Tepki çeken tarihi Datça Çeşmeköy Cami restorasyonunda yeni detaylar
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün'ün, sosyal medya hesabından tarihi Çeşmeköy Camii’ndeki restorasyon çalışmalarıyla ilgili yaptığı paylaşıma gelen tepkiler sonrası mimar Meral Oğuz çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
ABONE OLÖzellikle eski eserlerin restorasyonu üzerinde çalışmalar yapan ASAR Anı Sanat Araştırma Restorasyon Mimarlık şirketi kurucusu mimar Meral Oğuz, tarihi Çeşmeköy Camii'nin restorasyonuna ilişkin yaptığı değerlendirme şöyle:
10 Haziran 2022 saat 14:22’den beri MUĞLA SEVERLERİN gündemini meşgul eden Datça-Cumalı Mahallesi Çeşmeköy Mevkii’nde bulunan tarihi Çeşmeköy Camii’nin restorasyonuna dair Muğla Büyükşehir Belediye başkanı Osman Gürün’ün özel hesabından yapılan “öncesi/sonrası” paylaşımı üzerine çeşitli kanallardan direk muhatabı olmasam da hasbelkader Muğla il geneli restorasyon proje/müşavirlik ve uygulamalarıyla 2001 yılından beri serbest mimarlık hizmetlerinden restorasyonu önceleyen bir işliğin kurucusu mimar olarak tarafıma gelen “Ne diyorsun/sunuz?” sorularını cevaplama gereği ve görüşlerime önem verip soran vatandaşlara karşı da sorumluluğu doğmuştur.
NE DİYORSUN/SUNUZ?
Bu soruya ilk cevabım hiç düşünmeden kelimesi kelimesine şu oldu: “Müteahhidin başında kontrol teşkilatı ve kadrosunda tam zamanlı restorasyon uzmanı şantiye şefi olmadan kafasına göre uygulama yapıp, yapının tüm eskilik değerinin yok olmuş olmasıdır. Proje müellifinin de buna ses çıkarmamasıdır.” Ardından şu cümle geldi: Başkanın bunu paylaşması ilginç. Değil mi? Buna ilişkin düşüncelerimi önceki gün paylaştım. Şimdi gelelim başkan Osman Gürün’in sosyal medya hesabından yapılan Neydi?/ Ne oldu? paylaşımına yağan tepkilerin kaynağındaki duygunun altında yatan YAPININ ESKİLİK DEĞERİ dediğimiz değerinin nasıl yok olmuş olabileceğine. (Bakınız kremalı pasta-oreolu dondurma gibi haklı bulduğum eleştiriler)
Paylaşımdan anlaşıldığı üzere söz konusu camii restore etme Proje fikri Muğla Büyükşehir Belediyesine aittir. Projenin müellifi ise kent kültürü üzerine çeşitli kitapları bulunan yazar-Y.mimar Ertuğrul Aladağ’dır. Uygulamanın bütçesi de Muğla Valiliği uhtesindeki eski eserlerin onarımına katkı fonundan karşılanmış olmalıdır. (Öyledir herhalde diye tahmin ediyorum, değilse o da ayrı konu)
PEKİ BU NOKTADA SÜREÇ NASIL İŞLİYOR BİR ONA BAKALIM:
Kudeb’lerin (Koruma Uygulama ve Denetleme Bürosu) ilgili yönetmeliklere göre teşkil edildiği bölgelerde -Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığının kendi projeleri haricindeki- eski eser yapıların müdahale kararlarını içeren restorasyon proje onayı kurul kararında yüksek kurul ilke kararlarına göre şöyle denmek zorundadır: “projelerin uygun olduğuna, uygulama sırasında yeni izlere rastlanması durumunda projelere işlenerek Kurulumuza iletilmesine, uygulamanın Muğla Büyükşehir Belediyesi KUDEB denetiminde, proje müellifi denetimi ve sorumluluğunda yapılmasına, uygulama sonucunu gösteren teknik rapor ve fotoğraflar kurulumuza iletilip uygun görüş alınmadan söz konusu yapıya kullanma izni verilmemesine karar verildi” bu cümleyi gelin birlikte bileşenlerine ayıralım:
1) UYGULAMA SIRASINDA YENİ İZLERE RASTLANMASI DURUMUNDA PROJELERE İŞLENEREK KURULUMUZA İLETİLMESİNE…
Peki bunu kim yapacak? 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu ve ayrıca 5846 sayılı fikir sanat eserleri kanununa kapsamında proje müellifi kim ise o yapacak. Burada kimdir proje müellifi? Projeyi yapan ve Koruma kurulundan onaylatan büro tescil belgesi olan vergi mükellefi serbest mimar. Peki bu işte ne olmuştur? Projeyi kuruldan onaylatan müellifin beyanına göre
“Restorasyon projesi bana ait. Uygulama sorumluluğu belediyenin; ayrıca proje müellifliği de onlara geçti.” olmuştur.
Bu nasıl olmuştur? Proje müellifi sayın Ertuğrul Aladağ beyanında şöyle demiş:
“…ihaleyle verilen inşaatın başlaması aşamasında, inşaatın denetlenmesinde Belediye Kudeb denetlemesinin öne geçmiş olduğunu fark ettim... Dışlanmışlık hissiyle: doğan çocuğu başkasının kucağına vermenin kaçınılmaz olduğunu fark ederek, müellifliği devrettim; zaten mevzuatta böyleydi.”
Buradan anlaşılıyor ki müellifin kurul kararı ile verilen denetim ve uygulama sorumluluğu görevinin (ki yerine getirilmemesi halinde bir aykırı uygulama olduğunda kurulun tek muhatabı konumunda olandır ve aykırı uygulama halinde meslekten men cezası alandır) gereği olan idare ile arasında bir mesleki kontrollük sözleşmesi tesis edilmemiştir ki müellif kendini kurul kararı ile verilen görevden “dışlanmış” hissetme lüksünü yaşayabilmiştir. Lüksü diyorum çünkü 1. Grup anıtsal yapı sınıfındaki bir eski eserin uygulama sorumluluğu -hele ki ikamet ettiğin kentten uzak bir yerleşkede ise- öyle az buz bir görev olmayıp 1) İdare 2) Yüklenici 3) yükleniciye bağlı -güya mahallinde yaşadığını ikamet belgesi ile ispat etme ve her dakika işin başında olma zorunluluğu bulunan- restorasyon uzmanı şantiye şefi üçgeninde insanın ömründen ömür götüren bir görev ve sorumluluktur. (Ki bu üçgenin Bermuda Şeytan Üçgenine dönüştüğü ilimizdeki nice örnekleri de, soran, sormaya cesaret edecek olan yürekli araştırmacı gazeteciler ve etkin olmak isteyen mülki amirler olursa bilahare ve hiç sakınımsız somut delilleri ile anlatır, neden kentimizde kimi kadrolar değişmediği sürece resmi ihalelere girmediğimizi, girmeyeceğimizi girenlerden de soran olursa kendilerini nerelerde ve nelere karşı ve nasıl kollamaları gerektiği ile ilgili uyaracağımı anlatırım…)
Kurul Kararı ile müellife sorumluluk verilir ancak ticaret hukukuna uygun mimarlar odası asgari bedel tarifesinden az olmamak kaydıyla düzenlenmiş mesleki kontrollük sözleşmesi yoksa kimse bu görevi niye yerine getirmedin diye soramaz dolayısıyla müellif olarak hele ki yukarıda tariflenen gibi üçgenler arasında uygulama sorumluluğunu üstlenmesen daha iyi/yeğ olabilir… İlimizdeki örneklere bakıldığında ise müellifin içinde olmadığı bir uygulamanın hiç ama hiç içe sinilen şekilde sonuçlandığı olmamıştır. Olmadığından da; zihniyet değişmediği ve kimi kadroların liyakat sahibi olanlarla yenilenmediği sürece bu durum doğurduğun çocuğu sokağa atmak ya da imkansızlıklar nedeniyle kendi çocuğunu kendi istediğin şekilde yetiştirememek onu koşulları çok da iyi olmayan bir yetiştirme yurduna teslim etmek ile eş değer bir duygudur. Nitekim müellif mimar Sayın Aladağ’da “Dışlanmışlık hissiyle: doğan çocuğu başkasının kucağına vermenin kaçınılmaz olduğunu fark ederek, müellifliği devrettim; zaten mevzuatta böyleydi.” demiştir.
Peki soralım: Hangi mevzuat kuzum? Biri bana bu mevzuatın nerede yazdığını bir gösterebilir mi? Böyle bir mevzuat yok ama böyle bir kötü gelenek var. Ve bu kötü gelenek de kentimize, kentimizdeki restorasyonların emlak vergilerinden % 10 kesinti yapılarak oluşan fondaki bütçelerini belediyelerin bütçelerine aktaran Yatırım İzleme kadrosu ile görüşmeler yapan müteahhitlerin önerisi (ricasıyla!) kentimiz büyükşehir olduktan sonra ilk başlarda değil de belli bir zamandan sonra tam da tarih veriyorum 2013 yılından sonra getirilmiştir. Bu fondan yararlanan diğer kurumlar da bu kötü geleneği taklit etmişlerdir. Sizce neden bu öneri/rica? Onu da talep eden olursa detaylı bir şekilde bilgi ve belgeleriyle anlatırım… Dolayısıyla bu kötü geleneğin zararlı çıkanı da yine kentimiz olmuştur. Böyle bir gelenek kentimiz büyükşehir olmadan önce özel idare zamanında var mıydı? Cevap veriyorum: Yoktu. Bakınız başında restorasyon uygulama tecrübesine sahip müellifi olan onca müspet restorasyon uygulaması.
2) UYGULAMANIN MUĞLA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KUDEB DENETİMİNDE, PROJE MÜELLİFİ DENETİMİ VE SORUMLULUĞUNDA YAPILMASINA
Cümleyi tekrar okuyalım. Peki neden Kudeb’lerin denetim yetkisi var ama sorumluluğu yok? Müellifin hem denetim yetkisi hem de sorumluluğu var? Davul başkasının tokmak başkasının elinde olabilir mi? Olmamalı? Aykırı bir uygulamada müellifin kellesi gidip Kudeb Mimarının kellesi yerinde kalsın kamuda işler aksamasın denmiş olabilir mi? Ya da her Kudeb’te restorasyon uzmanı ya da mevzuata göre restorasyon uzmanlığı yerine geçebilecek restorasyon iş bitirmesi bulunan dolayısıyla restorasyon uygulamasını denetleyebilecek tecrübeye sahip olan mimar bulunmuyor olabilir mi? Evet olabilir, örneğin Milas Belediyesi Kudeb’te ve Bodrum Belediyesi Kudeb’te restorasyon uzmanı mimar bulunmamaktadır. Dolayısıyla yetkinliği olmayana yetki verilemeyeceği gibi sorumluluk da verilemez olmalı, kurul kararları ile Kudeblere sorumluluk değil sadece denetim yetkisi verilmiş oluyor. Böylece hele ki şantiye şefi de ortada yoksa, gerekirse kudeb personelleri değil de Müellif serbest mimarlar kurban ediliyor yada edilmeye kalkışılabiliyor. Bununla birlikte Koruma Yüksek kurlunun 660 nolu ilke kararının III. UYGULAMANIN DENETLENMESİ başlığında: “Koruma Kurullarınca onaylanan her ölçek ve nitelikteki plan ve projelerin uygulamada uzmanlarınca denetlenmesi gerektiğine, bu anlamda, imar ve koruma mevzuatında, belediyelere ve valiliklere verilen denetim yükümlülüğünün yanı sıra, UYGULAMANIN MÜELLİF MİMAR TARAFINDAN DENETİMİNİN DE YASAL VE MESLEKİ BİR SORUMLULUK OLDUĞUNA, Uygulamanın kurulu kararlarına uygun olması için gerekli mesleki denetim sorumluluğu, aynı şekilde serbest mesleki hizmet yetki ve koşulları taşıdığı mimarlar odasınca belirlenen müellif mimar tarafından üstlenilmesine, söz konusu mesleki denetim sorumluluğunun, MÜELLİF MİMARIN İSTEĞİ İLE AYNI KOŞULLARI TAŞIYAN BİR BAŞKA MİMARA DEVREDİLEBİLECEĞİNE, iskan izni için denetimden sorumlu mimarın, uygulamanın kurul kararına uygun olarak sonuçlandığına dair raporun koruma kuruluna iletilmesi gerektiğine” denmiştir. Peki müellif bu sorumluluğunu nasıl yerine getirecektir. Öncelikle mimarın bu sorumluluğu işverence/idarece sözleşme/teminat altına alınacak ve ruhsata da bu sözleşme gereğince imza atacak böylece bu sorumluluğu yerine getireceğini taahhüt edecektir. Tıpkı yeni yapı ruhsatlarında müelliflerin ruhsat dosyalarına verdikleri taahhütler gibi. Yani sözleşme yoksa kurul kararı ile fiili durum arasında büyük bir çelişki ve dolayısıyla başıboşluk oluşmaktadır. Sözleşme yapıldı diyelim her dakika şantiyede olması gereken müellif mimar mıdır? Cevap veriyorum: Hayır. Müellif mimar uygulamanın her değişen iş aşamasında bulunur önceki aşamada konuşulanları ve şantiye defterine kaydedilerek ya da ne konuşulduğu 3 imzalı (müellif, şantiye şefi ve TUS mimarı) tutanak altına alınarak belirlenen uygulamaları denetler ve aykırılık varsa düzelttirilmesini söyler ve düzeltilmesi için zaman verir. Kime? Şantiye şefine. Düzeltilmez ise idareye ve kurula yazılı olarak bildirir, idare ya da kurul gereğini yapar. Aykırılık yoksa bir sonraki ziyaretine kadar kendisinin bilgisi ve kurul onaylı proje dahilinde neler yapılabileceğini ve yapılamayacağını tarif eder. Müellif mimar ile şantiye şefinin farkı nedir? Şantiye şefi uygulamanın başından sonuna kadar uygulamanın her dakikasında işçilerin başında durup işin fen ve sanat kaidelerine ve koruma ilkelerine ve projeye uygun yürümesini tesis eder, projeye yorum katmadan (yorum yetkisi yoktur) aynen uygulatır, çelişkili gördüğü hususlar, projede sehven yapılmış ve müellifinde dolayısıyla kurulun da gözünden kaçmış teknik hatalar ya da yeni çıkan bilgi bulgular var ise işi derhal durdurur ve müellife “şimdi ne yapalım?” diye müellif sözleşmesinde yazan iletişim kanallarından haber iletir. Müellif bu arada ne mi yapar? Ofisinde yeni projelerine çalışıyor ya da resmi kurumlarda diğer projeleri ile ilgili işlerini takip ediyor, yürüttüğü diğer projelerle ofisindeki istihdamın sürekliliğini sağlıyor, proje ve kontrollük hizmetlerinin faturasını kesiyor, devlete vergisini veriyor, bu vergilerin yol, su elektrik olarak, bazen de iyi restore edilmiş gelecek kuşaklara güvenle aktarılmış eserler olarak geri dönmesine çabalıyordur, tıpkı kentlilerin ödediği emlak vergilerinden arttırılan fonun kente iyi restore edilmiş yapılar olarak geri dönmesinin beklendiği gibi. Gereken zamanlarda da bilhassa her değişen iş aşamasında şantiyelerini ziyaret ediyordur. Yok öyle müellifin başından sonuna şantiye çavuşu gibi işin başında durma lüksü… Müellif devletin/kamunun kadrolu elemanı değildir. Olmamalıdır.
3) UYGULAMA SONUCUNU GÖSTEREN TEKNİK RAPOR VE FOTOĞRAFLAR KURULUMUZA İLETİLİP UYGUN GÖRÜŞ ALINMADAN SÖZ KONUSU YAPIYA KULLANMA İZNİ VERİLMEMESİNE KARAR VERİLDİ.
Kurul kararlarının bu kısmında teknik raporu kimin yazacağı hususu net olarak belli edilmiyor olsa da burada kastedilen kurul üyelerince 5846 sayılı yasaya aykırı davranma suçu işlememesi adına proje müellifi mimarın teknik raporunun iletilmesinin istendiğidir. Zira müellifin “şantiye şefi uygulamayı iyi yürütememiş, ya da başında durmadığından ilgili idaresince verilmiş sertifika sunamamasından usta olmadığı anlaşılan ustalarca (!) kafasına göre ve projeye aykırı uygulama yapılmış düzeltilmeli” dediği bir uygulamayı kurul uygun bulup yapı kullanma izni verirse müellifin kurula 5846 sayılı fikir sanat eserleri kanununa göre dava açma hakkı doğar. Bunun tam tersi de müellif projeye uygun olamayan bir işe yalan beyanda bulunarak ya da gerekçelerini açıklamadan uygun raporu verirse kurul tarafından 2863 sayılı yasanın ilgili maddeleri uyarınca meslekten men cezası ile yargılatılma hakkı doğar.
Söz konusu cami restorasyonunda yapılan uygulamanın olumsuzluğuna ilişkin tepkilere cevap olarak Muğla Büyükşehir Belediyesi'nce yapılan açıklamanın bir yerinde, "… kiremit baskılı sıva yapının özgün haline uygun olarak aslına uygun malzeme ve teknikle yapılmıştır. Yapıdaki tüm uygulamalar yapının onaylı restorasyon projesine uygun olarak restorasyon ilkeleri ve kurallarına göre tamamlanmıştır" denmiştir. Buna karşın ve bundan farklı olarak proje müellifi ise açıklamasında: “Binanın özgün cephesinde kiremit baskılı sıva vardı. (Datça'da ve Ege Adalarında bolca kullanılmış.) Kaliteli kireci olmayan yerlerde duvar harcı kille yapılır ve su almaması için sıvanır (duvarın gevşekliğine de destek olur) ve sıva dökülmesin diye sıkça kiremit kırığı bastırılıp badalanır. ANCAK İHALE İŞİ YA BU: KİREMİDİ SÜS SANMIŞLAR...” demiştir. Düşüncem odur ki: Eski fotoğrafları incelediğimizde bu kiremit baskılı denen sıvanın kimi Fethiye / Kayaköy evlerinde de sıklıkla kullanıldığını görüyoruz. Bu sıva tekniği daha çok yapının tüm yüzeyinde değil de zamanın birinde dökülen sıva kısımlarında tamir harcı olarak kullanıldığı gözlenmiştir. Mevcut sıva katmanını ve sıva altı dolgusunu tümüyle kaldırmadan üzerine uygulanan tamir harcının düşmemesi ve yüzeyde daha iyi tutunması için kiremit parçaları donatı işlevi gördüğü gibi aynı zamanda gerek toz, gerek pirinç gerekse de parçalı formda kiremit malzeme harcın bünyesindeki suyu tutar ve harcın hızlıca kuruyup çatlamasını önler, sıvanın bünyesindeki suyu yavaş yavaş vermesini çatlamamasını sağlar. Paylaşımdaki eski fotoğrafa bakıldığında bu kiremit parçacıklı sıvanın yapının tüm cephesinde değil bazı yerlerinde zannımca zamanın birinde dökülen sıva parçalarının yama şeklinde tamir edilmesinde kullanıldığı dolayısıyla bir müdahale izi olduğu görülmektedir. Restorasyon sırasında bu doku tüm yüzeye uygulandığında (outocad programındaki hatch=tarama komutu gibi) elbette ki bu yanlış bir uygulama olmuştur. Özgününde tüm yüzeyde kiremit parçacıklı sıva kullanıldığına dair bir kanıt da öyle sanıyorum ki olmasa gerek. Bu durumda yapının esaslı onarım ile müdahale gördüğü güne kadar olan hafızalardaki halini çok da değiştirmeyen, yüzeyin kısmen yenilenip kısmense konserve edildiği (duvar iç yüzeylerinin sıvanıp güçlendirildiği, dış yüzeylerinin de tekniğine uygun borulama yapılıp zarflanarak müellif denetiminde enjeksiyonla güçlendirildiği) mevcut dokunun dolayısıyla yüzeyin eskilik değerinin korunduğu bir restorasyon anlayışı doğru olurdu (naçizane fikrim). Yapının basit dikdörtgen tek katlı formu nedeniyle beden duvarlarında ciddi yapısal çatlaklar yoktuysa çok da taşıyıcılık açısından sorunlu bir durum teşkil etmiyor olsa gerek. 1. Grup anıtsal yapı olduğuna göre öyle sanıyorum ki Kurul dosyasında da restorasyon konusunda deneyimli bir inşaat mühendisi raporu ve ruhsat ekinde de statik projesi mevcuttur. (Kehanette bulunuyorum tabi ama dosyasına bir bakılması lazım) Tüm cephe yüzeyinin müellifinin kiremit baskılı olarak tanımladığı sıva ile kaplı olduğunun kesin kanıtı olan bir veri/eski fotoğraf olduğunu da beklemiyorum doğrusu. Elinde böyle bir fotoğraf olan varsa da Koruma kuruluna iletsin ve kamuoyuyla da paylaşsın derim. Bir de tabi mimari projede cephe yüzeylerindeki bozulmalara nasıl müdahale edileceği de tanımlanmış olmalı ki proje; 660 sayılı ilke kararına uygun ve eksiksiz bulunarak onaylanmış ve dahi Tarihi kentler birliğinden de ödül almış olsun. Onaylı projede bu kiremit parçalı sıvanın tüm yüzeye uygulanacağının açık açık yazdığı bir müdahale kararı olduğunu düşünmüyorum ki müellif de: “ihale işi ya bu: kiremidi süs sanmışlar” demiştir. Bunun dışında yapının kontur ve gabarisinde bir değişiklik olmadığı yok olan beşik çatısının yeniden yapıldığı paylaşılan fotoğraflardan görülebilmektedir. Üstad ozan-mimar Cengiz Bektaş da kitaplarında restorasyonlarda yapılan iki cehennemlik günahtan bahsetmiştir. Bunlardan biri iz silmek diğeri de -mış gibi yaparak gelecek kuşakları yanıltmaktır. Bir 3. sü de bu yapıda olduğu gibi eskilik değerinin “tümüyle” yok edilmesidir denebilir. Kimi paylaşım ve yorumlarda bahsedilen Venedik tüzüğüne dayandırılan husus da budur. Bu yapıda -mış gibi yapmak yani gelecek kuşakları yanıltmak günahı işlenmiş gibi görünmekle birlikte eskilik değerinin tamamen yok edilmesi rahatsız edici göz tırmalayıcı bir durum oluşturmuştur. (tüm yüzey mi kiremit baskılı sıvaydı yoksa sadece geçmişte tamir görmüş olabileceği düşünülen yüzeyler mi?) Benim asıl merak ettiğim Koruma kurulu hangi projenin ve hangi müellifin raporuna istinaden yapıya uygunluk vermiştir? Vatandaşların, Ayşe teyzelerin, Ali amcaların evlerinde değil de Kamu kurumlarının kendi sahip olduğu birçok yapıda olduğu gibi son anda bir asbuilt proje çizdirilerek müdahale kararları uygulanan şekliyle tadile edildiği bir proje sonrasında mı yapı kullanma izni vermiştir? Böyle bir durum vardıysa bu müellifine bilgisi ve onayı dahilinde olmuş mudur? Tüm bunların cevabı önce Y. Mimar Ertuğrul Aladağ sonra da ruhsatta adı geçen şantiye şefi ile Uygulama sorumlusu mimarda ve konuyu koruma kuruluna rapor eden mimar ile yapı kullanma iznini bu haliyle içine sindirerek veren kurulun mimar ve sanat tarihçisi üyelerinde saklıdır. Başkan Osman Gürün’e sorulacak soru ise restorasyon uygulaması konusunda deneyimi de bulunan proje müellifi Ertuğrul Aladağ’ın sözleşme ile sorumluluk vermek suretiyle uygulama sürecine neden dahil ettirilmediğidir. Müellif diyor ki: “Resmi sistem, müteahhitle baş başa olmak derdinde; aralarında mimarın olmasını sorun görüyor.” Bunu bizzat deneyimleyen bir restorasyon mimarı olarak diyorum ki bu baş başa olmak istemenin nedenleri de çok iyi biliyoruz. Olay tamamen duygusal… Bu duygusallığın bedelini ise bu toplum boşa giden vergileri ve çoğu zaman geri dönüşü olmayan müdahalelerle değersizleştirilen kültürel değerleri ile ödüyor.
Gerçekçi olmak gerekirse, Kudebin mevcut kadro yetkili ve görevlileri sayısı ve sayının mesleklere göre dağılımı itibariyle söz konusu restorasyona, il genelindeki diğer restorasyonların denetlenmesi görevi de varken ne kadar layıkıyla vakit ayırabilmiştir? Muğla ili geneli masa başı ve sahadaki asli görevlerinin yanı sıra il içi ve il dışı katılmaları gereken kurul, toplantı, teknik gezi, eğitim vb. faaliyetler nedeniyle ayda kaç gününü sahada olmaya ayırabilmektedirler. Müellifin olmadığı yerde Kudebin ne derece etkin bir işlevi vardır bu denetimlerin yeterliliğini lütfen sizler de değerlendiriniz… Ben KUDEB’te görevli bir mimar olsam, kurul kararına da uygun olarak müellife sözleşme ile sorumluluk verilen bir uygulamada daha rahat eder, aksini kabul etmez ve gerekçeli olarak amirince yapılan görevlendirmeyi reddederdim. Sen sağ ben selamet derdim... Unutmayalım ki ilgili yönetmelik Madde 15 der ki: — Kamu kurum ve kuruluşları ve belediyeler ile gerçek ve tüzel kişiler, Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurullarının kararlarına uymak zorundadır