Hazreti Yunus kıssası ne anlatıyor?
Hazreti Yunus Aleyhisselâm’a ‘hût, deniz, gece’ ne ise; her insan için nefsi, dünyası, istikbali de odur.”
ABONE OLSadık Yalsızuçanlar'ın kitap kritiği
Seyit N. Erkal’dan yeni bir kitap geldi: Nur Denizinde Seyahat - Birinci Lem’a. Şahdamar Yayınları’nca okura sunulan bu kitap, Erkal’ın üçüncü şerhi. Demek ki, bu türden şerhleri sürecek. Yazarın, Geç Kalınmış Bir Gün adlı romanını da coşkuyla okumuştum. Bu değerli arif ve sanatçının düşünce çevrelerimizce ve edebi kamuca yeterince bilindiğini, tanındığını sanmıyorum. Zaten kendisinin de böylesi bir derdi yok. O, hak ve hakikat aşkıyla yoluna devam ediyor. Çalışmalarını karınca sabrıyla yürütüyor. Birinci Lem’a’yı şerh ettiği bu yeni kitabıyla, şerh yolculuğunda hayli mesafe kat ettiği de görülüyor. Erkal, Batı’daki düşünce geleneklerinden de haberdar, irfan geleneklerini de hayli okumuş. Müktesebatı, irfanî ıstılahlara vukufiyeti ve şerh usulü bakımından yetkinliği, çalışmasını ayrıca değerli kılıyor.
Hazreti Yunus kıssası ne anlatıyor?
Yazar, bu çalışmasında, kısa bir risalede geçen Hazreti Yunus kıssasını, müellifin kendi manevi tecrübesinin içinden ve Kur’anî perspektiften bakarak yeniden okuyor. Zaten girişe aldığı cümle metni nasıl yorumlayacağını haber veriyor: “…her bir insan, bu dünyada, Hazreti Yunus Aleyhisselâm’ın bulunduğu vaziyette -fakat büyük mikyasta- olduğunu beyan eder. Hazreti Yunus Aleyhisselâm’a ‘hût, deniz, gece’ ne ise; her insan için nefsi, dünyası, istikbali de odur.” Hemen ardından Dicle, Fırat ve Nil’e ilişkin bir gönderme ile de metnin nasıl çok katmanlı bir anlam dünyasına sahip olduğunu ve nasıl farklı metafiziksel okumalara imkân verdiğini ima etmiş oluyor.
Esasen bu tarz metinlerin daha sağlıklı okunması için hem tecrübeye hem de irfanî birikime ihtiyaç vardır. Nitekim geleneksel şerhlere bakıldığında, şarihlerin, şerh ettikleri eserlerin gerisindeki tecrübeye benzer manevi bir deneyim yaşamış oldukları, yanı sıra irfan sözlüğüne hâkim oldukları görülür. Modern zamanlarda böylesi şerhlere sıkça rastlamak güç. Erkal bu bağlamda dikkatle okunması gereken bir yazar.
Kitap, duanın sırları ve duaya cevabın hakikati ile açılıyor. “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var”ın sırrından pek çok hikmet açıklanıyor. Ardından Hazreti Yunus’un kıssasının ayrıntılarına giriliyor. Karanlık bir gecede denize düşüşü, balığın onu yutması ve sonrası… Kur’anî kıssalar, konu edilen Nebi’nin manevi yolculuğunun temsilleridir. Onu her nebi veya nebilerin yetkin varisleri farklı biçimlerde yaşar. Ama yaşanan temsilin gerisindeki hakikat ve hikmetler benzeşir. Bu sırdan haberdar olmayanlar, sembolik bir dili olan kıssaları farklı biçimde yorumlayabilirler. Örneğin, Erich Fromm, Yunus kıssasındaki, balığın karnında bulunma halini, kişinin dış dünyadan mutlak anlamda soyutlanması olarak yorumlarken, müellif, “nefsin kişiyi yutması” biçiminde değerlendirir. Bu yorum farklılıkları, kişinin yaşadığı ruhani tecrübeden kaynaklanır. Kıssaların sadece kuru bilgiyle veya zihinle sağlıklı biçimde yorumlanması zordur. Erkal, kitabın ilerleyen bölümlerinde, kıssa ile müellif arasındaki ilişkilere ayrıntılı biçimde bakmaya başlar. Balığın karnındaki karanlık ile dönem arasındaki ilişki, sebeplerin sükûtu, menfi görünen hadiselerde sebeplerin tesiri, tesir-i hakiki, hükmü her şeye geçen bir Zat’ın teshiri, insanların tesirsizliği, ehadiyetin, Hakk’ın mutlak tekliği hakikatinin sırrının tevhid nuru içinden açılışı, hadiseden Muhdis’e tevhidin nuruyla bakılması, mahlûkatın dostluk yüzü, sema yüzünden bulutların çekilişi, menfi kulluk diye nitelenen musibetlere sabrın sonucunda gerçekleşen manevi yücelme ve müşahade ufku ve nihayet Hazreti Yunus’un (kıssasındaki) gelecek, dünya ve nefs karanlıkları… Bu, gece, deniz ve balık ile sembolize edilir kıssada müellife göre. Erkal, tam da burada sosyolojik, kozmolojik ve psikolojik perdeleri aşmaktan söz eder. Nun’a girerek ehadiyet ufkunda nasıl yükselinebileceğine ilişkin yorum ve imalarda bulunur. Deyiş yerindeyse, müellifin seyr ü süluku ile bu kıssa arasındaki münasebetleri birer birer açar. Kitap bir gergef gibi işlenmiştir.
Kıssalardan ders almak
Bu yazının sınırları, kitaptaki meselelerin derinliğine girmemizi engelliyor. Sizi, Erkal’ın satırlarıyla baş başa bırakıyor, bu güzelim kitaptan çok istifade edeceğinizi belirtmekle yetiniyorum:
Kâinat sahnesinde eşyanın lisanı, hadiselerin diliyle konuşan ve bize Hâlıkımızı tanıttırıp, O’nun bizden ne surette razı olacağını bildiren Kur’ân-ı Hakîm; “Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandığınız; siz onların yaptıklarından sorulacak değilsiniz.” (Bakara, 2/134) demek suretiyle, tarihî vâkıaları kıssalar suretinde nakletmekten asıl maksadının, her asrın müminlerine kendi hayatları için dersler çıkarabilecek bir ibret levhası sunmak olduğunu ihtar eder.
Bu kıssalardan ders almakla birlikte aldığımız dersleri hayatımıza tatbik etmek adına yapmamız gereken, idrak ettiğimiz zamana ait vâkıaları, ilâhî âyetlerin ışığında dikkatlice okumaktır. Kur’ân-ı Hakîm’de bildirildiği şekilde vâkıaların gelişim çizgisini, detaylarda boğulmadan ana hatlarıyla takip etmek.. ve bu vetireyi tesadüflerin, sebeplerin veya insânî plan ve iradelerin eseri olarak görmeden idrak etmek, sıhhatli bir okuma yapabilmek ve doğru değerlendirmede bulunmak adına mecburi şartlardandır.
Kur’ân’ın anlattıklarına “kıssadan yalnız bir hisse ve bir hikâye-i tarihiyeden ibaret değil, belki bir küllî düsturun efradı olarak her asra ve her tabakaya hitap ederek taze nâzil oluyor” (Sözler, s. 491) şeklinde yaklaşmak, gerek Kur’ân’ı kendi anlam genişliği içinde idrak edebilmek, gerekse de idrak ettiğimiz zamanın ruhunu çözüp aşabilmek noktasında vazgeçilmez bir esastır. Bu tür bir idrak, Rabbin bizi Kur’ân’a muhatap kıldığı vakte hürmet etmenin ve bu çerçevede ibnü’l-vakt (zamanın çocuğu) bir Kur’ân talebesi olabilmenin gereği sayılmalıdır.
Bu anlayış içerisinde Kitap’la muhatap olanlar için; “Kur’ân-ı Hakîm’de çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki, her birisinin arkasında bir düstûr-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösterilmektedir.” (Sözler, s. 261) Gerçekleşen hadiselere ve önüne çıkan bâdirelere bu genel esaslar çizgisinde bakan Kur’ân talebesinin, pek çok çözülmez zannedilen meseleyi, Rabbi’nin ihsanı olan imanî basireti ve Kur’ânî ferasetiyle çözmesi mümkündür. Zira; “zaman-ı mazi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuûnâtının aynası olduğu gibi müstakbel dahi mazinin tarlası ve ahvâlinin aynasıdır.” (Sözler, s. 270)