Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı kuruldu
Prof. Dr. Osman Çakmak, yazdığı analizde kurulan Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı için, "Bu fırsatı iyi değerlendirebilirsek , ilaçtan aşıya, tanı kitlerinden tıbbi cihazlara kadar teknolojik sağlık ürünleri büyük ölçüde yerli ve milli hale getirilebilir. Yerli ve milli üreticiler engellemelerden kurtulabilir." ifadelerini kullandı.
ABONE OLProf. Dr. Osman Çakmak 'Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı' konusunda önemli tespitlerde bulundu;
Haber sayın Cumhurbaşkanlığı tvitinde şu şekilde yer aldı:
“Yenilikçi ve güçlü bir sağlık endüstrisinin geliştirilmesi amacıyla Cumhurbaşkanlığına bağlı Sağlık Endüstrileri Başkanlığı kuruyoruz. İlaçtan aşıya, medikal cihazlardan biyoteknolojik ürünlere kadar pek çok stratejik malzemenin yurt içi imkanlarla rekabetçi bir şekilde geliştirilmesi ve üretilmesi çalışmaları, bu başkanlığın sorumluluğunda yürütülecektir”
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı kurulması ne anlama geliyor? Ülkemiz için önemi nedir?
Yazımızda Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı’nın kurulması ile açılan fırsat kapılarını ve imkanları değişik yönleri ile değerlendireceğiz. Kuruluşta dikkat edilmesi gereken hususları ve konunun önemini ele alacağız.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığına kısaca MİSEB diyeceğiz. MİSEB’in kurulması Savunma sanayiinde olduğu gibi sağlık alanında da aradan bürokratik engellemelerin kalkması anlamına geliyor. MİSEB’in kurulması ile sağlık endüstrileri bürokrasi engellemelerinden kurtulacak . Bu fırsatı iyi değerlendirebilirsek , ilaçtan aşıya, tanı kitlerinden tıbbi cihazlara kadar teknolojik sağlık ürünleri büyük ölçüde yerli ve milli hale getirilebilir. Yerli ve milli üreticiler engellemelerden kurtulabilir.
Türkiye’de teknolojik inovasyon için de bilim ve teknoloji geliştirmek için büyük bir potansiyel var. Dünyanın sağlık merkezi olabilecek imkanlarımız mevcut. İmkanlar ve alt yapı çok iyi. Hulasa sağlık alanında “Dünya liginde” oynayabilecek çok iyi “oyuncularımız" ve alt yapımız var.
Ne varki amatör küme mantığındaki bürokrasi anlayışı “oyuncuların” önünde engel teşkil ediyor.
Medyada yerli ve milli üretimde bürokrasiden bağımsız doğrudan cumhurbaşkanlığına bağlı SAĞLIK SANAYİ BAŞKANLIĞININ hayata geçirilmesi konusuna dikkat çekiyor ve önemine vurgu yapıyorduk [1]. Mutluyuz şimdi. Hayata geçirilmeyen bir çok projenin bu çatı altında gerçekleşeceğini ümit ediyoruz çünkü.
YAPILMASI GEREKENLER
Bu aşamada yapılması gereken MİSEB’in (Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı) misyon ve vizyonunu doğrultusunda hayata geçirilmesi olacaktır. Milli Savunma sanayiindeki hedefleri MİSEB'e (Milli Sağlık Endüstrisi Başkanlığı) uyarlayabiliriz. Uyarlamalıyız. Gerek akademi, gerek bürokrasi gerekse de sektör tarafından muhataplar ve taraflar bir araya gelecek, hangi kurum nerede yer alacak tarafların konumu belirlenecektir. Mevzuat hazırlanmasında sorumluluk ve görev tanımlarının doğru yapılması ve tarafların yer almasını sağlamak çok önemli. Bir oldu bittiye meydana verilmemelidir. Yapının doğru kurgulanması yeterli değildir. Ehil ellere teslim edilmesi bir o kadar önemlidir. Ehil ve liyakat sahibi insanlara görevlerin tevdi edilmesi esastır. Eski siyasetçiye, bir siyasetçinin yakınına ya da konuya uzak birine bir makam, paye vermek için makamların tevdi edilirse daha işin başında sistemin ölü doğasına yol açacaktır.
Yönetici ve kurucu kadroda ehil ve idealist isimler yer almalıdır. At binicisine göre kişner zira. Bir Selçuk Bayraktar (Baykar Savunma teknik müdürü), İsmail Demir (T. C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı), Mahmut Akşit (TEI Başkanı) doğru ve ehil isimlerdi. Savunma sanayiinde yazılan destana sadece ülkemiz değil tüm dünya şahit olmaktadır. Aynı ferasetin MİSEB’de de gösterilmesini bekliyoruz. MİSEB’i sağlıkta milliliği ve yerliliği dava edinmiş kadrolara teslim etmeliyiz. Direksiyonda proje ve patentleri/buluşları ile tanınmış, araştırmacı kişiliği ve yöneticiliği/tecrübesi ile öne çıkmış kişiler yer almalı.
Son yıllarda ülkemiz büyük atılımlar yaptı. Yollar, köprüler, havalimanları vs. Bundan sonra ülkeyi uçuracak olan ileri teknoloji, özellikle kimya ve biyoteknoloji projeleridir. Tıbbi biyomedikal cihaz ve malzemelerde dışa bağımlılığın sona erdirecek çalışmalardır. Bilime dayalı yatırımlardır.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı (MİSEB) ülkemizi acentacıların hakimiyetinden kurtarabilir, kurulan koloni düzeninin kalelerini yıkabilir, bürokrasiyi engel olmaktan çıkarabilir. Milli Sağlık Endüstrilerinin kurulması ile ilaç ve cihaz aletlerinin üretiminde yerlilik oranı, % 5-10 ların çok ötesine savunma sanayiinde olduğu gibi zamanla % 60-70 lere çıkabilir.
Bilim adamları etken maddeyi hazırlıyorlar. İlaç adayı aktif molekülleri belirliyorlar. Sonraki safhalara geçmede hep engellemeler ortaya çıkıyordu. Bu yüzden ülkemiz kendi yerli ve milli ilacını hazırlayamıyordu. MİSEB’in kuruluşu tüm bu tıkanıklıklara çözüm olabilir.
Geleneksel ve tamamlayıcı tıbbı diriltmeye yönelik Sağlık Bakanlığının son yıllarda bazı atılımları oldu. Mesela refleksoloji, müzik terapi, osteopati, proloterapi, apiterapi, mezoterapi, homeopati, fitoterapi ve akupunktur ile larva, hi̇pnoz, sülük, kupa ve ozon uygulamaları alanlarında eğitim standartları yayınladı. Bunlar önemli gelişmeler. Ancak önünü açacak çalışmalara geçilemedi. Kısıtlayıcı ve engelleyici yasa ve uygulamalar var.
Yine ülkemizde endemik bitkileri tıbbın emrine verecek bazı planlar yapıldı. Ancak bu planları hayata geçirilecek adımlar atılamadı. Ülkemizde 4 bin 750 endemik bitki var. "Tüm Avrupa'daki endemik bitkileri topladığınızda bile Türkiye'deki sayıya ulaşılamıyor.
Ne binlerce yıllık geleneksel tıbbı, ne de bugünkü modern tıbbın imkanlarını yok sayabiliriz. Her ikisinin getirilerini bir araya getirebilir ve birleştirebilir, insanoğluna daha fazla sayıda şifa metodu sunabiliriz. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp ile modern tıbbı birbirlerinin alternatifi olarak gösteren yanlış kanaatler var. Halbuki bunlar birbirinin destekleyicisi ve tamamlayıcısı halini almalıdır.
BÜROKRATİK OLİGARŞİ
Sağlık alanında tedbirler ve planlar niçin hayata geçirilemiyordu? Neden güzel projler yolda kalıyor, yada içi boşaltılıyordu?
İlaç ruhsatlandırma kriterleri” denilen dünya sağlık sitemini tekelinde tutan “BIG FARMA” denilen büyük ilaç devleri var. Bunlar ilaç üretimini kendi tekellerine almışlar. Bunların kurduğu sistemlere karşı büyük mücadele lazım.
Ülkemizide ilim ve teknoloji gücü var. Olmayan şey ise bu sistemlere karşı mücadele. Bu yüzden ruhsatlandıramıyor ve ilaç üretemiyorsun.
En fazla siz onların pazarlama ayağı, paketlemecisi oluyorsunuz. Yani onlara hizmet edebilirsiniz. Ülkemizde durum bu büyük ölçüde.
Gözü doymaz kar hırsı ile ilaçları fahiş fiyatlarla satma adeta ilaç sektörünün vaz geçilmez adeti haline geldi. ABD de ilaç firmaları fiyatı istedikleri gibi belirlemektedir. Domuz gribini hatırlayalım. Televizyonlarda gribin reklamı yapıldığı ay aşısını dünyaya tahmini yarım milyar, dünyaya ise 55 milyar dolara sattılar. “Bir ilacın üretimi için en az 10 yıl gerekiyor” diyordunuz. Hani nerede? Demek bu kurallar kendileri için geçerli değilmiş. İlaç şu anda Dünyada en büyük rant ve gelir kaynağı. O yüzden global firmalar ilaç sektöründe ortak kabul etmiyorlar. Yüksek rant sebebiyle tekellerinde kalmasını istiyorlar.
Bürokrasi nasıl engelliyor? Hangi metotları kullanıyor?
Ülkemizde “helva yapmak” için yeterli malzeme var. Bürokrasi, helvacıların önünü kapatarak, onlara imkan vermeyerek yıldırarak, sindirerek engelliyor.
Bürokrasi nasıl engelliyor? Bir misal verelim. Yerliden 1 liraya almanın makul olduğunu adı gibi biliyor. Ama mesela yabancı A firmasından 4'e alınınca alacağı komisyonu yerliden alamıyor. Niçin alamıyor? Yerleşmiş rüşvet mekanizmasından söz ediyoruz. Bu yüzden de yerli müteşebbisler bir bir eziliyor. Yerli üretici bu durumda ürünlerini kendi ülkesine satamıyor. Yabancıya da satamıyorsa, ayakta kalamıyor. Globaller sonunda bunları satın alıyor. Yeşeren filizler bir bir soluyor bu şekilde.
İşte MİSEB denizin ortasında fırtınada yapayalnız kalan müteşebbisin elinden tutacak. Kol kanat olacak. Yerli üreticilerin globallerce bertaraf edilmesini önleyecek.
Ülkemizde globallerin dizayn ettiği bir bürokrasi hakim olduğundan, “iyi takımlarınız” da olsa kale kapalı olunca gol atamıyorsunuz.. Bu mevzuat milli ve yerli olanın önüne geçiyor.
Bürokratik oligarşinin gizli gücü ile "menfaate dayalı bir bürokrasi" hükmediyor. Bu menfaat düzenini kaldırabilirsek müteşebbis ve hamiyetli, buluşçu insanlarımızın önü açılır.
MİSEB ayağımıza takılan, koşmamıza engel olan bu şeytani oligarşik menfaat düzenin kaldırılmasını vaad ediyor. Böylece merkezi otorite düzenleyici gerekli kararları alabilecek. Ödemeyi yapan merkezi otorite, kuralları yerli lehine koyabilecek. Çünkü MİSEB aradan bürokrasiyi kaldırmak için kuruldu.
Bir örnekle konuya devam edelim.
Sağlık bilimi ve teknolojisi alanında araştırma yapmak ve bilimsel çalışmaları desteklemek amacıyla 2015'te kurulan TÜSEB’e konuyu getirmek istiyorum. Bakanlığın "yerlileşme ve millileşme" vizyonunda en önemli yapı taşlarından biri olarak kuruldu TÜSEB. Kendi milli ilaç ve aşı geliştirmenin, kendi insülinimizi, tanı kitlerini geliştirmek için doğrudan tıbbi ürünlere yönelik destekler için TÜSEB (Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı) kuruldu
TÜBİTAK daha ziyade ARGE çalışmalarına destek veriyor. Doğrudan sınai ürünler ve uygulamaya yönelik çalışmaları sınırlı kalmaktadır. TÜSEB Sağlık alanının TÜBİTAK’ı olacaktı. Doğrudan ürüne yönelik çalışmaları destekleyecekti.
TÜBİTAK’ın güzel destekleri var. TÜBİTAK da sınai ürünler için proje destekleri veriyor ama, bu destekler çoğunlukla nihai ürüne gitmiyor. Tabi suç elbette ne o projeyi hazırlayan ve sunan da ne de TÜBİTAK’ta. Suçlu yanlış işleyen sistemde.
Yetkililer bir daha düşündü. Ters işleyen mâkus talihi değiştirmek için ne yapılabilirdi? TÜSEB kuruldu. İlk defa ülkede sağlık ürünlerini yerli ve milli üretiminde devlet desteğini sistemleştiren bir mekanizma kurulmuş oluyordu. Herkes mutlu ve sevinçli idi. Sayın Bakanın (Fahrettin Koca) TÜSEB’in rolünü ve faaliyetlerini anlattığı videoya bakılabilir[2].
Kuruluşundan uzun bir süre sonra TÜSEB başkanını buldu. Başkanlığa Prof. Dr. Adil Mardinoğlu getirildi. Bu atama daha önce alışkın olmadığımız bir seçim oldu. Tabanla irtibatlı, çalışkan –dinamik, çözüm üreten bir başkan... Ülkemizin önde gelen sağlıkçılarının, sağlık birimi yöneticilerinin ve sağlık sektörü liderlerinin yer aldığı Sağlıkta Birlik Platformun teşkil ettiği whatsup grubunda gelişmeleri takip ediyorduk. Davet edilen tanıtım toplantılarına katıldığımızdan TÜSEB’in başlattığı projelerden de haberdardık. Mesela yerli ve milli ilaç sanayiine katkı bu dönemde ülkemize 20 milyar TL değerleri bulan yerelleştirme ve istihdama vesile olmuştu.
Ekibin aniden istifası grupta (Sağlıkta Birlik Platformu) büyük bir şaşkınlığa ve üzüntüye sebep oldu. TÜSEB’in çalışmalarına şahit olanlar Hem TITCK başkanı ve hem de TÜSEB başkan ve genel sekreterinin başarılarını ve üzüntülerini dile getiren bir çok paylaşım oldu . . Çünkü başlatılan köklü değişim ve dönüşüm inkıtaaya uğrayacaktı.
Grupta üzüntü büyüktü. Çünkü aşağıda bir kısmını saydığımız projeler yarım kalacaktı.
Yerli ve milli İnsulin üretme projesi. Bu projenin yerli üretimi için çok emekler verildi. Son aşamaya gelmişti. İnsülin ithal eden firmaların hangi baskıları oldu acaba?
TÜSEB ve TITCK’ın Tıbbi beslenme ürünlerinin yerli ve milli hale gelmesi projesi. Hali hazırda % 100 ithal iken yerli hale getirmek için geliştirilen projesi başarı ile alt yapısı hazırlanmıştı.
Yerli Plazma albümin ve globolin projeleri. Alt yapısı hazırlanmış ve hızla ilerliyordu.
Yerli Aşı projeleri çalışmaları. Sayın Bakan referans verdiğimiz videoda [2] bu gelişmelerden söz etmektedir.
Genom projesi. Genom projesinde büyük çabalar sarfedildi. Alt yapısı ve ekipler hazırdı.
Başka projeler…
İşlerin yürümemesini sadece buna (bürokratik oligarşi, menfaat ilişkileri) bağlayamayız. Kirli işlere alet olan, kişisel menfaatlerine teslim olan bürokratı, yapıyı, zihniyeti tasfiye etmek ve hesap sormak sormak için bürokrasi olabildiğince azaltılmalı. MİSEB bürokrasiyi azaltacağı veya yok edeceği için kuruluş önem arzediyor. Ancak bunun yanında bir takım ticari, siyasi, kişisel hesapları da zikretmek gerekir. Büyük emek verilen aşı projesi, insülin üretimi projeleri salt bürokratik nedenlerle mi akamete uğradı? Hayır. Yerli biyokimya kitleri ve hatta tanı cihazları üretimi gibi projelere destek olmayan, kayıtsız kalan, toplantı gündemine dahi aldırmayan siyasi iradenin bazı temsilcilerine ne diyeceğiz?
Özetle şunu diyebiliriz. Sağlıkla ilgili konularda ülke menfaatlerini ve halkın sağlığını her türlü siyasi, ticari ve kişisel (menfaat) hesabın üzerinde tutmaz isek yeni yapı ile de istenen netice hasıl olmaz.
Önümüzdeki süreçte hem bu geçmiş tecrübelerden gerekli dersler çıkarılmalı hem de ciddi bir değişim yönetimi yaklaşımı ile bu yeni yapıya geçiş süreci yönetilmelidir.
KENDİ HİKAYEMİZ
Mağdur olanlaran birisi de bizim çalışma grubumuz olduğundan, ilaç adayı moleküllerimizin faz çalışmaları projemizden söz edelim kısaca.
İlaç Geliştirme Alanında Uygulamalı Proje İş Birliği Çağrısı -2 (Başvuru no 7152) çerçevesinde başvurumuzu yaptık. Bu çalışmalar, daha önce başarıyla tamamladığımız ve Proje Performans Ödülü alan TÜBİTAK projemizin devamı olarak tasarlanmıştı. Kolay ve uygun yollarla sentezini başardığımız moleküllerin yüksek biyolojik aktiviteleri ortaya çıktı. İlaç adayı molekül oldukları belli idi. Özellikle kanser, tip 2 diyabet, Alzhemier hastalığı bunlardan bazıları. İlginçtir ki molekülün bir teki aynı anda dört beş çeşit hastalığa karşı etki gösteriyordu.
ekibimizle başvurumuzu yaptık. Başvurumuz sözünü ettiğimiz TÜSEB yönetiminin görevden ayrıldığı aylardan az bir zaman öncesine rastlamaktadır. 1 yıl kadar sonra bize gerekçesini anlayamayacağımız muğlaklıkta kısa olumsuz bir cevap geldi. O geçen bir yıl içinde gelişmeleri öğrenmek için aramalarımızda kurumda muhatap da bulamamıştık.
Desteklenmesi için başvurusunu yaptığımız projedeki oleküllerin ön biyolojik aktivite çalışmaları ülkemizde bu sahada etkin ve güvenilir grup arkadaşlarımız tarafından yapılmıştı.TÜBİTAK Proje performans ödülü almış bir projeydi. Sonuçların bir kısmı dünyaca saygın önde gelen prestiji yüksek dergilerde yayınladık. Konuda toplam 30 kadar makale yayınlamışız. Daha yeni yayınlanmış çalışmalar olmasına rağmen hızla atıf almaya devam etmektedir. 200’ü kadar atıf almış çalışmalardan söz ediyoruz. Kinolin ve grubu moleküllerin sentezi ve biyolojik aktiviteleri ile sahasında bir ekol oluşturmuş bulunuyoruz.
Tabi ki MİSEB’in kurulması ile bizim gibi diğer gruplar için de ümit doğdu. Çünkü ülkemizde birkaç istisna dışında milli molekülümüz yerli ilacımız da yok. Halbuki bu konuda ön testlerle aktivitesi ortaya konmuş yüzlerce ilaç adayı molekül ve çalışmaya hazır onlarca araştırma ekibi var.
Bilindiği gibi bir molekülün ilaç halini alması için şu safhaları tamamlaması gerekiyor:
(I) Keşif ve araştırma: Hücre denemeleri ile aday etken molekülleri belirleme. (II) Preklinik çalışmalar. (III) Klinik çalışmalar. (IV)Tedavi onayı
Ükemizde sadece birinci aşamayı tamamlayabiliyorsunuz. Yani size daha ileri gidemezsiniz deniyor. YÖK sistemi akademik yükseltmelerde olmazsa olmaz yabancı dilde bilimsel makale yapmayı teşvik ediyor. Halbuki YÖk sistemi halka hizmeti; ürün (endüstriyel, kültürel, mali..) ve endüstriyel çıktıları esas yapmalıdır. Halbuki yabancı dilde bilimsel yayının öne çıkarılması ile elinizden Türkiyenin bilimsel varlığı “dışarıya” taşınmış oluyor, yabancının (özellikle Batının) taşeronu haline geliyorsunuz. Çünkü makale-yayın haline getirdiklerimizi daha ileri götürenler/ürüne dönüştürenler biz değil, yabancılar oluyor.
GÜZEL BİR ÖRNEK: MUSTAFA GÜZEL VE ÇALIŞMA GRUBU
Yerli ilacın ülkeye katkısına güzel bir örneği Kovid-19 tedavisinde kritik bir ilaç olan Favipiravir. Bu ilacın sentezin yerli olarak hazırlanması için en üst düzeyde destek verildi ve ilaç molekülü 40 günde hazırlandı. Ekipte yakından tanıdıklarım bulunduğundan süreci takip ediyordum. Sentez çalışmalarının yürüten grubun başındaki Mustafa Güzel hoca Medipol Üniversitesi İlaç Keşif ve Geliştirme Merkezi müdürü.
Bu ilacın yerli sentezi milyonlarca dolarlık ilaç ithalatının önüne geçti. Bu çalışmayla ülkemize milyonlarca dolar destek verilmiş oldu. Mustafa Güzel ve ekibinin düzinelerce ilacı ülkeye kazandıracak potansiyeli olduğunu biliyorum [3].
Şunu hemen belirtelim ki bu ilacın hayata geçmesi COVİD -19 günlerinin olağanüstü şartları içinde oldu. Devletin üst seviyede desteği (Cumhurbaşkanlığı ve Sağlık Bakanlığı…) oldu. Bunun yanında ATABAY ilaç firmasının desteklerini ve özel sektör tarafını da unutmamak lazım. Bu destekler olmasaydı bu başarıdan söz etmemiz mümkün olmayacaktı. Buna rağmen bu milli başarıya gölge düşürmek ve itibarsızlaştırmak isteyen çevrelerin faaliyetlerine; basında dedikodularına şahit olduk.
ÇÖZÜME DOĞRU
Ülkemizin dışa bağımlılıkta belini büken en ağırlıklı sektör sağlık alanı mı?
Sağlık hizmeti ve sağlık ürünlerinin en büyük alıcısı hatta çoğu kere tek alıcısı devlet sektörleri olmaktadır. MİSEB'in kurulmasında"yol haritası" tavsiyelerimizde, en kuvvetli vurgumuz, üretilecek ürünlerin Devlet alım garantisinin yer almasıdır. Tedarik zincirini yönetecek bir yapının ortaya konulması gerekir. Müşterisi olmayan bir üretime kimse talip olmak istememektedir. Üretimin kilit taşını teşkil eden unsur “talep”tir. Başlangıçta kalite farkı olsa bile devlet alımlarında yerli ürünleri satın alma şartı getirmelidir. Yerli sanayimizin hızla gelişmesinin ve gittikçe kaliteli hale gelmesinin yolu budur.
Türkiyenin yıllık tıbbi cihaz pazarı 3.2 milyar dolar(20 milyar tl). Perakende satış ve tıbbi malzeme satışı ise 30 milyar tl (2016 yılı değeri). İlaca gelince bu miktar daha fazla: 60 milyar tl. Toplamına bakalım: 110 milyar tl. % 80- 85 oranında dışa bağımlılık var. Bu da yılda 80-90 milyar tl’ye tekabül ediyor. 2021 yılında sağlık bütçesi toplam 200 milyar kadar. Neredeyse bütçenin yarısı dış alıma gidiyor. Bu duruma göre dışa bağımlılığın ve döviz çıktısının en büyük kaynağını sağlık harcamaları teşkil etmektedir.
Ne yapmak lazım peki?
Savunma sanayisi çok iyi bir rol model oldu. Yerli üretim alım garantili şartname ihale modellerinin artırılarak geliştirilmesi sektör ve ülkemizi çok iyi bir noktaya taşıyacaktır.
Yüksek teknolojik bilginin ticarileştirilmesine yönelik start-up geliştirilmelidir.
Sektör paydaşlarınına dolaylı teşviklerin yanında doğrudan teşvik modelleri artırılmalıdır.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığı (MİSEB) olaya sistemsel yaklaşımın ve sahip tarafın adı olacaktır. Yerli ürün tercih ederek kendini global devlerin pençelerinde hissedebilecek yöneticilere devletin prim vermesi ve olabilecek aksi durumlarda Sayıştay denetimlerinde koruma kalkanı gelmeli. Yerli lehine her yıl alım oranını yukarı çekmeyen yönetici maaş ve tenzili rütbe riski ile karşı karşıya bırakılmalıdır.
Dünya birkaç ilaç firmasından daha büyük değil mi?
Sayın Erdoğan dünyanın 5'ten büyük olduğunu yüksek sesle ifade etmişti. İlaç üretimini elinde tutan tekellere karşı benzer cesur seslere ihtiyaç var.
Amerikan Medtronic firması Türkiye’y e her yıl 3-4 milyarlık malzeme satışı yapıyor. Bunu nasıl sağlıyor? Herhalde “satın aldığı” bürokratlar yolu ile olmalı. Gerektiğinde “belden aşağı” vurabiliyor. Böyle durumlarda koro halinde harekete geçen basın trolüne sahip.
Medyada okuyoruz. Yerli yaptığımız her tıbbi teknoloji cihazı kötülenir; ithal olanlar ise bir harikadır! Bitmeyen tıbbi sömürü düzeninin yalanı bu. Tekelin kalkması için bu yanlışlığa ses çıkaranlar bir şekilde cezalandırılır, sindirilir, korkutulur ve hatta ortadan kaldırılır.
Ve ABD’li Medtronic Türkiye gibi ülkelerde kazandığı paralarla sadece 2010-2019 yılları arasında 36 şirketi satın almış. Tekelleşmenin bir yolu bu. Senin yerli firmalarının güçlenmesine fırsat verilmiyor. Sahip olmadığında ve elinden tutmadığında bir bir elinden çıkıyor. “ejderhaların” önünde duramıyorsun.
Senin tanı kitini, senin kendi ulusal pazarına bile sokturmuyor. Tanı kiti üreten milli ve yerli firmalar ülkemizde bu şekilde “batırıldı”. Daha doğrusu ejderhalara küçük lokma oldu.
100 yıldır bu ülkenin yapamadığı "silahsız ve silahlı insansız hava aracı" yapan ve uçuran Selçuk Bayraktar, bizi bürokratlar engelledi diyor. Adam diyor ki: "başından beri her şeyimle engellendim ve hala daha engellenmeye çalışılıyorum” . Otomotiv sektörüne parça üreten Baykar firması olarak değil, Bu ülkenin Cumhurbaşkanı'nın damadı olarak diyor. Bu ülkenin Başbakanı'nın damadı olmasına rağmen engelleniyor, iftiraya uğruyor. Peki diğerleri bürokrasi engellerini nasıl aşacak , iftiraların karşısında nasıl duracak?
Peki nasıl oyun kurucu hale gelebiliriz?
Molekül saflaştırma zorunluluğu veya ilaç ruhsatlandırma kriterlerini onların kanunlarını mutlak kanun olarak bu ülkeye dayatırsan, oyun kurucu olarak onları kabul etmiş oluyorsunuz. Sonrası onların size biçtiği görev ile kalıyorsunuz!
Bu kördüğümü çözmek için ne yapmamız lazım?
Cesur ve radikal bir karar verebilirsiniz. Kanun ve kuralları İran, Rusya, Çin, Hindistan nasıl kırmışsa, nasıl kendi kanunlarını yazmış ve başkasının oyununa malzeme olmaktan kurtulmuşsa biz de bu yolu deneyecek ve kıskaçtan kurtulabiliriz.
MİLLİ VE YERLİ ÇÖZÜM YOLU
En basit yolu Hindistan bulmuş ve ülkesine ait yüzlerce yıllık tıbbi formüllerini bunlar ‘geleneksel Hint tıpı formülüdür, modern bilimin yöntemlerinin ürünü değildir' diyerek kendi mührünü vurmuş. AYURVEDİK TIP (HİNT TIPI) adı altında üretmiş ve tüm dünyaya da ihraç ediyor, kendi tıp kültürünü de yayıyor. Dünyanın hemen üçte birinde bu metotları ve ürünleri doktorlar reçete ediyor, halk da kullanıyor.
Dünya patent haklarını dinlemeyen ülkeler var. Hindistan bunlardan birisi. Dünya Patent Haklarını dinlemiyor. Benim 1,5 milyon kadar kanser hastası insanım var diyor. Ben bunu dinlemiyorum diyor haklı olarak. Jenerik olarak aynı ürünü yapıyor.
Biz de kendi başımızın çaresine bakmamız lazım. Ayrıca geleneksel tıbbı diriltmeliyiz. Geleneksel, yada tamamlayıcı tıbbı geliştirerek kullanışlı hale getirmeliyiz. Doktorlar reçete edebilmeli.
Dünya sağlık harcamalarında ve sağlıkta en az ilaç kullanan toplum Hindistan. Sonrası Çinliler... 1 milyar üstünde nüfusa sahip Hindistan 16 -20 milyar liralık ilaç kullanıyor, 80 milyonluk Türkiye Hindistan'da daha fazla sentetik ilaca para yatırıyorsa, ortada bir yanlışlık var.
Çin Akapunktur'unu kültür olarak dünyaya yaydı, Çin tıbbını yaydı, otları bile ülke kültür ve reklamı olarak kullanılıyor.
Halbuki bizim kültürümüzde, tabiatımızda binlerce yıllık zengin birikimimiz var. İbn-i Sina bin yıldır dünya tıp biliminde okundu. Kendimize yetecek ve Dünyaya satacak çok şeyimiz var. Türkiye geleneksel ve tamamlayıcı tıpta dünya mutfağı olabilir.
Tüm dünyaya da ilaç ruhsatlandırma kriteri için hücre kültür çalışması, hayvan deneyleri faz deneyleri (faz 1-2-3) derken, en hızlı çıkacak ilaç 10 yılda işlemler tamamlanabiliyor. Oysa bitkisel ilaçlar binlerce yıldır kullanılmaya devam ediyor. Mesela bir bilim adamı ya da bir yatırımcı bunları bile bile niye bu işe girsin? Tünelin ucu gözükmüyor çünkü
Yani bir akademisyen öyle bir şeye kalkışsa ömrünün yetmeyeceğini bildiği için kimse uğraşmıyor, yatırımcı en az 10 yıl sonra ne olacağı belli olmayan bir projeye de kimse para yatırmıyor. Zaten devlet de üretim tesisi kurmuyor.
Dışa bağımlılıkta enerjiden sonra ikinci sırada ilaç geliyor. Allah korusun ilacını ithal ettiğimiz firmaların bize ürün vermediğini düşünün, ülkemiz gerçekten zor durumda kalır. Malum İran'a ambargo uygulandı ama İran artık şu anda biyoteknolojik ürünlerde ve ilaç konusunda kendi kendine yeter hale geldi. Akılları başına geldi. Darısı bize.
Patent kanunları vs hep bizim gibi ülkelerin aleyhine çalışıyor. Nüfusu büyük bir ülkeyiz. Dünya Patent Kanunu’na uyalım ama son dönemde getirilen ve elimizi bağlayan düzenlemeleri arkasındaki niyetleri ve bizim nasıl engellenmek istendiğini görelim.
Milli İlaç Endüstrisi Başkanlığı dağınık halde sağlık sektörünün güçlerini bir araya getirebilir. Bilim insanlarını, yatırımcıları ve endüstri liderlerini bir araya getirebilirsek o zaman gerçekten kendimize yetebilecek ve hatta başka ülkelere de satabilecek tıbbi malzeme ve ilaçlar geliştirebiliriz.
Türkiye’nin yetkin ve uzman bilim adamları var. Herkes kendi alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir araya gelmedikçe faydalı bir şeyler üretmek mümkün olmuyor.
MİSEB sayesinde savunma sanayiinde sağlanan anlayış ve kümeleşme ilaç alanında da yapılabilir. Sadece muadil ya da fason ürün olarak değil yenilikçi ilaç dediğimiz kendi molekülümüz, özlük haklarıyla yani patenti ve yayınları ile tamamen ülkemize ait ilaç geliştirebiliriz.
Daha da önemlisi Hindistan, İran, Çin, Rusya gibi kendi tıp ve tedavi anlayışımızı meydana getirebiliriz.
MİSEB kendi ilacımızı geliştirmek bize büyük özgüven sağlayacak. Molekülü hemen Faz-III yada Faz-IV'e kadar çıkaralım demiyoruz. Molekülü Faz-I'e getirmek bile önemli bir aşama. 4-5 milyon dolarlık yatırım anlamı taşıyor çünkü. Geliştirdiğiniz ürün 100 milyon dolar etmeye başlıyor.
O takdirde büyük firmalar satın almak için peşinize düşüyor hemen. Yani ekonomik anlamda da kazançlı olan projeler. Satın alan firma geliştirmeyi tamamlıyor, güvenlik çalışmasını da yaparak piyasaya sunuyor. Ülkemizde faz çalışmalarını yapabilecek merkezler var artık.
Milli Sağlık Endüstrileri Başkanlığının kurulması ile sağlık alanında dağınık potansiyellerin bir araya geleceğine inanıyoruz. İlmin ve aklın ışığında, milli ve yerli gereklilikler doğrultusunda ihtiyaç duyulan yapılanmalara zaman geçirilmeden başlanmalıdır.
-
☪Kürdüm ☪ 3 yıl önce Şikayet EtSüper, Allâh senden razı olsun REIS ! I LOVE YOU ☪ Recep Tayyip Erdoğan ☪Beğen