Otuz yılın ışığı: Sabah Yıldızı

Mustafa Kirenci, Üretmen Han’da Diriliş dergisinin bürosunda tanıdığı Sezai Karakoç’u anlatan bir kitap hazırladı. Sabah Yıldızı adını taşıyan kitabında Kirenci, eserleri, fikirleri, çıkardığı dergiler ve kurduğu partinin çerçevesinde bir fikir adamının portresini çiziyor.

ABONE OL
GİRİŞ 15.03.2021 14:54 GÜNCELLEME 15.03.2021 15:48 KİTAP
Otuz yılın ışığı: Sabah Yıldızı
Otuz yılın ışığı: Sabah Yıldızı

Bazı eserler doğar.

Elinize aldığınızda sahih varlığını duyururlar size. Sabah Yıldızı öyle bir eser olmuş. Özgül ağırlığı hissediliyor. Müellifin ilk eseri: Elli dokuz yıl sonra gelen! Bunca yıllık bir susuş var arkasında. Kendini geri çekme, adandığı ‘anlam’ı öne çıkarma! Eserin kendi anlam ve değeri de büyüyor böylece. Kameranın arkasında kalmaya razı olma. Başka bir şey bu.

* * *

Mustafa Kirenci’yi otuz yılı aşkın bir süredir tanıyorum.

Üretmen Han’da, Diriliş dergisinin bürosunda, Sezai Bey’i ziyaretlerimde tanıdım onu. Ömer ve Halil İbrahim’le beraber.

Şimdi Türkiye’nin, varlığı hissedilen bir yayınevinin başında. Eser önde, o arkada. Dikkat edersiniz farkedersiniz. Büyüyenay Yayınları onun eseri. Kalem sahibi, ancak yazılmış eserlere, kalem sahiplerine hizmet etmeyi önceliyor. Tuğla değil harç olmayı yeğliyor yapıda. Hazırladığı eserlerin başında birkaç sayfa halinde ya da bir iki paragraflık kitap kapağı yazısı olarak var onun kalemi. Çoğu zaman imzasız.

Kitabın künyesi: 

Sabah Yıldızı

Mustafa Kirenci

Büyüyenay Yayınları

2021

688 sayfa

BİR KAYIT DEFTERİ

Sabah Yıldızı, bir kayıt defteri öncelikle. “Sezai Karakoç ve Diriliş’e Dair” kayıtlar. Onlar, kitabın kapağında da belirtildiği gibi, bir büyük ustanın “İdealini gerçekleştirme araçları” (dergi, gazete ve kitaplar elbette), “Hakkında yazılanlardan seçmeler” ve “Bibliyografya” bölümlerinden oluşuyor. Uzun yıllar “eser”in oluşum süreçlerinin de içinde bulunmuş, tanık ve işin yürümesine omuz vermiş birisinin elinden çıkması değer katıyor bu bölümlere. Ancak, bu kitap için, asıl değer tasnif ve tertip edenin dikkat ve bakış perspektifinde gizli. Çağını dolduran, geçmişi yorumlayan, geleceğe ışık düşüren bir yapı (Diriliş) ve onun baş mimarıdır (Sezai Karakoç) sözkonusu olan. Hakkında yazılanlardan seçmeler bölümünü ele alalım örneğin.. Yapılan, basit bir tasnif işi olmuyor; büyük bir söz dağını elden geçirip ayıklamak ve seçmek; ondan bir anlam yansımasını sağlamak! Gözden kaçanı farketmek ve yapı içinde durduğu yere yerleştirmek.

Eserin hacimce daha geniş bu bölümlerinin öncesinde; Sezai Karakoç’un “Kronolojik Hayatı” yer alıyor. Bir hayatı kaleme alırken, nüfûz gücü ve perspektif sahibi olmaya ihtiyaç vardır. Onu buluyoruz bu bölümde. Sözünü ettiğimiz eserin ortaya çıkmasıyla gerçekleşen işe Kirenci açısından bakarken, tasniften telife doğru bir yelpazede belki de en orijinal bölüm, kitabın en başında yer alan “Çağı ve Çağdaşları” bölümüdür. Bu yirmi sayfalık kısım, kitabın büyük gövdesine hayat veren kâlp gibidir. Biz Mustafa Kirenci’nin yaptığı işteki ufuklarını, kalem gücünü, birikimini aslî haliyle orada fark ederiz. Bu kitapla gerçekleşen amaca hizmeti bakımından!

* * *

Üretmen Han’a dönüyorum tekrar.

Son aylar içinde İstanbul Ticaret Odası tarafından yayımlanan bir kitapta, başka isimlerle beraber, Mustafa Kirenci’nin Bâbıâli (Cağaloğlu) anılarını okuduk. Onları da bu kitapla yan yana tekrar okumanızı önereceğim. Yazarın “Diriliş” günlerini bulacaksınız orada. Evet, Diriliş’in bürosuna ve o atmosfere götürüyor Kirenci bizi o yazısında. Bu anlamda bu kitabı bütünleyen bir yönü var. Fakat şunu da belirtmeden edemeyeceğim. Yine de çevrede gezdiriyor okuyucuyu. Diriliş’in etrafındaki bazı portleri kendi özgün dikkatleriyle yansıtıyor. Zevkle okudum. Ancak “Merkez” şahsiyet ayrıca yazılmayı bekliyor. O hakkı saklı. Bunu da umalım yazardan.

TARİHİN BİR PARÇASI ARTIK

Üretmen Han, tarihin bir parçası artık. Hepimizin hayatında bir yeri var oranın. 1982 yılında ziyaret ettim ilk defa Sezai Bey’i orada. On yıl kadar devam etti bu ilk ziyaretler. Kirenci’nin yazdıkları hem kalem gücü, hem de ortak anılar sebebiyle bende de yazma arzuları uyandırdı. Mesela sözünü ettiği Hüseyin Rahmi Yananlı (Allah rahmet eylesin), benim de tanığım bir kişiydi. Hemen biraz ileride, Büyük Azim Palas Hanı’nda (bugün bir otel olmuş artık orası, Yerebatan Camiinin bitişiğinde) onunla Mavera’nın bürosunda beraber çalıştık bir süre. 1980’li yılların ortalarında! Unutulmaz hatıralarım var o günlerden. Şimdi bir yandan beni gülümseten, bir yandan da hüzünlendiren. Belki o yazılara da sıra gelir bir gün.

Burada Üretmen Han’ın tarihine de bir katkı yapmak istiyorum. O yıllarda, bir seferinde, İlim Yayma Vakfı’nın bir emektarı rahmetli Remzi Yazıcı ile gitmiştik Sezai Bey’in yanına. On beş yaşlarındayken 1950’li yıllarda İstanbul’a gelmiş, İlim Yayma’ya kapılanmış, bir halk çocuğuydu rahmetli Remzi (Nedense herkes Remzi derdi kendisine, büyüklerin yanında küçükler de). Eli ayağıydı Vakfın. Güvenilir adamı. En üst kademedeki idareciler bile zamanla değişir, o hep orada kalırdı; 2000’lerin başlarında ölesiye kadar. Ayrıca İstanbul’un en mümtaz ailelerini tanırdı. Adeta, hafızası şehrin bir kütük defteri gibiydi.

O gün Üretmen Han’a girince, bir soru sormadığım halde hemen tarihçesini, kim tarafından yapıldığını, aileyi ayak üstü anlatıverdi bana. Üretmen de çalışkanlıklarını gösteriyor herhalde, dedim. Yok âbi, (kendinden küçüklere bile âbi, derdi) üüüretmen, dedi. Remzi Karadenizliydi ve birçok kelimeyi İstanbul ağzıyla söyleyemiyordu. Biraz sonra ne dediğini anlayabildim: Üğretmen, diyormuş. Üretmen kelimesinin aslı “üğretmen”miş. Yani “Öğretmen”. Öğretmen Han adının, kayıtlara geçerken, bir yanlış anlaşılmaya kurban gittiğini, “Üretmen” olduğunu öğrenmiş oldum o gün. Bu bilgiye sahip başka bir kişiye rastalamadım bugüne kadar. Vardır mutlaka, en azından ilk sahipleri.

Sözlerimi bir başucu, bir el kitabı olarak gördüğüm Sabah Yıldızı’yla bitireyim:

Kitaba Sabah Yıldızı adının niçin verildiğini açıklayan sunuş (“Sabah Yıldızı İçin”) bölümü de bize bir müellifle karşı karşıya olduğumuzu hissettiren has kalem verimlerindendir. Bu bölümlerde de hissediyoruz ki Mustafa Kirenci’nin yazacakları bitmiş değildir. Buzdağının gövdesi suyun altında duruyor. Yorumundaki özgünlük, kendine haslık bunu vadediyor. Kimbilir, bir doğumu bekliyordur belki onlar da!

KAYNAK : YENİ ŞAFAK / ALİM KAHRAMAN
YORUMLAR 1
  • Sami 3 yıl önce Şikayet Et
    Eyvallah, eline yüreğine sağlık, Allah Üstada uzun ömürler versin.
    Cevapla

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR