Gurbet fotoğrafları sandıktan çıktı

Türkçe bir ses duymak için radyoyu kurcaladılar, mektup yolu gözlediler. Gurbette ölenlerin tabutunu duvar halılarına sardılar.Bir bavulla çıkılan yollar ve gurbette geçen ömürler, YTB’nin düzenlediği Sandıktaki Fotoğraflar adlı yarışmayla bir araya geldi.

ABONE OL
GİRİŞ 13.02.2020 17:33 GÜNCELLEME 13.02.2020 17:38 KİTAP
Gurbet fotoğrafları sandıktan çıktı
Gurbet fotoğrafları sandıktan çıktı

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) düzenlediği yurt dışında yaşayan vatandaşların ve soydaşların geçmişte çekilmiş hatıra fotoğrafları ve hikâyelerini içeren göç temalı “Sandıktaki Fotoğraflar” adlı ödüllü yarışma duygu dolu gurbet karelerini bir araya getirdi. Yarışmayla birlikte en değerli göç hatıraları bir yayında toplanarak kalıcı hale getirildi.

 

 

Almanya başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinden ilgi gören yarışmada elektronik yolla hatıralarını YTB’ye ulaştıranlardan 23’üne ait çok sayıda fotoğraf 90 sayfalık Sandıktaki Fotoğraflar adlı kitapta yayınlandı.

 

 

“Özgünlük, göç konusuna temas, görsellik, hikayenin çarpıcı ve sembolik niteliği ve belgesel nitelik” kriterleri çerçevesinde değerlendirilerek derlenen hikayelerden en çarpıcı bölümler:

“Duvar halısı”

10 yaşında ailesiyle birlikte İspir’den Bursa’ya göç eden babam, 17’sinde babasının peşinden Avusturya’ya gider. Neredeyse bir ömür aynı fabrikada çalışıp durur. Babam yola çıktığı bavula ancak birkaç kat elbise ve bu duvar halısını sığdırabilmiş. Bursa’dan aldığı bu halı birkaç yıl boyunca duvarında asılıymış. Ne Erzurumlu halı vardı diyor, ne Bursalı, bayraklı ve camili diye bunu almış. Bu halıya dalıp memleketini seyreder, geri döneceği günlerin hayalini kurarmış. Bir gün, bir kış günü komşu şehirlerden birinde bir Türk’ün vefat ettiği haber gelmiş. Tabutun üstüne örtü aranıyormuş, cenazeden de bu sayede haberdar olmuşlar. Babam duvar halısını yerinden çıkartmış, cenazeye giderken yanında götürmüş. Başka bir örtü bulunamadığı için diyor babam, tabutun üstüne halıyı örttük ve cenazeyi Çorum’a uğurladık.

Babamın hayallerini süsleyen duvar halısı gurbette bir işçinin tabutuna örtü olmuş. (Büşra Dündaran - Sekreter / Viyana)

“Türkler olmasa fabrikalarımızın hali nice olurdu”

1973 yılından bir kare. Norveç’in Drammen şehrindeki Türk işçilerin bir araya gelip çektirdiği bir hatıra fotoğrafı.

Norveç istatistik kurumunun paylaştığı bilgiye göre 1970 yılına gelindiğinde Drammen’de yaşayan Türk sayısı yalnızca 36 kişiden ibaretmiş. Birçoğu ilk başlarda sezon işçisi olarak çalışıyormuş. Türklerin yanısıra eski Yugoslavya da dahil olmak üzere farklı ülkelerden işçi göçü yaşansa da sayı itibarıyla Türkler Drammen şehrinde ön plana çıkmaktadır. Türklerin birçoğu kağıt fabrikasında ve endüstriye ait benzer yerlerde çalışmıştır.

Drammes Tidende gazetesinin 14 Şubat 1970 tarihli sayısında bölgenin iş bulma dairesinin müdürü özetle, ‘Türkler olmasa fabrikalarımızın hali nice olurdu’ diye sormaktadır. Drammen’e ait dönemin gazetelerinde Türk işçilerin defalarca gündeme geldiği görülmektedir. (Ali Rıza Karagöz - STK Temsilcisi / Norveç)

“Radyoda hüzünlü şarkılar çalardı”

1974’te 9 aylık kızımla Almanya’ya eşimin yanına gittim. Artık bizim için yeni bir hayat başlamıştı. Daha 18 yaşındaydım ve ailemden, yakınlarımdan, sevdiklerimden çok uzakta hiç bilmediğim, tanımadığım bir yerdeydim. Evde neredeyse hiç açmadığımız bir televizyonumuz vardı çünkü hiçbir şey anlamıyordum. Türkiye ile tek bağlantımız, gelen mektuplar ve radyoydu. Türkçe bir ses duymak için o radyo evdeki televizyondan kat kat daha değerliydi. “Türkiye’nin Sesi Radyosu” aracılığıyla ancak ülkemizde, dünyada olandan bitenden haberdar olabiliyorduk. Bazen dinlediğimiz türkülerle ağlar, aldığımız haberlerle coşardık. Kızımın en büyük eğlencesi radyo dalgalarıyla oynamaktı. Bu fotoğrafta eşim onu yine suçüstü yakalamıştı. (Makbule Konmuş - Emekli Ev Hanımı / Zonguldak)

“Siz baktığınızda tezgah başında çalışan bir işçi görüyorsunuz; ben kokusuna hasret duyulan bir baba.”

Fotoğraf babam Ali Davulcu’ya ait. Kendisi 1933 Trabzon Akçaabat doğumlu. Temmuz 1990’da Trabzon’da vefat etti.  Fotoğrafın çekilme tarihi konusunda çok fazla bilgiye sahip değilim. 1968-70 yılları olabilir. Babamdan kalan çok az sayıdaki fotoğraflardan biri. Çekildiği yer Almanya Düsseldorf Mannesmann Firması. Babam Ali Davulcu 1961 yılında Almanya’ya gelmek için müracaat etmiş ve kabul görmüş. Eşi ve iki kız evladını Trabzon Akçaabat ilçesi Akpınar köyünde bırakıp Almanya’ya gelmiş. Siz fotoğrafa baktığınızda tezgah başında çalışan bir işçi görüyorsunuz. Ben baktığımda ise kokusuna ve şefkatine hasret duyulan bir baba, ailesinin yaşlı gözlerle yolunu gözlediği bir eş görüyorum.     (Murat Ali Blach - Mülheim an der Ruhr / Almanya)

“Merdiven aralarında kartonların üstünde namaz kıldık”                                                      

Tarlada sabanını, ahırda hayvanını, eşini, çocuklarını ve çok sevdiği anne-babasını geride bırakan diğer gurbetçilerimiz gibi ben de Almanya’ya çalışmaya geldim. 1971 Burdur depremi biraz da işin bahanesi oldu.  72’de uçakla önce Münih’e ardından Köln D 30 Bahnhof’una trenle geldim. Ford fabrikasında işe başladım. Bir Alman bir de Türk tercüman (Yusuf Küpeli) eşliğinde fabrika ve kalacak yerlerimiz gösterildi. Böylelikle uzun yıllar süren gurbetliğimiz başlamış oldu.  

“Merdiven boşluklarında veya dev gibi makinaların arasında daracık mekanlarda kartonların üzerinde namaz kılarken”,  ağır iş yükünün yanında İslamiyet’in öncülerinin peşinden giderek  Kabe-i Muazzama’nın şubelerinden olan camilerin inşası için  uzun yıllar çaba sarfettik. Yavrularımızın başka bir kültürün içinde kaybolup gitmemesi için mutfak masrafından kıstık ufacık evlere sığıştık ama Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları olarak gerekeni yaptık.  

“Denildi mi ki bir belde İslam beldesi, gözlerimiz arar hilal-i ezan-ı Muhammed sesi”  Türk toplumu olarak alın teri ile kazandığımız paralarla bugün 15.716 m2 kullanma alanı olan Köln Merkez Camii’ni inşa ettik. (Nihat Özkan - Köln / Almanya)

“Memleketten uzak buruk bayramlar” 

Eşim 1982’de, 10 yıl çalıştığı Stalling Basımevi’nden ayrıldıktan sonra kendisini Türk gençleriyle ilgili faaliyetlere adadı. Bizim çocuklarımız o yıllarda henüz küçük olmasına rağmen arkadaşlarımızın ergenlikteki çocuklarıyla yaşadıkları sorunlara şahit olurduk. Bu durum bizi çok üzer, endişelendirirdi. İleride aynı sorunları biz de yaşayabilirdik. Bir Neşet Ertaş aşığı olan eşim küçük yaşlardan beri saz ve bağlama çalardı. Birkaç arkadaşıyla birlikte sokakta boş gezen, okuldan kaçan, oyun salonlarında kumar oynayan gençleri tek tek toplayıp onlara bir Türk kahvehanesinin odasında bağlama çalmayı öğretti. Bir süre sonra bu gençlerin sayısı artmaya başladı. Bir müzik grubu hatta folklor ekibi bile kurdular.  

Eşim ve arkadaşlarının bu faaliyetleri çok takdir gördü. Müzik grubu o kadar büyüdü ki artık Türklerin düğün ve özel günlerinde bile sahne almaya başladılar.  

Dini bayramlar kış aylarına denk geldiğinde genellikle kimse memleketine gidemezdi. Bir buruk geçerdi o bayramlar. Ama eşim ve arkadaşları bayramlarımızı da şenlendirmeyi başardılar. Büyük salonlar tutulurdu. Şehirdeki Türkler -hatta daha sonra şehir dışından bile gelenler oldu- bir araya toplanıp bayramları kutlar, sıla hasretini böyle gidermeye çalışırdık. “Sıla” kelimesi hayatıma o kadar işlemiş ki sonra torunumun adını “Sıla” koydum. (Makbule Konmuş - Ev Hanımı / Zonguldak)

“Televizyon hep arka fonda”  

Türkiye’de insanlar geniş evlerinde otururken bizim evlerimiz 40-45 m2 idi. Ama televizyon hep baş köşede. Önünde çektirirdik fotoğrafları. Öyle ya Türkiye’ye göndereceğiz. Çekilen sefaletin perdelenmesiydi bu belki de.  

“Sıla yolu menemeni” 

Samsun Havza ilçesinin Ortaklar köyündenim. 1972’de Almanya’ya geldim. İlk defa 10 yıl sonra izne gitmek için araba aldım Mercedes. Ama ne Mercedes. Hanım hala o günleri hatırlatarak der ki; “O kadar rahattı ki bu araba, direksiyonda elma soyar bize yedirirdin”. Neyse... Bagajı yükledim, bagajda yok yok. Yolda yemek yapmak için tencere, tava ve piknik tüpü de arkada.  

Yugo’ya (Yugoslavya) geldik. Karnımız acıktı. Bizimkiler (Türkler) anlaşmışcasına hepsi bir yerde ama uzak aralıklarla. Almanya’dan yanımızda getirdiğimiz ekmeklerin hepsi kurumuş, olmuş taş gibi. Yumurtalar da kırılmış zaten. Vardım bir dükkana. Anlaşamıyoruz bir türlü. Alamanca bilmiyor ki. Zor şer anlaştık, yumurta ve ekmek için, bu sefer de para geçmez. Allah’tan bagaj dolu, bişeyleri takas ettik, böylece anlaştık.  

Vardım hanıma götürdüm malzemeleri.  Bir menemen yaptı, parmaklarını yersin. Ondan sonra öyle lezzetli bir menemen daha yemedim. Zaten sonra Yugo karıştı, daha da karayoluyla memlekete gidemedik. 

YTB BAŞKANI ABDULLAH EREN: PAHA BİÇİLMEZ HİKAYELER GELECEK NESİLLERE AKTARILIYOR

 “Sandıktaki Fotoğraflar’ isimli çalışmanın göç eden vatandaşlarımızın birbirinden farklı hâtıralarının sabitlendiği fotoğrafları ve bu fotoğraflara iliştirilmiş hikâyeleri tozlu sandıklardan çıkardığını ifade eden  Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı Abdullah Eren, “Aksi hâlde yalnızca o vatandaşlarımızın çocuklarına ve torunlarına miras kalacak olan paha biçilmez hikâyeler ve hayat dersleri, böylece tüm ülkemize ve gelecek nesillere mâl olmuştur” dedi. Yayınlanan hikaye ve fotoğrafların göç edilen ülkelerin tarihlerine de ışık tuttuğuna dikkat çeken Eren, “Bu kitabın, günümüzü en çok meşgul eden meselelerden göç hareketliliği üzerine yapılacak daha başka çalışmalara da yardımcı olabileceğini ümit ediyor; akademik araştırmalarda aranan cevapların bazen bir fotoğraf karesinde bulunabileceğini düşünüyoruz. YTB olarak göçmen vatandaşlarımızın fotoğraf ve hikâyelerinden oluşacak dev arşivin kurulması için sandıklardan gün yüzüne çıkacak yeni hâtıraları da sabırsızlıkla bekliyoruz” dedi.

 

 

 

 

 

 

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR