en yakınında bulunan ülkelerden olsa bile, Müslümanca çizgiden oldukça uzak bir pozisyon sergiliyor. Gerek İslam aleminin içinde bulunduğu zulüme sessiz kalmasıyla, gerek duyarsızlıklarıyla yönünü yalnızca Batı'ya çeviren BAE, bugün yine bir ihanet ile gündemde.

Çoğumuzu pek de şaşırtmayan İsrail ile normalleşme anlaşmasına imza atan BAE, bugün Filistin davası ve Arap coğrafyasını parçalayacak adımlar atıyor. Sözde Batı Şeria'nın ilhakını iptal eden fakat büyük bir yalanın parçası olan bu anlaşma zaten, bölünmüş vaziyette bulunan bu coğrafyayı tamamıyla ortadan kaldırmanın ilk adımı.

 

BAE'nin imza attığı bu ihanet anlaşması pek çok açıdan bölgenin gördüğü en büyük ihanet olma yolunda ilerlerken, bu anlaşmanın detaylarını, ABD'nin buradaki çıkarlarını ve Türkiye'ye yansımalarını uzmanlar Haber7.com'a değerlendirdi. Haber7.com yazarı 

TAHA DAĞLI: HİÇ DE SÜRPRİZ OLMADI

Haber7.com yazarı Taha Dağlı BAE-İsrail anlaşmasının aslında hiç de sürpriz olmadığını, 2010'lu yıllarda İsrail ile yakınlaşmaların gizliden, el altından başladığını ifade etti. İsrail ile pek çok kez gizli görüşmeler yapan BAE'nin daha önce de Filistin davasına ihanet ettiği, Hamas komutanlarından birinin suikast ile öldürülmesine ön ayak olduğunu ifade etti: 

"2010 yılına kadar bugün Katar nasılsa BAE'de gerek Filistin davası gerek Türkiye ilişkilerinde aynı pozisyonda olan bir ülkeydi. Ama ilginçtir 2010'un Şubat ayında BAE, bugün Katar nasıl Hamas'ın yöneticilerine ev sahipliği yapıyorsa o şekilde bir pozisyondaydı. Mesela Hamas'ın en önemli yöneticilerinden bir tanesi Mahmud el Mabhuh. 2010 yılına kadar BAE'de kalıyordu. Karargahı oradaydı. Güvenliydi Hamas için. Fakat otelinde bir suikaste uğradı Mabhuh. Turist görünümlü, üzerlerinde spor kıyafetler bulunan bir grup, otel müşterisi olarak; İngiltere, Avustralya ve Yeni Zelanda pasaportlarıyla Dubai'ye giriş yapıp turist kılığında, otele girip Hamas yöneticisini suikastle öldürdüler. Sonrasında anlaşıldı ki bu ekip Mossad ekibiydi. Mossad'ın bu suikasti BAE'den yardım almadan gerçekleştirebilmesi o dönem içinde iddia edilmişti.. New York'ta 2012 yılında bir otelde gizli görüşme gerçekleştirdi BAE Dışişleri Bakanı ve İsrail Başbakanı Netanyahu arasında gerçekleşti. Yıllar sonra 2017, 2018 yıllarında bu görüşmenin detayları ortaya çıktı, İsrail gazetelerinde yayınlandı. Bu görüşmede İsrail ile BAE arasındaki normalleşme sürecinin ilk temelleri atıldı. 2010 yılında BAE'de Mossas suikati ile öldürülen Hamas komutanı Muhammad al MabhouhO otel ziyaretinde 2012 yılındaki suikast için Netanyahu, BAE Dışişleri Bakanı'na teşekkürlerini iletti. 2013 yılında Arap baharında BAE'ye korku pompalandı. "Müslüman kardeşler her yerde iktidara geliyor bu sizin için tehlikeli bir durum. Tahtınız sarsılır krallıklarınız kaybedebilirsiniz." denildi. Bahreyn mesela Arap Baharı'nda etkilenen ve örnek gösterilen bir ülkeydi. Bahreyn'i de kullanarak BAE ve Suudi Arabistan'ı  kullanmaya başladılar. 2010'a kadar Hamas ve Türkiye için Filistin için güvenli bir liman olan BAE raydan çıkmış, tamamen İsrail kontrolüne girmiş, İslam coğrafyasıyla Türkiye'ye düşmanlıkta sınır tanımayan bir ülke haline gelmiş. Finansal güçlerini de bugün bu coğrafyada tamamıyla kullanmak için çabalıyorlar. Yaptıkları bütün işler başta Türkiye olmak üzere tüm İslam coğrafyasında ABD'nin İsrail'İn istediklerini uygulamak gibi bir misyonu var BAE'nin. Bu bağlamda normalleşme süreci hiç de sürpriz olmadı."

"BAE KUCAĞA OTURDU"

Birleşik Arap Emirlikleri'nin yaptığı anlaşmada, kendi ve bölge adına hiç bir kazancı olmadığına işaret eden Taha Dağlı, bu anlaşmayla yalnızca İsrail için para harcanacağını ifade etti. Bunun bir anlaşmadan çok kucağa oturma olduğunu ifade eden Dağlı, "İslam değerlerinin satıldığı bir durum söz konusu" dedi:

"BAE'nin yaptığı çok da anormal bir durum değil. Fakat buradaki nokta BAE için İsrail'in kucağına oturmak. Bunun adını koyalım. Normalleşmede bir verip bir alırsın, iki verip iki alırsın. Bu anlaşmaya baktığımızdaysa tamamıyla İsrail'in kazandığı, İsrail için tüm parasını harcayacağı bir ilişki ve İslam değerlerinin satıldığı bir durum söz konusu. Anormal bir ilişkiydi bu. Son yıllarda Kudüs'ün başkent ilan edilmesi, yüz yılın anlaşması safsatalarıyla bir bunu zaten görüyorduk. Artık daha ağır faturalarını göreceğiz. BAE ya Tel Aviv'e ya da Kudüs'e büyükelçiliklerini taşıyacaklar. Burada açılmasa dahi BAE'nin masum gösterilebileceği hiç bir durum söz konusu değil."

BÖLGEDEKİ ABD ETKİSİ VE AMACI

Trump'ın Yüz Yılın Anlaşması diye duyurduğu plan üzerinden de ABD'nin bölgedeki emellerini değerlendiren Dağlı şu ifadeleri kullandı:

"ABD'nin amacına gelecek olursak Trump seçim öncesinde muradına erdi. Israrla istiyordu bunu. Trump burada muradına erdi ve iki tarafı da barıştırdı. İlhak'ın iptali, rafa kaldırılması denilse de bu bir hikaye. Buna Araplar dahi inanmıyor. Yüzyılın anlaşması olsun denildiğinde yeniden gündeme gelecektir. Rafa kaldırılacağı yok. Zaten BAE'nin bunu yaptıracak gücü de yok. Trump'ın burada seçim öncesinde birlik oluşturmaya çalışıyor. BAE'ye gelince zaten Türkiye'nin her yerde karşısında, adeta düşmanı. Libya'da, Suriye'de, Mısır'da her yerde bize düşmanlık yapıyorlar . Ankara birkaç hafta önce tepki göstermişti "hesabı sorulacak" denilerek. O hesap sorulacak, yakındır. Türkiye BAE'nin bu kadar haydutça hareketlerine daha fazla sessiz kalmaz. BAE'nin normalleşme ilişkileri Türkiye'nin tutumunu etkilemez, zaten kötü ilişkiler vardı, her yerde karşımıza çıkıyorlardı. Nerede İsrail'in ABD'nin çıkarı varsa BAE oradaydı. Libya keza. Libya'da yaşananların sorumlusu olan BAE'ye sert bir karşılık verileceğini ben yakın zamanda bekliyorum."

BAE'DEN SONRA NORMALLEŞECEK ÜLKELER

Dağlı, BAE'nin ardından bir grup ülkenin daha körfez çevresinde bir İsrail lobisi oluşturacağını ifade ederken, Suudi Arabistan'ın dahi bu grupta görülmesinin şaşırtıcı olmadığını söyledi:

"Suudi Arabistan belki sürece en son dahil olur ancak Umman en yakında. Makul bir ülke Umman bu açıdan çünkü daha önceden görüşmeleri de yapmışlardı. Bahreyn olacaktır mutlaka ve Suudi Arabistan'ı da burada görürsek şaşırtıcı olmayacak. Son dönemde yaptıkları PR çalışmalarıyla bunu alıştırmaya çalışıyorlar. Haremüşşerif'e siyonist Yahudileri soktular. Fotoğraflar paylaştılar. Gazeteci kılığında siyonist ajanlar Mekke'ye Medine'ye girerek buralarda pozlar verdiler, sosyal medyadan yaydılar. İsrail Suudi Arabistan ülkelerinin bayraklarını salladılar. Kudüs kararının çok yerinde olduğunu savundular gazeteciler, akademisyenler. Bu ülkeler BAE'nin peşinden gideceklerdir. Mısır da İsraille ilişkileri normal olan ülkelerden biriydi Hüsnü Mübarek döneminde. Fakat şuan gelinen noktada Sisi, Mübarek'in bazı tabuları vardı onları dahi yıktı. Mısır'ı aldı İsrail'in kucağına verdi. Normalleşme değil bu. İsrail'in kucağına oturmak bu. Özetlemek gerekirse biz İran'ın beş tane baş kenti olan bir ülke olduğunu söylüyoruz. Tahran, Beyrut, Şam, San'a ve Bağdat. Bugün bakıldığında İsrail'e bakıldığında Kudüs peşkeş çekildi, Riyad peşkeş çekildi, Dubai de. İsrail'in de İran'dan fazla bir farkı kalmadı görünürde. Belki daha fazla başkenti olan bir ülke haline getirildi. Bu durumdan BAE, Muhammed bin Selman ve avaneleri sorumludur. BAE burada Suudi Arabistan'ı kuyruğuna taktı."

İSMAİL YAŞA: KÖRFEZ ÜLKELERİ ÇOK İSTEKLİ

Diriliş Postası Yazarı İsmail Yaşa da bölgede yaşanan bu durumun çok da şaşırtıcı olmadığını, zira Körfez devletlerinin bu konuda çok istekli olduklarını ifade etti:

"Bu beklenen bir adımdı. Çünkü Filistin davasını tasfiye etmeyi amaçlayan Yüz Yılın Anlaşması diye adlandırılan ve İsrail ile diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesini hedefleyen bir proje vardı. Bu proje kapsamında bir takım adımlar atılmıştı. Nihai aşaması da; Bahreyn, Suudi Arabistan, BAE ve diğerleri de katılabilir bu sürece, ilişkilerin normalleştirilmesiydi. Beklenen bir adımdı. Bu konuda BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn gibi ülkeler bu plana çok istekli, destek sağlayan ülkelerdi."

ANLAŞMANIN ARAP DÜNYASINA YANSIMALARI

Anlaşmanın bölgedeki dinamiklere etkilerine de değinen Yaşa şunları söyledi:

"Arap sokağında bu işin ilk kimin tarafından yapılacağı üzerine çeşitli tahminler yapılıyordu. Bahreyn  daha çok öne çıkıyordu ama BAE ihanette bayrağı Bahreyn'e bırakmadı. İlişkileri normalleştiren, anlaşmaya imzayı atan ilk ülke oldu. Daha önce BAE ile İsrail ve BAE'nin yolunu takip edecek ülkeler arasında görüşmeler, ilişkiler vardı ancak bunlar gayri resmiydi. Benzetme yapmak gerekirse flört döneminin ardından nikah kıyıp evlenmeye karar verdiler. Şuan yaşanan olay bu şekilde."

TRUMP'IN EMELİ TARİHE GEÇMEK

ABD Başkanlarının tamamında, görevinin son dönemi içerisinde tarihe geçme hamlelerinin bulunduğuna dikkat çeken Yaşa, Trump'ın da tıpkı selefleri gibi akılda kalıcı, tarihte iz bırakan hamleler yapmak amacıyla Yüz Yılın Anlaşması planının peşinde olduğunu belirtti.

Yaşa şunları söyledi:

"ABD'nin seçimleriyle ilgili bir kısmı da var bu anlaşmanın. Trump'ın daması Kushner vasıtasıyla yürütülüyor bu süreç. Başkanlık dönemi sona ermeden Trump böyle tarihe geçmek istiyor. Amerikan başkanlarının her birinin, görev sürelerinin sonlarına doğru yaptığı "başardığı" şeyler var. Irak'ın işgali, Afganistan'ın işgali gibi. Trump'ın ki de bu Yüz Yılın Anlaşması projesi. Bunu başarmak istiyor. Bunun yanı sıra seçimlere yönelik bir yatırım olarak da değerlendirilebilir. Trump seçimlere girerken Yahudi lobisinin desteğini istiyor. Bu bağlamda Orta Doğu'da barışı sağladığı, Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleştirildiği argümanlarını kullanmak isteyecek."

SUUDİ ARABİSTAN BEKLENTİSİ

Trump'ın seçim dönemine yakın bir zaman diliminde harekete geçerek Suudi Arabistan'ı da bu sürpriz bir şekilde bu gruba dahil edebileceğini söyleyen Yaşa "BAE bu programın ilk aşamasıydı. Asıl vurucu son adım belki seçimlerden hemen öncesi olabilir, ben Suudi Arabistan'ın da sürece dahil olacağını düşünüyorum. Netanyahu ile Muhammed bin Selman'ı ABD'de bir yerde bir araya getirip şov yapabilir. BAE anlaşması gibi değil, daha sahneye yönelik bir şov ilan edebilir. Benim beklentim bu yönde. BAE'nin hemen ardından Bahreyn gelebilir." dedi.

NETANYAHU'YA YANSIMALARI

İsmail Yaşa'nın açıklamaları şu şekilde: 

Netanyahu'nun muhalifleri ile başı dertte. Hem yolsuzluk hem de pandemiyle mücadelede sınıfta kaldı. Bu noktada başarısız olduğu yönünde suçlamalarla karşı karşıya. Dolayısıyla bu hamle Netanyahu'yu da rahatlatacak.  BAE bu anlaşmanın ardından İsrail ve ABD himayesini daha net olarak hissedecek. BAE Libya, Somali, Irak, Suriye'de hep Türkiye'nin karşısına çıkıyor. Yemen'de keza kazanımlarını korumak için Yahudi lobisi ve ABD'nin desteğini sağlamaya, garanti altına almaya çalışıyor. BAE'ye halk bazında coğrafyada büyük tepki var. Fakat BAE halkları önemseyen bir konumda değil. Muhammed bin Zayed'in ülkesinde bile kendi tebası halkın yüzde onunu oluşturuyor. Dolayısıyla halkın tepkisini, iradesini burada söz edemeyiz. 

TÜRKİYE VE ARAP COĞRAFYASI'NIN TEPKİSİ

Arap halkları açısından "İsraille normalleşmeyi istiyorlar" ifadesi yanlış. Bunu Türkiye düşmanları söylüyor. Sadece rejimler, halk desteğinden uzak yapılar kendilerini korumaya alabilmek adına İsrail himayesine girmeye çalışıyorlar. Bu şekilde ABD'nin ve Batı'nın desteğini alacaklarını düşünüyorlar. Halklarına karşı ne kadar zulüm ve baskı uygularlarsa İsrail'İn sağladığı destek ile bu tepkilerden kurtulacaklarını düşünüyorlar. dolayısıyla halklar ve rejileri birbirinden ayırmak gerek. Şunu bu süreçte tartışmalıyız: Arap Birliği Türkiye'nin en ufak bir hamlesinde hemen Ankara'ya kınama yayınlıyorlar. Ama o günden bu yana BAE adına en ufak bir tepki dahi bulunmuyor. Arap Birliği Mısır Dışişleri Bakanlığı'nın şubesi gibi çalışıyor. İslam İş birliği Teşkilatı Türkiye'yi ve diğer Müslümanları daha çok ilgilendiriyor. İİT Suudi Arabistan güdümünde. Genel Sekreteri Suud vatandaşı. İİT'den kınama beklemiyorum. Bu noktada alternatif örgütlerin gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyorum. 

ANKARA'NIN BAE'YE KARŞILIĞI

Türkiye'ye karşı BAE düşmanca bir politika uyguluyordu. Türkiye uzunca bir süre sabretti bu duruma. Hatta Arap sokağında bile Türkiye'nin sabrı sorgulanıyordu. Neden Türkiye cevap vermiyor, BAE'nin hakettiği misillemeyi neden vermiyorlar deniliyordu. BAE çoktan haddini aştı. Verilecek cevabı muhakkak Türkiye düşünüyordur. Yeri ve zamanını mutlaka bekliyorlardır. Bunun kararı verilecektir. Türkiye'nin problem yaşadığı her nere olursa olsun anında BAE burada ortaya çıkıyordu. Düşmanlıkta açıkça kendini ortaya çıkartıyordu. BAE'ye bir tepki gösterilmeli. BAE Irak'ta Suriye'de askerlerimizin dökülen kanlarının sorumlusudur. Onlar PKK'ya açıkça destek veriyorlar. Finansal destek sağlıyorlar. BAE'ye kesin olarak dizginleyecek, haddini bildirecek bir yanıt verilmesi gerekiyor. Bunun yeri ve zamanını Ankara'nın vereceğini düşünüyorum.

METE SOHTAOĞLU: ABD GÜDÜMÜNDEKİ ÜLKELER

Gazeteci Mete Sohtaoğlu da bu anlaşmanın ABD güdümündeki ülkelerle, İsrail arasında kurulacak olan dostluk bağına dikkat çekerken, bölgede İsrail dostu bir ittifak kurulmaya çalışıldığını ifade etti:

"Arap ülkeleri arasında ABD güdümünde olup sözünü dinleyen iki ülke var. Biri BAE diğeriyse Suudi Arabistan. Özellikle güvenlik noktasında ABD'ye mahkumlar. Hava savunma sistemleri ve diğer ekipmanlar açısından. Burada ABD'nin yapmak istediği şey; İsrail dostu bir ittifak yaratmak. İsrail'in etrafında onu tehdit edecek değil, ona dostluk sağlayacak ülkelerden oluşan bir bölge yaratmayı istiyor. Bahreyn, Sudan gibi bir takım ülkeler de İsrail'i Arap coğrafyasında diplomatik olarak tanınmasının yolunu açacak, Filistin meselesinden dolayı direnci kıracak bir yapının yol haritası belirlenmiş oldu."

İLHAK İPTALİ SÖZ KONUSU DEĞİL

Sohtaoğlu, özellikle Batı medyasında yansıtılmaya çalışılan İlhak planının iptali gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirtirken, bir kandırmaca ile tepkilerin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını ifade etti: 

"BAE-İsrail meselesinde doğrudan Filistin değil mesele. Burada şöyle ilginç bir durum var ABD, Suudi Arabistan, BAE bu birlikteliği İsrail'in ilhak planının iptali gibi yansıtmaya çalışsa da bu gerçek değil. İsrail tarafı Batı Şeria'nın ilhakının "yalnızca" ertelendiğini söylüyor. Nihai bir durdurma değil. Bu bir kandırmaca Arap, İslam coğrafyasına karşı. İsrail'in kesinlikle durdurulacağına dair Netanyahu da dahil bir beyanat yok. Buradaki en büyük sorunlardan biri iki devletli çözümün yok sayılması ve Filistin'e danışılmadan böyle bir karar alınması ABD'nin emrivaki yaptığını gösteriyor. Trump bunu bir seçim argümanı olarak kullanıyor. Orta Doğu'ya barışı getiren lider olmak istiyor. Sahaya baktığımızdaysa bu durum yine gerginliklere gebe. BAE'nin bütün Arap coğrafyasındaki ülkelerle diplomatik sorunlarla karşılaşacak. Büyükelçiliklerin kapatılması, geri çekilmesi gibi. BAE-Suudi Arabistan'ın planları farklı ancak neticede durum bu."

TÜRKİYE'NİN DİRENCİ KIRILMAYA ÇALIŞILIYOR

BAE-İsrail ekseninde yapılan bu anlaşmanın bir diğer önemli hedefinin de, Filistin'deki Türk direncinin kırılmaya çalışılması olduğunu söyleyen Mete Sohtaoğlu, iki devletli bir çözüm planının artık bu saatten sonra çok da mümkün görünmediğini ifade etti:

"Filistin'de Kudüs'te çeşitli vakıflar var. Bu vakıflar üzerinde Türkiye ve Ürdün'ün çok ciddi ağırlığı var. Bu vakıflar üzerinde Kudüs'e Filistin'e giren bütün yardımların dağıtımı, yeniden inşası noktasında Türkiye önemli bir yere sahip. BAE bu vakıflarda Türkiye'nin etkisini kırabilmek için bir takım girişimlerde bulunmuşlardı. Şimdi Türkiye'nin buradaki etkinliği kırılmaya, Filistin çökertilmeye çalışılıyor. İsrail kurulduğundan bu yana Arap coğrafyası hiç bir zaman tek vücut olamadı BAE ve Suudi Arabistan'ın söz konusu tutumları yüzünden. Şuan zaten paramparça olmuş durumdalar. Artık bu anlaşmaya resmi bir imza atılırsa, bir daha Arap coğrafyası kelimesini hiçbir Arap devletinin ağzına almaması gerekiyor. Çünkü Kudüs meselesi Arap coğrafyasıyla sınırlı değil, bütün ülkeleri ilgilendiren bir konudur. Arapların en çok sahip çıkması gerektiği bir konuda, buradaki ülkelerin hemen hepsi iki yüzlü davranıyor. Bu sebepten dolayı çok ağır eleştiriye maruz kalacaklar. iki devletli bir çözümün dillendirilmesi de pek kolay olmayacaktır. Bu yol haritasında Filistin diye bir devlete yer vermek pek mümkün gözükmüyor."

ÖNCEDEN DEMOKRASİ GELİYORDU, ŞİMDİ REFAH

ABD'nin Irak'ta, Afganistan'da demokrasi getirme vaadiyle gerçekleştirdiği işgallerin günümüzde "refah" vaadiyle yapıldığını belirten Sohtaoğlu, bu anlaşmanın bölgede çok ciddi krizlere sebebiyet vereceğini söyledi:

"Bölge'nin BAE tarafından parayla kandırılacağı düşünülüyor. Fakat önemli bir durum söz konusu. Tüm Müslümanlar Mescid-i Aksa'yı ziyaret edip namaz kılabilir, diğer kutsal mekanlar gibi açık kalabilir deniliyor. İsrail'e sorulduğunda şuan zaten bura halihazırda açık ancak burası fanatik yahudilerin cuma günleri, hafta sonları buralara baskınlar yaptığını görüyoruz. Neticede siyasi bir durum. Trump için seçim malzemesi, Netanyahu için de keza. İlhak kararından Netanyahu Kasım'a kadar (ABD seçimlerine kadar) vaz geçmeyecek. Bu ertelenmiş bir şey, durdurulmuş değil. BAE yüzünden Arap devletleri İsrail ile iş birliği yapılmaya zorlanıyor. Çok ciddi krizlere sebebiyet verebilecek bir imza attılar. Trump'ın Orta Doğu'nun dinamiklerine uymayan bir takım uygulamaları bunlar. Eskiden "demokrasi" getiriliyor deniliyordu, şimdiyse "refah" getirilmeye çalışılıyor. Bu durum yeni çatışmalara, savaşlara gebe. BAE, Suudi Arabistan bu duruma sebebiyet veriyor."

ARAP BİRLİĞİ'NİN TAVRI

Arap birliği ve İslam İş birliği Teşkilatı'nın bu anlaşmadan rahatsızlık duyduğunu belirten Sohtaoğlu, buna tepki göstererek tavır ortaya koymalarının gerektiğini ifade etti. Aksi taktirde bir Arap coğrafyasından bahsetmenin zor olacağını ifade eden gazeteci, kendi sorunlarını kendilerinin çözmelerinin gerekliliğine dikkat çekti.

"Ben bir diplomatla görüştüm. Arap Birliğinin görüşünü sordum. Birliğin bu konudaki kanaati karşı oldukları yönünde. İslam İş Birliği Teşkilatı da Arap Birliği gibi acil oturuma gidecek. Bu oturumlarda -son pazarlıkları bilemem ama- ben bu anlaşmanın reddedileceğini düşünmek istiyorum. Bu gibi bir sorunun tek devletli bir şekilde çözülmeye çalışılması hem Arap Birliğinin hem de İİT'nin kendini feshetmesi demektir. Aksi durumda bu noktada bir daha bölgeye ilişkin bir konu olduğunda artık kimsenin bu sorunlarla ilgilenecek hali kalmaz. Arap coğrafyasındaki sorunların çözüm adresi Tel Aviv ya da Washington değildir. Fransa hiç değildir. Neticede Araplar kendi sorununu çözemeyecek hale geldi. Açık ve net söylemek gerekirse kendi sorunlarını çözemeyecek kadar aciz duruma geldiler, acizler. Bundan bütün Arap coğrafyasındaki siyasetçiler sorumludur. Buralardaki bütün yöneticiler, Arap yöneticiler bu basiretsizliğin, çözümsüzlüğün sebebidir. Halklar bu yöneticileri değiştirmeliler. Ben çok yakın bir zamanda Arap haklarının yöneticilerine tepki göstermeye başlayacağını düşünüyorum."

TÜRKİYE'NİN TAVRI

Sohtaoğlu'nun açıklamaları şu şekilde:

"Filistin İsrail meselesinde en çok sözü geçen ülke Türkiye'dir. İlişikilerin iyi olduğu zamanlarda Ankara İsrail'i dizginleyebiliyordu. Şuan bu meselede hem Suudi Arabistan hem de BAE, ABD'nin eliyle masaya oturtuldu. Buradaki esas amaç Filistin'deki tüm grupların tasfiyesini amaçlıyor. Türkiye'nin manevi anlamdaki nüfuzunun kırılması amaçlanıyor. Filistin meselesini en çok savunan, dünyaya haykıran Türkiye, Ankara'dır. Bu anlamda Türkiye'nin sesi kısılmaya çalışılıyor bu zoraki anlaşmayla. Geçerliliğine ilişkin bir şey yok elbette bu anlaşmanın Türkiye için de yok hükmünde olacağı kesindir. Fakat Türkiye'nin gücü kırılmaya çalışılıyor. Gene bu da müttefikimiz denilen ABD eliyle yapılıyor. Neticede şunun anlaşılması gerekiyor. Kimse dost, müttefik, iyi ilişkilerde bulunduğumuz komşu ülke konumunda değil. Herkes birbirinin kuyusunu kazıp kendi ülkesinin başının çaresine bakıyor. Ankara'da bu noktada yetkin bir körfez politikasıyla sahada yerini almalı. Şunun sancılarını çok net bir şekilde yaşıyoruz: Bu bir değişim süreci. Türkiye hem kendi içerisinde hem de bölge liderliğinden küresel anlamda bir güç olma yolunda ilerliyor. Yaşadığımız dönem bunun sancıları. Bu dönemde Batı da Avrupa da Körfez ülkeleri de buna alışmak zorunda. Bu değişimi okuyamıyorlar. Türkiye'nin güçlenme dönemini okuyamıyorlar. Ve bu sadece ilk evresi. Petrol, doğalgaz, su değil. Türkiye bambaşka bir dünyanın işaretini veriyor. Hakça adil bölüşülen, insanların birbirini doğaçlamadığı bir coğrafyanın inşası için söylemlerini yükseltiyor, adımlarını atıyor. Bölgesel bir güçten ziyade küresel bir güç olma eğiliminde yol haritasını hazırlamış durumda. Bunun gereklerini yapıyor Türkiye. Türkiye'ye gelen tepkilere baktığımızda bunu anlamak mümkün. Neticede Fransa'da Almanya'da bu kadar haber olan başka bir ülke var mı?  Karşılarında küresel liderler arasına, yani süper lige çıkmak üzere olan bir ülke var. Bu onun ayak sesleridir. Doğal olarak bu durum rahatsızlık yaratıyor ama alışmak zorundalar."

MUSTAFA ÖZCAN: KALLEŞLİKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR

Gazetecim Mustafa Özcan da BAE'nin bu tavrını, kurulduğu ilk günden bu yana İngiltere'ye vermiş oldukları söze bağladı.

"Osmanlı sonrasında kurulan Arap rejimlerinin tamamı bu şekilde İngiltere'ye söz vermişlerdir. İsrail'in kurulması halinde onu destekleyeceklerine dair. Buradaki ülkelerin, yeni devletlerin tapusunda İsrail var. Bu ülkeler daha kurulmadan evvel İsrail'e köstek değil, destek olacaklarının teminatını vermiştir. Halklarıyla İngiltere arasında kaldıkları için bu ilişkiler günümüze kadar gizli gelmiştir. Günümüzde bu iş ayyuka çıktı. Gizleyecek bir şey kalmadı. Kademe kademe geldi. Başlangıçtan bu güne bir eğilim vardı, bugün son noktayı görüyoruz. Araplar ile manevi sınırlar kalmamış durumda. 90'lı yıllarda Şimon Perez "Yeni Orta Doğu" kitabında bunu yazmıştır. Bu kitapta İsrail ile Araplar arasında ortaklık ön görülüyordu. Hatta Arap Birliği'nin adı değişsin Orta Doğu Birliği olsun gibi şeyler de yer alıyordu bu kitapta. O zaman bu fikir rağbet görmedi. Arap Baharı'ndan sonra bu rejimler halklara karşı konumlandılar. Askeri darbeler ve baskınla halkı devreden çıkarınca İsrail ile ilişkiler daha da ayyuka çıktı. Bugün bu gelişmelerin sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. Artık İsrail Arap ülkelerinin kahramanı haline geldi. Artık baktığımızda olumsuz bir durumdan bahsedilirken İsrail'den değil Türkiye'den bahsediliyor. Türkiye üzerinden İsrail'i meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Geçmişte İran üzerinden yapılıyordu. Bu durum kalleşlikten başka bir şey değildir. Bunların savunulacak hiç bir yanı yoktur." 

"YALANLAR İÇ İÇE"

Mustafa Özcan'ın diğer açıklamaları şu şekilde:

"Burada yalanlar iç içe. BAE kalleşçe bir politika güdüyor. Özellikle İsrail'in ekonomisini düzlüğe çıkartmak için yatırım yapacağı söyleniyor. Kudüs'te evlerin dolaylı isimler üzerinden alınıp İsraillilerin verilmesi planları konuşuluyor. Buna israil ile normalleşme politikaları deniyor. BAE'den sonra Bahreyn var sırada. Kuveyt'in dışında bu konuda sakınca gören başka bir körfez ülkesi yok. Suudi Arabistan belki sonra -henüz nasıl tepki verecek bilmiyoruz- bu silsileye katılabilir. Fakat onlar da görüşmelerini devam ettiriyor. Mesela bazı gayrı resmi isimler, emekli generaller İsrail ile temas halindeler. Suudi Arabistan'dan buraya gelenler var. BM düzeyinde de bazen resmi görüşmeler yapılıyor. Dolayısıyla artık İsrail'in Arap dünyasında bir sakıncası kalmadı.  2 binli yıllarda bu devletlerin gizli görüşmeler yaptıkları biliniyordu. 20 yıl içinde bu ilişkiler resmiyet düzeyine geldi. 1-2 yıl içinde körfezin tamamı İsrail ile ilişkiler kurabilir. Bir yönüyle kötü fakat bir taraftan iyi bir durumu. Halkına düşman rejimlerin İsrail yanlısı olduklarını gösteren bir konuma geliyorlar. İsrail karşısında Filistinlilerin hatta Türkiye'nin düşman olduğunu görüyorlar. İsrail ile iş birliğini Türkiye karşısında kullanmak istiyorlar, Filistin karşısında kullanmak istiyorlar. Bazıları bu durumun Batı Şeria'nın ilhakının erteleneceğine, gecikeceğine zemin sağlayacağını ifade ediliyor. Hatta buradan İsrail'in vaz geçeceğini söylüyorlar. Fakat bunu Netanyahu tekzip etti, ilhakın iptaliyle ilgili bir durumun söz konusu olmadığını belirtti. Dolayısıyla BAE hiç bir şey almadan İsrail'i tanımak durumunda kalmış oldu."

TAHA KILINÇ: DÜNDEN BU GÜNE KÖRFEZ-İSRAİL İLİŞKİLERİ

Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç da İsrail-Körfez ülkeleri arasındaki ilişkileri değerlendirdi.

"İsrail’in kuruluşu sırasında, bugünkü Körfez ülkeleri İngiltere’nin kontrolü altındaydı. Körfez, henüz bugünkü müreffeh manzarasına da kavuşmamış olduğundan, Arap-İsrail Savaşları dediğimiz süreçte (1948’den 1973’e kadarki çatışmalar) bölgenin emirlikleri de sürecin dışında kalmıştı. 1961’de bağımsızlığına kavuşan Kuveyt, barındırdığı muazzam petrol rezervlerinin getirdiği refahın da etkisiyle, Filistin diasporasına kucak açan ilk Körfez ülkesi oldu. 1990’ların ikinci yarısında ise, ABD yönetimleri Katar’ı birçok konuda olduğu gibi Körfez’in İsrail’le ilişkileri konusunda da partner olarak seçti. Suudi Arabistan ve Kuveyt’in keskin “İsrail karşıtı” retoriğine rağmen, Katar Emirliği, Tel Aviv’le yakın bir ilişki içindeydi. 1996’da tesis edilen ticari münasebetleri, siyasî işbirliği takip etti. Katar, Yemenli Yahudilerin İsrail’e transferinde Tel Aviv’e yardımcı olurken, İsrail de çeşitli Arap ülkelerine ulaşma noktasında Katar’dan istifade etti. “Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülans sonucu, Hamas’ın Suriye devleti ilişkileri sarsılıp da örgüt merkezi Şam’dan Doha’ya nakledilince, İsrail’in Katar’a bakışı değişti. Mısır’daki askerî darbeye paralel olarak, Arap dünyasında Katar karşıtı bir blok oluşurken, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın İsrail’le ilişkilerinde ilerlemeye tanık olundu."

ABD ETKİSİ

Trump'ın etkisiyle ABD'nin körfezi barıştırma projesi yürüttüğünü belirten Kılınç, yakınlaşma süreciyle barışın resmiyete dökülmesine gayret edildiğini ifade etti:

"Bunu, ABD Başkanı Donald Trump açısından, bir tür seçim yatırımı olarak değerlendirebiliriz. Şimdiye kadar, “Arap ülkelerini İsrail’le barıştırma” misyonunu hep Demokrat başkanlar gerçekleştirmişti. İsrail-Mısır barışına Jimmy Carter, İsrail-Ürdün barışına da Bill Clinton ön ayak olmuştu. Şimdi de -ilk kez- Cumhuriyetçi bir başkan, BAE-İsrail barışını dünyaya sunmuş oldu. Fakat bu barışın, önceki örneklerden bir farkı var: BAE ile İsrail, uzun yıllardır zaten fiilî bir barış ve yakınlaşma içindeydi. Önümüzdeki haftalarda imzalanacak olan anlaşma, bunu resmiyete dökmekten başka bir anlama gelmiyor."

TÜRKİYE'NİN TAVRI

Taha Kılınç'ın açıklamaları şu şekilde:

"Arap dünyasında Mısır-BAE-Suudi Arabistan ve onların kuyruğuna yakılan Bahreyn dörtlüsü, Türkiye karşıtı bir cepheyi oluşturmak ve pekiştirmek için, özellikle son üç yıldır aktif bir gayret içinde. Özellikle BAE, bölgedeki bütün kritik noktalarda Türkiye’nin tam karşısında konumlanıyor: Suriye, Kıbrıs, Yunanistan, Libya, Somali… Ve daha birçok bölgede, BAE ve Türkiye üstü örtülü bir çatışmanın içinde. Biliyorsunuz, şu anda bir vatandaşımız da (Mehmet Ali Öztürk), hiçbir gerekçe gösterilmeden, BAE’de tutuklu bulunuyor. Şimdi BAE’nin İsrail’le barış anlaşması imzalaması ve ilişkilerini aleniyete dökmesi, Kudüs’te de Türkiye ile aktif mücadeleye girişecek bir Abu Dabi anlamına geliyor."

BAE'Yİ TAKİP EDECEK ÜLKELER

"Arap dünyasında Mısır-BAE-Suudi Arabistan ve onların kuyruğuna yakılan Bahreyn dörtlüsü, Türkiye karşıtı bir cepheyi oluşturmak ve pekiştirmek için, özellikle son üç yıldır aktif bir gayret içinde. Özellikle BAE, bölgedeki bütün kritik noktalarda Türkiye’nin tam karşısında konumlanıyor: Suriye, Kıbrıs, Yunanistan, Libya, Somali… Ve daha birçok bölgede, BAE ve Türkiye üstü örtülü bir çatışmanın içinde. Biliyorsunuz, şu anda bir vatandaşımız da (Mehmet Ali Öztürk), hiçbir gerekçe gösterilmeden, BAE’de tutuklu bulunuyor. Şimdi BAE’nin İsrail’le barış anlaşması imzalaması ve ilişkilerini aleniyete dökmesi, Kudüs’te de Türkiye ile aktif mücadeleye girişecek bir Abu Dabi anlamına geliyor."

ARAP BİRLİĞİ'NİN TAVRI

"Arap Birliği’nin kontrolü Mısır’da olduğundan, bu noktada çok ciddi bir reaksiyon beklememek gerekir. Arap Birliği günümüzde zaten göstermelik bir bürokratik aygıt görünümündedir; gidişata herhangi bir tesirinden söz edebilmek mümkün değildir."

KAYNAK : HABER7 | ÖZEL
YORUMLAR 32 TÜMÜ
  • Canınız Cehenneme 3 yıl önce Şikayet Et
    Türkiyenin adaleti onları şaşırttı.Boşuna heveslenmeyin sizin gücünüzü kırma zamanı gelmiştir.
    Cevapla
  • ERMAN 3 yıl önce Şikayet Et
    Sadece BAE değil ,Arap devletlerinin hemen hepsi Türkleri sevmezler ve en ufak fırsatta yabancılarla bizi bitirmek için iş çevirirler Tarihte de hep böyle olmuştur.Yeterki fırsat olsun . Türk devletleri ile 400 milyon oluruz birleşince . Müslümanlık arapların tekelinde değil ,Rus etkisinden arındırılmış TÜRK devletleri ile birleşip TÜRK BiRLiĞi KURULMALI . Ekonomik ,askeri ,teknolojik anlamda birleşmeli. O zaman kimse yan gözle bile bakamaz . REHBER KURAN ,HEDEF TURAN!!!
    Cevapla
  • Yörük oğlu 3 yıl önce Şikayet Et
    BAE Yani açılımını ben böyle okuyorum birleşik arab eseri israil
    Cevapla
  • Hakan Coşkun 3 yıl önce Şikayet Et
    Saltanat, servet ve sefahat düşkünü çadır devletlerinin ehl-i dünya idarecileri, ellerindekileri kaybetmemek için her türlü ihanete başvurur. Bir miktar dünya menfaati için yahudi ve hristiyanları dost edinir. Sonsuz ahiretlerini satarlar. Ne kötü bir ticaret.
    Cevapla
  • yolcu 3 yıl önce Şikayet Et
    arap ülkeleri israil ile birleşerek türkiyenin üzerine yürürse hiç şaşırmam
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR