'Bu toplumda Muaviyecilik'in karşılığı yok'

'Aşkın Şehidi' ve 'Aşkın Elçisi' kitaplarının yazarı Ahmet Turgut, DengeSİZ dergisine verdiği röportajda, Kerbela hadisesi üzerine açıklamalarda bulundu.

ABONE OL
GİRİŞ 08.01.2013 14:14 GÜNCELLEME 08.01.2013 14:14 Edebiyat
'Bu toplumda Muaviyecilik'in karşılığı yok'
'Bu toplumda Muaviyecilik'in karşılığı yok'

Kerbela trajedisi hakkında, yazar Ahmet Turgut'un sözlerini okumakta fayda var:

- Kerbela hadisesi neden pek fazla bilinmez, üzerine konuşulmaz ve yazılmaz?

Kerbela'ya en kaba baktığımız zamanda dahi otoritenin dayatmalarını görürüz. O gün otorite Yezid'di. Meşru olmasa da otoriteydi ve güçünü dayattı. Otorite ebter olmak istemez. Kur'anı Kerim'i hatırlayalım!... “İnna ateyne kel Kevser” ayeti var, sonunda da “inna şanieke huvel ebder” var. Otorite ya ebter olacak, ya da kevserle savaşacak. Otorite kendi devamını ister ve bu devamlılığı sağlamak için rol modelleri budar. Mesela, Nene Hatun bir rol modeldir. İşgale karşı direnen Türk kadını profilidir. Bugün bu figüre ihtiyacımız yok ama bir gün ülkede ecnebi bayraklar dalgalanırsa Nene Hatun'un rol modelliğine ihtiyaç duyarız. Ben işgal kuvvetleri komutanı olsam Nene Hatun'un N'sini yasaklar, diğer N'sini de ayıplarım. Otoritenin illa Yezid olmasına gerek yok, Hüseyin'i sevse bile diğerlerine rol model olacağı için istemez. O yüzden iktidara yürüyene kadar herkes Ehli Beyt taraftarıdır. İktidara sahip olduktan sonra onları unutturmanın yoluna bakar.  Dinamizm üzerinde yürümek isteyen Ehli Beyt'e yönelir, kurumsallaşmadan yana olan Muaviye'ye yönelir…

Kerbela hadisesi bu yüzden bu topraklarda dönem dönem yükselir, dönem dönem unutturulur, konuşulmaz. Bu mezheple ilgili bir durum değildir.

- Daha önce Kerbela'ya ağıt hep bir karşıtlık üzerinden, kutuplaşıp hakaret etme üzerinden konuşuldu. Siz Aşkın Şehidi ve Aşkın Elçisinde ötekileştirmeden, bu acı hadiseyi anlatmayı nasıl başardınız?

Muteber sünni bir alime demiştim ki; "hocam bu toplumda muaviyeciliğin bir karşılığı yok. Bu insanlar Muaviyeyi de Yezidi de sevmiyor. Sevselerdi Muaviye adında bir tane Allah'ın kulu olurdu. Ama bazı alimler Muaviye için hazret diyebilmekteler. Bu nasıl mümkün oluyor?”

Ben otoritenin Muaviyeci olmasını anlarım ama din alimlerinin Muaviyeci olmasını anlamam… O Alim şöyle cevap vermişti: İlk üç halifeye küfreden insanlar olduğu için bazı Sünni alimler barajı aşağıya kurmak istediler.  Muaviye'ye barajı kuralım o elden giderse diğerleri elden gidecek diye düşündüler. Birileri Kerbela üzerinden can yaktı. Aslında herkes Kerbala'da mutabık gibi, herkes Hüseyni görünüyor. Ama Kerbela olayını bahane ederek birileri Hz. Ebubekir'e, Hz. Ömer'e, Hz. Osman'a hakaret etmeye başlayınca saflar karışıyor, olmuyor.  İşte bu yüzden yüzyıllardır Saray ulemasının Kerbela için söylediği en etkin söz; "bu işleri konuşmayalım…" olmuştur.

Mezheplerin Kendilerine Dair Öz Eleştiri Yapabildikleri Tek Yer Anadolu'dur

Ama son zamanlarda bu hadise daha soğukkanlılıkla konuşulmaya başlandı. Hiç bir mezhep diğeri Kerbela'ya üzülürken itirafçı muamelesi yapmazsa, bu hadise daha sağlıklı değerlendirilebilinir. Kerbela ortak değerdir. Ehlibeyt ortak değerdir. Ortak peygamberin, müşterek Ehlibeyt sevgisine davette de bir ortaklık olması lazımdır. Ben bir Sünni olarak Ehli Beyt' e davette ne gibi eksiklikler yapıyorum, siz Alevi ya da Caferi olarak nerde hata yapıyorsunuz? Bunun özeleştirisi yapılmaya başlandı, bu büyük bir nimet. Bunun yapılabildiği tek yer Anadolu'dur, Türkiye'dir. Bu hoşgörü ve özgüven noktasında Anadolu'nun büyük artıları var. Yunus Emre'yi ya da Mevlana'yı Ehli Beyt'le alakalı övgü dolu dizelerinden dolayı birçok insan Caferi ya da Alevi zanneder. Sünni olduklarını duyunca şaşırırlar. Ehli Beyt'i sevmek sadece methiyeler dizmekle olmaz. Yunuslar ve Mevlanalar, Ehli Beyt' i referans alarak; bilgi, duydu ve irfan kurma mücadelesi vermişlerdir. Üçü yan yana gelince evrensel değerlere doğru gidersiniz. Aşkın Şehidi ve Aşkın Elçisi kitaplarının temellerinde de Anadolu ezgileri vardır.

Ortadoğu'da İnsanlar Atalarının Yaptıklarını Çekiyor Diyenleri Kur'an İkaz Ediyor

- İslam dünyasının içinde bulunduğu vaziyet malum.  Ortadoğu'da yaşananları bir hesap kesimi olarak görenlerde var. Ortadoğunun alev alması, Ehli Beyt'e yaptıklarının cezası mıdır?

Bu çok ayıp ve çirkin bir düşünce… Bunu söyleyen bir arkadaşım olmuştu. Hatta Osmanlı'ya yaptıklarını çekiyorlar, dedi.  Bende ona tek bir şey söyledim: "680 yılında, Kerbela'da İmam Hüseyin, babasının mı günahını çekti, dedesinin mi?."  Kur'an-ı Kerim zinhar bu düşüncesinin karşısındadır. Kur'an da “herkes kendi yükünü taşır, herkes kendi günahını çeker” denir.  Şamanizm ise babanın günahını direkt babaya yükler. Biz şamanizmi terk ettik değil mi? Yine Kur'an-ı Kerim şuna da davet eder, "atalarınızın dinini terk edin."

Dünya nüfusunun yüzde doksanı kan bağını takip ettiğinizde Kabil'e değer. Habil'in soyundan gelen o yüzde onluk kitleyi bulmanız çok zor. Peki şimdi soruyorum; Kabil'in günahına biz ne derece ortağız?

“Allah Muhsinleri Sever.”

- Aşkın Şehidi ve Aşkın Elçisi kitabınızda en fazla yer verdiğiniz ayeti kerimelerden birisi de "Allah Muhsinleri Sever." Muhsin kelimesinden ne anlamamız gerekiyor?

Kur'anı Kerim bizlere bazı şeyleri anlatır ve biz de onları terimleştiririz.  Muhsin ve çoğul hali olan Muhsinun Kur'anda çok fazla geçmesine rağmen, bizim Meallerimizde "iyi ve güzel işler yapanlar" diyerek geçiştiriliyor, terimleştirilmiyor.  İhsan kelimesi,  bir insanın bir insana güzel muamelesini ve hediyeleşmesini anlatır. Peygamber efendimiz, ihsan nedir sorusuna "Allah'ı görüyormuşcasına ibadet etmendir", diye cevap vermiştir. Peygamber efendimiz ihsan kelimesinin günlük kullanımda ne manaya geldiğini biliyordu ona başka bir anlam kattı. Bakmak, görmek ve görülmek paradigmalarının yer aldığı Allah ile kul arasındaki güzel muamele anlamını kazandırdı. İslam'dan Müslim, imandan Mümin, ihsandan da Muhsin çıkar. Muhsin'i yalnızca iyi ve güzel işler olarak tanımlarsanız yarım kalır. Peygamber ona başka bir anlam yükledi, kuldan kula güzel muamele, kuldan Allah'a güzel muamele, görmek-bakmak-görülmek; bütün anlamları Muhsin'in içine doldurdu.

Arapçada kelimeler üç sesliden türer. H-S-N 'den Hasan, Hüseyin, Muhsin çıkar. Şimdi Muhsin teriminin içerisine Hasan ve Hüseyin'deki güzelliği de koyun, tüm güzel muameleri ekleyin işte Muhsin bu...

İçinde Muhsin geçen bütün ayetler gelip Kerbela'ya bağlanır. Muhsin geçen tüm ayetler; sevgiyi, adaleti, Hakk'a yakınlığı, kurban olmayı ve sabrı anlatır. Bunlar hep Kerbela'nın şiarlarıdır. Kerbela'yı beş maddeye indirseniz, bu beş madde Muhsinlerin etrafında döner.

Ömer Lütfi Mete'nin Tabiriyle “Cehli Sünnet Vel Cemaat” Değiliz

- Ömer Lütfi Mete'yi sorsak size?

Ben İnşaat Fakültesi mezunuyum. İTÜ'de okuduğum yıllarda Ömer Lütfi Mete'yi tanıdım. O zamanlar, Ömer ağabey Çağrışım Dergisi'nin Genel Yayın Müdürüydü. O dergide yatıp kalkıyordum. Gündüzleri ofis boy gibi dergi işleri için koşuşturuyor, akşamları onun sohbetlerini dinliyordum. Haftanın üç-dört günü dergide oluyordu. Cuma günleri tefsir sohbetlerimiz vardı. Ömer Ağabey - hafız zaten kendisi. Ayet-ayet okuyup üzerine tefsir mütalaa yapıyorduk. Ben de çay servis işlerine bakardım. Bir ayağım mutfaktaydı. Ömer ağabey konuşurken misafirlerden birinin çayı bitmesin diye dua ederdim. Zira çay doldururken sohbet kaçırırdım. Tenim mutfakta olsa da bir kulağım salonda kalırdı hep. Zamanla iş "Ömer ağabey buna ne der?" sorusuna dönüştü. Ömer abi buna ne söyleri her Cuma istikrarlı olarak tekrarlayınca, Ömer ağabeyi taklit etmeye başlıyorsunuz. Bu ister istemez bir refleks haline geliyor. 

Ömer ağabey bir sözle koca koca olayları, en girift durumları özetlerdi. Çok güzel terim de icat ederdi. Mesela; Emeviciliği-Muaviyeciliği mezhep zannedenler için “Cehli Sünnet ve'l-Cemaat” derdi ve eklerdi; “Hamdolsun, biz Ehli Sünnet ve'l-Cemaatiz."

Ömer Lütfi Mete'nin medya üzerine çok ciddi değerlendirmeleri vardı. Nas suresindeki, "ellezi yüvesvisü fi sudûr'in-nâsi" ayetindeki “vesveciler” kısmını anahaber bültenleri olarak yorumlardı. Yuvesvisuyu, beslenme anarşisi; bilgi bombardımanı olarak düşündüğün zaman; vesveseden kurtulmanın yolları surenin devamında kendini gösteriyor. Algı ve bakış noktasındaki ilkesel birçok noktayı Ömer ağabeyden kazandım, Allah razı olsun. Allah rahmet eylesin.

- Tam olarak Ömer Lütfi Mete'nin rahle-i tedrisatından geçtiğinizi söyleyebilir miyiz?

Geçmeye çalıştık..

- Peki sizin yetiştirdiğiniz, rahle-i tedrisatınızdan geçirdiğiniz kimseler var mı?

Bilmiyorum ki.. Henüz böylesi bir durum için çok erken. Birçok insan kutsalı kurgulama konusunda bana bakıp cesaret bulduğunu söylüyor Kerbela kitaplarından sonra. Biz şimdiye kadar tarihi hep bilgi olarak aldık. Tarih şuuru sadece bilgiyle olmuyor, duygusuna ve irfanına vakıf olmak lazım. O da edebiyatçının sahası. Tarihçi sebep sonuç ilişkisini kuruyor ve diyor ki mesele bizim için aydınlanmıştır. Edebiyatçı karakterlerin şahsiyetlerin karakterlerine bakıyor, yüzüne bakıyor.

Ümmetin Hz. Hasan'ın Barış Yanlısı Duruşuna İhtiyacı Var

- Hz. Hüseyin'in Kıyam'ı da Tarihçiler Tarafından Anlaşılamadı mı?

Hz. Hüseyin ne yapmaya çalıştı. Ne yüzden kıyam etti, tarihçi bunu açıklayamıyor işte. Diyor ki zulme karşı çıktı. Oysa Yezid'in bir zalim olduğunu sen tarihten dolayı biliyosun. An itibariyle bilmiyorsun. O zaman Hz.Hüseyin'e başka bir referans bulmamız lazım. Kur'an ve Ehlibeyt iç içedir. Kur'andan nasıl faydalanıyorsan, Ehlibeytten de öyle faydalanacaksın. Kur'an-ı Kerim'den faydalanmak istiyorsan önceye ve sonraya bakacaksın. Ehlibeyt'te de başı sonu okuyacaksın. İmam Seccad'ı okumadan, Hz. Hasan'ı okumadan, Hz. Hüseyin'i alırsanız, olmaz. O zaman kıyam, salt tepkicilik olur. Sonra, karikatürize bir şekilde Hz. Hüseyin'le Deniz Gezmiş'in posterlerini yan yana asarsınız.

Her türlü ayağa kalkış, İslam tarihini bilmeden gelip Hz. Hüseyin'e dayandırılıyor. Birini atıp, birini tutarsan olmaz. İki güzellik olan, Hasan ve Hüseyin birlikte okunmalıdır. Ümmetin barışa uzanan İmam'a yani Hz.Hasan'a da ihtiyacı var. Şu an Müslümanların en önemli sorunu Yezid'e karşı Hüseyni olamamak değil, Hz.Hasan gibi barışın ilkelerini koyamamak… Oysa Hz.Hasan vaktiyle barış ilkelerini ortaya koymuştu. Hem de Muaviye'ye verdiği kağıdın yırtılacağını bilmesine rağmen...

O, Sıffın savaşında da olduğu gibi sayfanın peşine düşenlerden değil Kur'an-ı Natık'ın peşine düşenlerdendi. "Barış zaten uygulanmadı" algısal bir sapmadır ve bu mezhepsel olarak fark göstermiyor.

Hz.Hasan 36, Muaviye 62 yaşındaydı. Muaviye resmen darbe yapmıştı. İmam Hasan darbeyi görünce kaçmamıştır, darbeciyi hukukun içine çekmeye çalışmıştır. Biz İmam Hasan'ı iyi okuyup anlasaydık, on yılda bir darbe görmezdik. Darbeden sonra nasıl tavır geliştireceğimizi ortaya çıkartırdık. Hz. Hasan yırtılacağını bile bile yazdı antlaşmayı, "Emir olacak kişi Allah ve Resulüne uyacak." Bunu daha evrensel alalım, emir olacak kişinin üzerinde hukuk var. Yöneticinin üzerinde hukuk yoksa iç barışı unut. Esed'in üzerinde hukuk yok, Mübarek'in üzerinde hukuk yok. Ortadoğu cayır cayır yanıyor.

Camiilerde Ehlibeyite küfredilmeyecek diyor, Hz. Hasan. Tüm Emevi camiilerinde, Hz. Ali'ye ve Hz. Fatıma'ya küfrediliyordu. Yeni Müslüman olan insanlara namaz kıl, tesbihat yap, sonra da Ali'ye küfret diye öğretilmişti. Ömer Bin Abdulaziz bu uygulamayı kaldırdığında, sarayını basmaya kalktılar, Müslümanlığın şartını kaldırdı, diye. Camiiler dönemin en büyük medyasıydı. Muaviye bunu kullanarak devlet eliyle tek elden propaganda yaptı ve ötekileştirdi. Şu anda da Ortadoğu'da aynısı yapılıyor. Biz haberlerde, hem Esed'in bombaladığı camiileri hem de Selefilerin boğazladığı gençleri bir arada görmedikçe Suriye'de olan biteni anlamlandıramayız. Bir kısım Esed'i Yezid ilan ediyor bir kısım da Hüseyni olarak görüyor. Neden Hüseyni diyorlar, İsrail'le savaştığı için. Yezid'le savaşmak kimseyi Hüseyin yapmaz. Bazen iki Yezid'de birbirini yiyebilir.

Kerbela sürecini, özellikle üç imamı (Hz.Hasan, Hz.Hüseyin, İmam Seccad) okuyup, bugüne yorumlamakla mükellefiz.

- Ümmetin nasıl bir okuma yapmaya ihtiyacı var?

Biz Osmanlı tarihini de İslam tarihini de savaşlar üzerinden okuyoruz. Uhud, Bedir üzerinden siyeri okuyoruz. Neden tarihi antlaşma üzerinden okumuyoruz? Alemlere rahmet Nebi, dinin adı selamet ve biz bu dinin tarihini savaş üzerinden okuyoruz. Medine vesikası, vatandaşlık hukukuna ve yeni anayasaya rol modeldir. Hudeybiye Antlaşmasıyla; Müslüman, müşriklerle ve gayrımüslimlerle nasıl yaşamalıyızı düzenlemiştir. Türkiye-AB ilişkileri ve Ortadoğu-Batı Hukuku için rol modeldir. Ama Resulullah,iç hukuku düzenlememiştir. Çünkü Onun döneminde öteki Müslüman yoktu, tek tip Müslüman vardı. Resullahın iki oğlu var. Biri barışı sağlayan Hz. Hasan, birisi de barıştan dönenlerle hesaplaşan, Hz. Hüseyin. Biz barışı sağlamadan barıştan dönenlerle hesaplaşmaya kalktık.

- Bozkırın Sırrı kitabınızda çok ayrı bir perspektiften, Türk bir peygamberi anlatıyor. Okunması Aşkın Şehidi ve Aşkın Elçisinden daha kolay. Türk peygamberi anlatır mısınız?

Bozkırın Sırrı tamamen hayal ürünü ve okunması kolay bir kitap. Çoğu kişi bir Malkoçoğlu okudum diyerek, kitabın başından kalkıyor. Kerbela serisinde bir yere kadar kurguyu kullanabiliyorsunuz. Bozkırın Sırrı kitabında, tamamen kurgu olan Türk peygamber Zülkarneyn'e yoruldu. Hz. Zülkarneynin peygamber olduğuna dair Kur'an'da da bir hüküm yok. Onun Oğuz Kağan olduğuna dair bir delilimiz de yok.

- Çift Boynuzdan başka..

Vikinglerde olabilir, o zaman. O boynuzu güç üzerinden de okuyabiliriz. Şekilde yoktur da diyemez ama mananın kendisini aramamız lazım. 

Hz. Fatıma:  Babasının Annesi

- Hz. Fatıma desek...

Hz. Fatıma için hanımlardan oluşan bir platformla tanıştık. Farklı mezheplerdeki hanımlar bir araya gelerek Hz.Fatıma ahlakıyla yeni nesiller yetiştirmeye çalışıyorlar Konuşurken, sunni ve şii algısında ki Hz. Fatıma ile ilgili öz eleştiride bulundular. Sünni geleneğinde Hz. Fatıma, Peygamber Efendimizin "kalk namazını kıl. seni ben bile kurtaramam" şeklinde nakledilen vaka ile akıllarda kalmış. Burada namaz mı yüceltiliyor, Hz. Fatıma'mı alçaltılıyor, namaz kılmayan bir kız çocuğuna mı nasihat var belli değil. Şii geleneğinde ise, Hz. Fatıma Fedek arazilerinin peşine düştüğü haliyle akılda kalmış. İkisi de bugün bizlere ışık olacak, kandil misal bir Hz.Fatıma değil. Biz Hz. Fatımayı, Peygamber Efendimizin iltifatlarıyla tanımalıyız. Efendimiz ona "babasının annesi (ümmi ebiha)" demiştir. Bunu ilk başta Peygamber efendimizin annesiz büyümesi ile ilgili sanıyordum. Ama ilk kızı olan Hz. Zeynep'e kullanırdı bu ifadeyi ya da diğer kızları için kullanırdı. Ama öyle bir ifade yok. Neden Hz. Fatıma "babasının annesi" demek için beklendi. Resulullah, Hz. Fatma geldiğinde ayağa kalkıyordu. Şehirden çıkarken en son Hz. Fatıma ile vedalaşıyor, şehre girerken ilk önce Hz. Fatıma ile kucaklaşıyordu.

Sürekli olarak Hz. Fatıma'ya bir gönderim bir işaret var. Kevser Suresi, Hz. Fatıma'yı işaret eder. Bedeni değil manayı kutsayıcıdır. Şems suresinde de, "güneşe and olsun” diye başlanıyor. Kur'anı Kerim'in başka bir yerinde de Peygamber Efendimizden güneş diye bahsediliyor zaten. Sonra, "duha'ya and olsun."  Duha güneşi ortaya çıkartan aydınlık demek. Bunu da herhalde Hz. Fatıma olarak yorumlayabiliriz. Aya and olsun, bu da Hz. Ali'ye atıftır. Hz. Fatıma'nın işaret edildiği Duha kısmı, Kevser'de. Çünkü Kevser'le soy yürüyücek, mana yürüyecek. Belki de efendimizin Hz. Fatıma'ya babasının annesi demesinin manası budur. Kendisini yeryüzündeki nesillere doğuruyor, ümmetin vicdanına, şuuruna doğuruyor. Başka manaları da vardır illa ki.

Bütün bu kıstalar içinde düşündüğümüzde görüyoruz ki, Hz. Fatıma alimlerin en az konuştuğu konu. Hz. Fatıma'da Hz. Hasan gibi setredilmiştir, remizlerle anlatılmıştır. Neslin ortak paydası Hz. Fatımadır. Hz. Fatıma, onun babası, onun kocası ve iki oğlu... Yani o beş kişilik Âl-i Aba, Hz. Fatıma üzerine kurulmuş.

Ümmet, Seyyide Zeyneb'e Çok Şey Borçlu

- Aşkın Elçisi kitabınızda, Hz. Zeyneb'in metanetini de çok ön plana çıkmış.

Hz. Fatıma'nın son günleri. Hakka yürüme arifesinde. Ailesini etrafına toplamış. Yaşları küçük dört tane çocuk. Hz. Zeyneb'i alıyor yanına. HZ.Fatıma yirmi küsur yaşında, Zeyneb dört yaşında. Yanak yanağa duruyorlar. "Ben dedenizin yanına gidiyorum. Ağabeylerin Hasan ve Hüseyin'in annesi ol." diyor, Seyyide Zeyneb'e. Burada anne kız yakınlığı, Seyyide Zeyneb'in hamiyet perverliği, Kerbela'da ağabeylerinin çocuklarına sahip çıkması gibi anlamlar çıkartıldı hep ve hepside doğru. Ama zımmen doğrusunu Allah bilir şöyle bir anlamda çıkıyor. Ümmet, Ehlibeyt'i ve Kerbela'yı hep Hz. Zeyneb'den dinledi. Seyyide Zeyneb bunu anlatmasaydı, tarihçiler bunları çok başka anlatırdı. Mesela, kerbela vakası için Ehli Beyt'e bedeviler saldırdı, yağma için peygamber torunlarını katlettiler. Oysa Yezid Hazretleri onlara güzel bir türbe yaptırdı, diyebilirlerdi. Biz böyle öğrenebilirdik. Yezid bunu yapardı da. Aynısını Muaviye yaptı. Hz. Hasan'ın cenazesine ilk önce gelip en çok ağlayan Muaviye'dir, çünkü. Kurtlar Vadisi'nde Baron da vurdurduklarının cenazesine hemen gidiyordu da, Polat ne diyordu "ilk gelen vurdurdu." (Gülüyoruz. Ahmet ağabey hatırlıyor musunuz diye soruyor, Dengesiz ekibi sahneyi ezbere anlatıyor. )

İşte tarihin akışını Hz. Zeyneb değiştirdi. Onun anlattıklarıyla gerçekleri öğrendik. Yoksa dini Emevi adetleri olarak öğrenecektik. Bugün bile Emevi uygulamalarıyla yüzleşemiyoruz.  O zaman hiç şansımız yoktu. Risale-i Nur'da Bediüzzaman derki; "İmam Ali'nin ve evlatlarının dirayetli duruşu olmasa, Emeviler dini Muhammediye'yi yerle bir ederlerdi."

Hz. Zeyneb, Hz. Fatıma'nın varisidir. Kur'an-ı Kerim'de inci ve mercan geçer. Rahman Suresi 18-19. ayet, iki deniz ortasında bir berzah vardır. Bu ayeti biz Kaptan Kusto olarak yorumladık. İnci ve mercan hadislerle ve ayetlerle sabittir ki; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i temsil eder. Âl-i Aba'da beş kişi vardır, Seyyide Zeyneb bu Al-i Aba'da yoktu. İlk deniz Hz. Fatımanın inci mercan çıkan denizi, ikinci denizde Hz. Zeyneb'in denizi. Ali Aba'ya kimsenin girmesine imkan yok. Tahrim suresinde de belirtildiği gibi onlar tertemiz. Ümmetin yüzeceği deniz Hz. Zeyneb'in denizi. Oğullardan İmam, kızlardan varis geliyor. Ümmetin liderliği İmam'dadır. Seyyide Zeyneb, ümmetin lideri değil ahlakın varisi. Tabii ki tüm kapılar ve yollar Peygamber Efendimize çıkar.

- Yeni projelerinizle ilgili buradan okuyucularına bir müjde verebilecekmiyiz?

Kerbala üçleme olacak inşaallah. Ondan sonrada Allah nasip ederse Hz. Hasan romanı gelecek. 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR