Türk halkı köyden kente göçünce şişmiş!
Obezite Türkiye'nin de önemli sağlık sorunları arasında artık. Dünyaca ünlü beyin araştırmacısı Prof. Miklos Palkovits, Türk insanın kilo problemini 100 yıllık bir temele dayandırdı.
ABONE OLAvrupa'nın tıp fizyoloji alanındaki en büyük bilimsel organizasyonu olan FEPS Kongresi, ilk kez Türkiye’de gerçekleştirildi. 3-6 Eylül 2011 tarihleri arasında İstanbul Yeditepe Üniversitesi’nde düzenlenen kongreye 40 farklı ülkeden yaklaşık 600 araştırmacı katıldı.
Avrupa Fizyoloji Birliği (FEPS) ve Türk Fizyolojik Bilimler Derneği, İngiliz ve İskandinav Fizyoloji Dernekleri, Nöroendokrinoloji Derneği ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen kongre programında 10 konferans, 18 sempozyum, iki kurs, 49 serbest sözlü sunum ve 321 poster sunumu yer aldı.
Konferans, sempozyum ve kurs konuşmacıları arasında çok sayıda uluslararası saygın araştırmacı yer aldı.
Kongrenin başkanlığını yürüten Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bayram Yılmaz, Dünyaca ünlü beyin araştırmacısı Prof. Miklos Palkovits ve New York Albany Üniversitesi’nden Prof. Dr. David Carpenter Haber 7'ye önemli açıklamalarda bulundu.
TÜRK BİLİM ADAMLARI İÇİN ÖNEMLİ FIRSAT
Aynı zamanda Avrupa Beyin Araştırmaları Konseyi Türkiye Temsilcisi. Uluslararası birçok başarılı projeye imza atan Yılmaz’a kongreyle ilgili sorularımı cevapladı...
Bu kongrenin önemi nedir? Türkiye’de gerçekleştirilmesine nasıl karar verildi?
Bu kongre Avrupa Fizyoloji Birliği tarafından iki yılda bir düzenleniyor ve her ülke en üst düzeyde bilim insanları tarafından temsil ediliyor. Ülkemizde tıp fizyoloji biliminin daha da gelişmesi, bilimsel işbirliği, Avrupa Bilim Projeleri gibi ortak girişimlerin başlatılması için en iyi buluşma ortamını sağlıyor bu toplantı. Ayrıca, genç Türk araştırmacıların seçkin bilim insanlarıyla tanışması, burs ve onların laboratuarlarında çalışma imkânı bulabilmesi bakımından da büyük önem taşıyor.
FEPS Kongresi’nin Türkiye’de düzenlenmesi için Türk Fizyolojik Bilimler Derneği beş yıldan beri uğraş veriyordu. 2009 yılında Münih’te FEPS Başkanı Prof. Dr. Ulrich Pohl ve Genel Sekreteri Prof. Ger van der Vusse ile Prof. Dr. Neyhan Ergene ve benim yaptığımız bir toplantıda kongrenin İstanbul’da yapılmasına ikna ettik. 2010 Ekim ayında Yeditepe Üniversitesi’nde yerinde incelemeler yapıldı ve kongre tarihi kesinleştirildi.
Türk üniversitelerinin ve bilim adamlarımızın uluslararası arenadaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son yıllarda giderek artan sayıda Türk bilim insanının başarılı projelere imza attığını görüyoruz. ABD ve Avrupa’da önemli üniversitelerde çalışan Türk araştırmacıların yanı sıra (Harvard’da çalışan Prof. Dr. Hüseyin Aktaş ve Amsterdam Üniversitesi’nde çalışan Prof. Dr. Can İnce gibi) Türkiye’den de araştırmacılar uluslararası önemli bilimsel toplantılarda sunumlar için davet edilmektedir. Ancak, bu bireysel başarıları Türk Üniversiteleri için söylemek zor. Üniversiteler içerisinde önemli projeler yürüten bölümler var, ancak kurumsal ve bütün olarak Üniversitelerin almaları gereken daha çok yol olduğunu düşünüyorum. Yeni açılan çok sayıda üniversite nedeniyle, iyi yetişmiş akademisyenlerin idari görevler almak zorunda kalması bunun nedenlerinden bir tanesi. Ancak, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığının yurtdışına master ve doktora eğitimi için daha çok asistan göndermeye başlamasıyla bu sorunun da önümüzdeki yıllarda çözüleceğine inanıyorum. Türk araştırmacılar olumlu gelişmelerden biri de, son yıllarda TÜBİTAK ve ilgili kuruluşlar tarafından bilimsel projeler için ayrılan bütçenin hükümet tarafından katlanarak artırılmış olmasıdır. 2008 dünya ekonomik krizi nedeniyle, ABD ve Avrupa’da birçok üniversitede bilimsel araştırmalar için fonlar kısıtlanırken, ülkemizde araştırma desteğinin artmaya devam etmesi Türk bilim insanları için önemli bir fırsattır ve doğru yönetilmesi gerekir.
11 EYLÜL'ÜN SAĞLIK SORUNLARI
New York Albany Üniversitesi’nden Prof. Dr. David Carpenter, 11 Eylül 2001’deki saldırılardan sonra başta Manhattan ve New York’un diğer bölgelerinde yaptığı araştırmaların sonuçlarını içeren konferansında önemli bilgiler verdi:
“Manhattan saldırılarının en önemli sonucu psikolojik travmalardır. Özellikle de çocuklar için. Bundan başka en belirgin sağlık sorunu solunum sistemi hastalıklarında görülmektedir. Özellikle kronik solunum yetmezliği ve bronşit. Bunun temel sebebi binaların yıkıldıktan sonraki toz, fiber bord parçalarının solunum yoluyla vücuda giren parçalarıdır. Yangın söndürme çalışmasına katılan itfaiyecilerin birçoğu kronik akciğer hastalığından ölmüş bulunuyor. Üçüncü büyük problem de -henüz boyutunu bilmiyoruz- saldırıdan sonra ortaya saçılan kimyasal maddelerdir. Bu kimyasal kirlenmenin neden olduğu hastalıkların ortaya çıkma süresi oldukça uzundur. Kanser, diyabet, yüksek tansiyon vb. Özellikle binanın izolasyonunda kullanılan özel sıvılar ve yangın dolayısıyla ortaya çıkan kimyasallar çok tehlikelidir. Dioksin bugün bilinen en önemli kanser sebebidir insanlarda. Bu maddeler havayla kolaylıkla yayıldığından vücuda kolaylıkla girmektedir. Yeni doğan çocuklarda alerjik astım oranı bir hayli yüksektir. Manhattan ve çevresinde yaşayan insanlar sağlık problemleri her yıl -20 yıl boyunca- takip altında tutulmaktadır.
Bölgede yaşayan çok fazla hayvan yok evcil hayvanları dışında. Hayvanlardaki etkileri insanlarınkiyle neredeyse aynı, fizyolojileri çok benziyor. Yoğun kirlenme olan şehirlerde bağışıklık sistem yetmezliği dolayısıyla köpeklerin bir yıldan fazla yaşamadığı tespit edilmiştir.”
OBEZİTE KONUSUNDA KÖTÜMSERİM
Dünyaca ünlü beyin araştırmacısı Prof. Miklos Palkovits, besin alımının düzenlenmesinde beyinde açlık ve tokluk algısını etkileyen nörohormonlar üzerine verdiği konferanstan sonra kendisine birkaç soru sorma fırsatı bulduk:
Obezite, tüm dünyada en büyük sağlık sorunlarından biri olarak duruyor. Bu sorunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kötümserim. Çünkü doğu Avrupa’da bile insanlar birazcık gelirleri arttığında daha çok besleniyorlar ve devamında obezite problemleri baş gösteriyor. Sadece kendilerinden değil çevreden de kaynaklanıyor, daha çok davet alıyor, daha çok besine maruz kaldıkları için bunlar meydana geliyor. Bu yeni bir şey değil. Ortaçağ Çin’inde güçlü ve soylular zenginliklerini göbekleriyle ve büyük bedenleriyle gösteriyorlardı. Buda’ya bakarsan oldukça şişman olduğunu görürsün.
Diyet bir çözüm müdür? Beslenme programları obeziteyi önlemek için yeterli midir?
Sanmıyorum. Bunların başarılı olacağını düşünmüyorum. Hiçbir programın başarılı olacağını düşünmüyorum. Yaşam stilini değiştirmek zorundalar. Amerika’ya veya gelişmiş ülkelerdeki insanlara bakarsan çoğunlukla bilgisayar ve televizyon karşısında saatlerce oturup hareketsiz kalıyorlar. Diyet önemli ama sadece diyet kesinlikle yeterli değil. Yaşam stili değişmek zorunda. Çünkü çok büyük bir problem.
Türkiye’yi yakından tanıyorsunuz. Türkiye’deki beslenme sorunlarıyla ilgili düşünceniz nedir?
Beşinci kez Türkiye’ye geldim. Türkiye’de ve Macaristan’da benzer sorunları görüyorum. Mantalitenin değişmesi lazım. Genel olarak orda da burada da mantalite ve sosyal problem olarak karşımıza çıkıyor. Besinler kısıtlı değil, yeterli ama egzersiz yetersizliği ve yaşam biçimlerinin uygun olmaması problemi büyütüyor. Yüzyıl önce küçük köylerde, besinin kısıtlı olduğu yerlerde insanlar daha çok enerji almak için yağlı besinleri tüketirlerdi. Az besinle çok enerji alarak yaşamlarını devam ettirirlerdi. Fakat yüzyıl öncesinin yaşamsal alışkanlığını devam ettiriyorlar. Şimdi besin daha fazla ve hala çok enerjili besinler alıyorlar. Ama daha az yürüyor, daha az çalışıyor. Bu nedenle de enerji fazlalığı fazla kilo ve obezite olarak karşımıza çıkıyor. Geçen yıl Diyarbakır’a gittim, orda da çok şişman kadınlar gördüm. İnsanlar kasabalardan, köylerden şehir merkezine geliyorlar ve daha az enerjiye ihtiyaçları olduğu halde daha çok tüketmeye devam ediyorlar. Yaşam biçimleri değişmesine rağmen beslenme biçimleri değişmiyor. Bunun değişmesi gerekiyor.
Haber 7
-
Metin Yazar 13 yıl önce Şikayet EtTabi canım.. Profösör D.Bakır'a gitmiş ve çok şişman kadınlar görmüş.Doğrudur,öyledir. G.Doğu kadını mesela karadeniz kadını gibi fazla çalışmaz.Zaten karadeniz kadını gibi çalışkan kadın sade Türkiye'de değil dünyada yoktur.Güneydoğu kadınlarının aşırı şişman olmasında hem fazla hareketli olmamalarının,hem de aşırı doğurgan olmalarının sebebi var.Kadınlar genel olarak(istisnalar hariç) hamilelikte oldukça kilo alır,daha sonra bir kısmını verseler de,veremedikleri yanlarına kar kalır.Hamileliklerin ve doğumların sayısı arttıkça da kârlar yükselir ve zenginlik artak.G.Doğu'daki yağ zenginliğinin sebeblerinin başında bunlar gelir.Daha sonra ise insanları tembelliğe iten bölgenin sıcak havası çok lezzetli olan Urfa yağı gelir.Beğen Toplam 2 beğeni
-
Metin Yazar 13 yıl önce Şikayet EtŞişmanlığın esas sebebi hareketsizliktir.. Türkler uzun süredir uyutuldukları için hareketsiz kaldılar ve duba gibi şiştiler.Eskiden Türkler ata,eşe biniyorlardı.At,eşek ve katır üzerinde gitmek için bile bir belli bir enerjiye ihtiyaç var.Göbeklerini,göğüslerini hoplata hoplata gittikleri için hareket etmiş oluyorlardı.Şimdi arabalar var.Vatandaşımız hem tebellikten,arabası var desinler diye diye yürümüyor,iki adımlık yere arabasıyla gidiyor.İnsanlarımız toplu taşıma araçlarını durağa kadar yürümeye üşendikleri için kullanmıyorlar. İstanbuldaki trafik keşmekeşinin sebebi araba sevdasıdır.İstanbul gibi nüfusu bir çok Avrupa ülkesinden çok fazla ama yüzölçümü kücücük olan bir şehirde herkes arabasıyla trafiğe çıkarsa olacağı budur.Buna hiç bir alt yapı yetmez.Beyzadeler,hanımefendiler tek başlarına arabalarına kurularak hem trafiği kilitliyorlar,hem de fıçı gibi şişiyorlar. Hafta sonları da zayiflayacağız diye spor salonlarına para döküyorlar.Çare ticari olmayan araç benzinlerenine yapılacak olan fahiş ve acımasız zamdır.Beğen Toplam 2 beğeni