Hatırlı hatıralar

İnsanoğlu unutmakla/nisyan ile malul olduğu gibi aynı zamanda hatırlamakla da yükümlüdür. İsmail Kara son kitabı ile yakın tarihte aramızdan ayrılan kimi isimleri bizlere yaşadığı hatıraları ile anlatıyor. Kara’nın, Dağ Ne Kadar Yüce Olsa adlı kitabı Dergah Yayınları arasında okurla buluştu.

ABONE OL
GİRİŞ 15.01.2021 14:13 GÜNCELLEME 15.01.2021 14:13 KİTAP
Hatırlı hatıralar
Hatırlı hatıralar

Unutmanın kolay, hatırlamanın zor olduğu demlerdeyiz. Hele ki mesele yeri dolmayacak insanlar olduğu vakit hatırlamak ya da birileri tarafından hatırlatılmak birer vazife hâlini alıyor. İsmail Kara Hoca, uzun yıllardır hatırlı insanların, tarihe kayıt düşülmesi gereken isimlerin hayatlarını, yaşadığı hatıralarla birlikte okura sunuyor. En son Sözü Dilde Hayali Gözde (Dergâh yay. 2013) isimli bir yönüyle biyografi, bir yönüyle hatıra deryası olan kitaptan sonra onun devamı sadedinde Dağ Ne Kadar Yüce Olsa (Dergâh yay. 2020, 285 s.) ismiyle portreler vadisinde ikinci eserini de neşretti.

 

Eserin girişinde İfade-i Merâm sadedinde yazdığı yazıda hatırat ve biyografi vadisinin insan hayatına tesir eden inişli-çıkışlı ama kimi zaman hüzünlü kimi zaman keyifli serüveninden bahseder. Dağ Ne Kadar Yüce Olsa da ise “hatırat parçaları ile inşa edilmiş olan” Hacı Hafız Süleyman Yılmaz, Selçuk Eraydın, Neclâ Pekolcay, Turgut Cansever, Kutuz Hoca ismi ile maruf Hafız Mehmet Kara, Ayşe Saşa, Hacı Fatıma Kara, Bekir Topaloğlu, Orhan Okay, Abdullah Kucur, Cahit Çollak, Nail Bayraktar’ın portre metinleri yer alıyor. Metinlerin bir kısmı daha önce Dergâh Dergisinde yayınlanmıştı. Bunlar tekrar gözden geçirilmiş, ilaveler yapılmış. Ancak pek çoğumuzun aşina olduğu bu suretler, bir başka kıvamda hem de bilmediğimiz pek çok yönleriyle karşımıza çıkıyor. Her bir isim aslında dağ gibi yürekleriyle dağ gibi meselelerin çözümü için ciddi bir gayret ve çaba göstermişler. Hayatları zaten bu işe ayna tutuyor.

BİR AHLAK ABİDESİ: KUTUZ HOCA

 

Portreler vadisinde İsmail Kara hocanın varlık sebebi olan anne ve babası ile ilgili duygu yoğunluğu fazla olan metinler yer alıyor. Aynı zamanda kendisinin hafızlık hocası olan Kutuz Hoca yani Hafız Mehmet Kara’nın aslında bir imam, hafızlık hocasından çok öte işini ciddiye alan bir ahlak abidesi. Zira mecburiyet olmadıkça senelik izin kullanmayan (kullanırsa maaşının tamamını yerine bıraktığı vekil imama veren), hafızlık talebelerine yaz tatili için müsaade etmeyen (zira izine giden talebenin psikolojisi ve disiplini altüst olmaktadır), emeklilik tazminatını şüpheli gördüğü için kabul etmeyen, hayatının merkezine maneviyat, helal lokma ve hizmeti (s. 111) almış bir kişidir Kutuz Hoca. 12 yaşında İsmail Kara, Rize İmam Hatip’e gitmek için gün saymaktadır. Küçük yaramazlıkları ile birlikte disiplinli ve zor bir süreçte hafızlığını tamamlayan İsmail Kara’nın Rize’ye gidebileceğine inanamayan annesi “bu uşak bu köyden çıkarsa üç gün oruç tutacağım” demiştir. Nihayet köyden çıkış gerçeklemiş baba Hafız Mehmet Kara’nın nezaretinde İsmail Kara Rize İmam Hatip’e gelmiş ve babası tarafından teslim edilmiştir. Bu safhadan sonra “çocukluğumun birinci evresi tamamen kapandı” diyen İsmail Kara, babasının kendisini bırakıp gittikten sonra yaşadığı hâleti “babamı vefatına kadar en büyük özleyişim muhtemelen budur” sözleri ile ifade ediyor. Anne-Baba duası ile çıkılan ilim yolunda özellikle İstanbul İmam Hatip’e gelişle başlayan süreçte kültürün menbaı olan isim ve muhitlerden nasiplenme imkânını bulan İsmail Kara Hocanın dikkati, samimiyeti, itidalli bakışı sayesindedir ki yakın tarihte yaşamış pek çok isme dair tarih, yer, zaman kayıtlı bilgilere ulaşabiliyoruz.

CANSEVER VE ELMALILI’NIN TANIŞMASI

Bu manada kitaba giren isimlerden birisi Dünyayı Güzelleştirme İhtirası başlığı ile rahmetli bilge mimar Turgut Cansever’dir. 1989’da bir dergideki mülakatıyla kendisini tanıdığında Cansever’in yaşı 70’tir. 1991’de Dergâh dergisinin yeni çıktığı arefede Mustafa Kutlu ve Sefa Kaplan ile birlikte orta sayfa söyleşisi gerçekleştirmek üzere yanına giderler. İlişkiler gittikçe kuvvetlenip, derinleşmektedir. 2003 yılında Beşir Ayvazoğlu ve Salih Pulcu ile birlikte Turgut Cansever kitabını olgunlaştırmak üzere yapılan ziyarette İsmail Kara Hocanın aldığı not ilginçtir. Zira konu Elmalılı Hamdi Efendi ile Turgut Cansever’in tanışmasıdır. “Galatasaray Lisesi’nde son sınıftayız. Sonradan üniversite hocası ve Hariciye Vekili olacak Turan Güneş sınıf arkadaşım. Bir hafta sonu bize geldiğinde babama Arapça öğrenmek, ilahiyat tahsil etmek istediğini söyledi. Ben de farsça öğrenmek istiyorum. Babam Elmalılı Hamdi Efendi tanıştı, doktorluğunu da yapardı. Bu sayede Elmalılı tefsiri ciltleri evimize gelmiş, ben de bir yaz iki cildine bakmıştım. (…) Bir gün evlerine gittik. Turan’ı dikkatle dinledi. “Arapça öğretecek müessese yok ama öğrenirsin” dedi ve devam etti: “Azmin elinden bir şey kurtulmaz. Napolyon Rusya seferinden önce 40 günde Rusça öğrenmiş, fethedeceğim memleketin lisanını bilmeliyim, diye düşünüyormuş. Ben bunu okuduğumda Avrupa Tarihi ile meşguldüm. Acaba ben de 40 günde bunu yapabilir, Fransızca öğrenebilir miyim, dedim ve 40 günden sonra da Berkson’un bir eserini Fransızca’sından okuyacak hâle geldim…”

Bana dönerek, “sen ne yapacaksın evladım?”, diye sordu. “Ben Farsça öğrenmek istiyorum Efendim, ama bilmem ki altından kalkabilir miyim?”, dedim. Tereddütlü halimden rahatsız olmuş gibi birden hareketlendi ve “ne demek yapabilir miyim, niyet edeceksin, karar vereceksin ve olacak”, dedi… Babam sohbete hiç karışmıyor, bir talebe gibi o da konuşmamızı dikkatle dinliyor. Hamdi Efendi devam etti: “Arapça öğrenmeniz için size bazılarını tavsiye edebilirim. Fakat sonra Kur’an-ı Kerim’i anlamak için VI. ve VII. asır Arapçasına nüfuz etmek lazım. Onu da ben size okutacağım... Bu sözü başka okutacak kimse yok diye anladık…” (s.73-74)

Giriş yazısında yazarın ifade ettiği gibi, “her biri, her bir yaşanmışlık anı, duygular, yaklaşımlar, sevinçler, acılar, hasretler, harabiyetler, başarılar, eserler, yorumlar, hayal kırıklıkları, zaaflar, tebessümler, çatlaklar, yükselişler, haykırışlar… en nihayetinde bizim hikayemizden birer parça barındırıyor.

“Hatıraların da hatırası olur” mu demeyin, okuyunca “insan olmanın hatırlamak, hatıralara sahip olmak, onları hatırlanır kılmak” olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

KAYNAK : YENİ ŞAFAK
YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR