Mustafa Akkad'ın ruhu şad edildi
Çağrı ve Ömer Muhtar filmlerinin unutulmaz yönetmeni Mustafa Akkad, şehadetinin ikinci yılında görkemli bir etkinlikle anıldı. Pek çok ünlü ismin katıldığı gecede sanatçının İslam dünyasında nasıl bir heyecan fırtınası estirdiği gözönüne serildi...
ABONE OL
Yılmaz Mete Er'in haberi
Ali Murat Güven’in sunduğu gecede, İhsan Kabil, Nihal Bengisu Karaca, Sefer Turan, Hüsnü Mahli ve Hakan Albayrak, Akkad’ın İslam coğrafyası için önemini anlattılar.
İslam dünyasının en önemli iki filmi var. Biri Çağrı diğeri de Ömer Muhtar. Çekildiği tarihten bu yana yüz akımız olan bu iki filmi aşabilecek çalışma henüz yapılmadı. Mustafa Akkad’ın bir terör saldırısı sırasında öldürülmesi ise, önemli projelerin yarım kalmasına sebep oldu. Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde ilk kez düzenlenen bir etkinlikle Akkad sineması ele alındı. İki TV kanalının canlı yayınladığı program beş saate yakın sürdü. Mustafa Akkad’ın memleketi Suriye’den ise önemli katılım oldu geceye. Batı sinemasının yanı sıra İslam dünyasındaki film festivallerini de yakından takip eden İhsan Kabil, sinemada en iyisini yapabilmiş, bütün aşamalardan başarıyla geçmiş olan Akkad’ın Hollywood’da pek çok belgesel yaptığını, Halloween’in yapımcılığını üstlendiğini, en önemlisi de iki önemli filmiyle sinema tarihine geçtiğini belirtti.
Üç medeniyet odağı: İstanbul, Kudüs ve Endülüs
Mustafa Akkad’ın başarısının ardındaki sermaye hakkında bilgi veren Kabil, Çağrı filmine Mısır ve Libya’dan büyük katkı geldiğini dile getirdi: “Çağrı’da Mısır sermayesinin ve Kaddafi’nin büyük katkısı var. Çağrı, 17 milyon dolar gibi o zaman için iyi bir bütçeyle çekildi. Akkad’a, Çağrı’ya göre daha rahat çalıştığı Ömer Muhtar’da ise 30 milyon dolarlık bir destek vardı. Arap dünyası şimdiye kadar koyamadığı oranda sermayeyi sinema sahasına koymuş oldu. Bugünler için İslam dünyasından özlediğimiz bir katkıydı. Bu iki proje İslam coğrafyasının gönüllerini fethetti. Batı’da da sinematografik değerleri açısından hak ettiği yeri buldu. 90’ların başında İstanbul’a geldiğinde İstanbul’un Fethi’ni çekmek istedi Akkad. İstanbul’da platolar kurup, canlı bir sinema endüstrisinin oluşmasını istiyordu. Maalesef bu görüşmeler akim kaldı. 15 sene evvel başarılabilmiş olsaydı bugün çok farklı yerlere gelebilirdik. İstanbul’un Fethi, Fatih Sultan Mehmet’in medeniyetlerin yükselmesi yolundaki adımını ele alacak, filmi iki ayrı proje daha takip edecekti. Mustafa Akkad hem sinemacı duyarlılığıyla hem Amerikan sinemasının değişik değerlerinden artılarla o İslami huşu ve coşkuyla çok farklı bir portre çizecekti Selahaddin Eyyubi’de. Bunun yanında Endülüs uygarlığından bir filmle –üçleme- medeniyetlerin buluşması anlamında Ebul Kasım adlı düşünürü ele alacaktı. Tarık bin Ziyad’ı da buna bir şekilde ilave edecekti. Doksanların başında düşünülen Fetih projesi, 11 Eylül’den sonra gündeme gelen bu iki projeyle sürecekti. İslam dünyasının zirveye çıkmış üç medeniyet odağını İstanbul, Kudüs ve Endülüs olmak üzere bütün dünyaya sunmak istiyordu. Medeniyet bir çizgidir. ‘Bu çizgide İslam dünyasının inkar edilmez bir katkısı vardır’ önermesini hem sanatsal hem felsefi anlamda ortaya koyan bir projeyi gerçekleştirecekti.”
Kültür, ortak dilimiz
Artık Mustafa Akkad yok. Peki bundan sonra bir şeyler yapılamaz mı? İhsan Kabil şunları söylüyor: Akkad, bu iki filmle kültür sevdalılarına, büyük acılar çekmekte olan insanlığa bir düşünce mirası bırakmış oldu. Bizim İslam Konferansı Teşkilatı’mız var. İslam ülkeleri şu üzerlerine sinen ataleti silkinip atsınlar. Evet ekonomilerimiz zayıf olabilir ama kültür, bizim ortak dilimiz, ortak zihni yapımızdır. Buradan hareketle çok küçük bütçelerle diğer İslam ülkeleriyle ortak yapımlar anlamında birleşebiliriz. Sinema salonları açısından İstanbul çok önemli bir nokta. İran sineması büyük çıkış göstermiş, dünyanın kabul ettiği kendine has, incelikli dili var. Türk Cumhuriyetleri Orta Asya’da bir potansiyel olarak bekliyor. Bosna sineması yer yer çok güzel atılımlar yapıyor. Endonezya ve Mısır’ı unutmayalım. Bizim Yeşilçam sinemamız gibi arabesk değerlere sahip dili var ama bunu bir şekilde incelterek, belli bir ortak kültürel zihin oluşturarak artık dünya arenasına çıkarma zamanı zannediyorum gelmiştir. Birleşik Arap Emirlikleri olsun Tataristan olsun İslam filmleri festivali gerçekleştiriyorlar. Çin’in Uygur bölgesinde Müslüman Türkler halen Arap alfabesi kullanıyor. Muazzam sinema potansiyeli var. Biz şu an değerli bir potansiyelin üzerinde oturuyoruz. Mustafa Akkad bu ateşin ilk fitilleyicisi olması nedeniyle çok önemli bir değer, önemli bir sembol.”
Çığır açıldı ama gerisi gelmedi
Çöplüğe düşmüş bir altın gibi olduğunu söylediği Çağrı filmini ilk izlediği yılları anlatan Nihal Bengisu Karaca, işgal ve filmler arasındaki ilginç bağlantıyı açığa çıkarıyor: “Pek çok diğer yapım arasında kendimizle ilişkimizi, ideal Müslüman tipini Hz. Hamza’nın şahsında hayal ettik. Bu hâlâ değişmedi. Bu durum bir burukluk duygusu oluşturuyor bende. Mustafa Akkad’ı anmamız ne kadar önemliyse, Çağrı ve Ömer Muhtar bir çığır açtı, ardından şu filmler yapıldı diyememek o kadar üzüntü verici.
Amerika tüm dünyaya sunduğu filmlerle tarihin tek bir kültürle ilerlediği mesajını işliyor. Troy çekiliyor ve Büyük İskender’le aynı yıl vizyona giriyor. İkisi de pahalı prodüksiyonlar. 2004 yılında Bağdat gibi muazzam bir kentin yağmalanmasından sadece bir yıl sonra gösterime giriyor bu filmler. Herhalde tesadüfi değil bunlar. Barış, özgürlük ve demokrasi kavramlarını, insanoğlunun başına ne gibi iyi iş gelmişse, ortak kazanımlarını Batı’da ve batıcı düşüncede, seküler kültürde aramamız gerektiğini anlatan bir tez ısrarla ve ikna kabiliyeti yüksek sinema sanatı tarafından icra ediliyor. 300 Spartalı filmi çok tuhaf bir şekilde, ‘bu özgürlüğün mistisizmle savaşıdır’ mesajı veriyor.
En vicdanlı batılıya göre bile biz ‘düşman’ız, ‘öteki’yiz
Vicdanlı, kendi toplumunu eleştiren yapımlar da çekiliyor elbette. Aslanı Kuzulara…, ABD’yi eleştiriyor. Ama ayık bir tarafınız kaldıysa filmin en büyük derdinin ipleri nasıl yeniden ele alabiliriz, nasıl yeniden başarılı olabiliriz, saplandığımız bataklıktan nasıl kurtulabiliriz olduğunu görürsünüz. Akıllı, vicdanlı davranılan bir filmde bile Iraklı, Afganlı için layık görülen, ‘düşman’ ve ‘öteki’den başkası değil. Batı, fark edilmek isteyen toplumların zihinlerini sömürgeleştirmiş. Batı ve onlar diye bir ayrım ortaya konmuş. Bir rol dağılımı olmuş. Kültürel emperyalizm görevini sinemayla icra ediyor. Duygusal motivasyon sağlıyor ve izleyicileri ikna ediyor. Bilincin altına ve üstüne eşit işliyor sinema. İslam ümmeti olarak, biz olduğumuzu yeniden hatırlatan Çağrı önümüze iki seçenek koyuyor. Dünyaya söyleyecek bir şeyimiz kalmadığını düşünüyorsak, vazgeçiyorsak, kendimizi korumak üzerine yoğunlaşacağız; bütün amacımız bu olacak. Film izlemeyeceğiz, ailemize de izletmeyeceğiz. En zoru da evdeki televizyonu atacağız. Eğer bu değilse, ‘hayır, Müslüman iddia sahibi olan insandır, bizim bir perspektifimiz var, bir medeniyet projemiz var, biz bunu dünyaya söyleyeceğiz tabiî ki, ne münasebet’ diyorsak eğer ve film izlemekten de kültür sanattan da vazgeçemiyorsak bu oyunu lehimize çevirmek için bir adım atacağız.
Oyuna içerden müdahil olalım
Oyuna dahil olup içerden müdahil olacağız. Mustafa Akkad bu ikinci şıkkı denedi gayet de güzel şekilde. Çağrı ve Ömer Muhtar, İslam tarihindeki büyük insanların rol modeli olarak bizler için ne kadar önemli olduklarını hatırlattı. Bunu İslam’ın ruhuna uygun biçimde yapması, birtakım ritüellere dikkat etmesi, saygılı davranması da büyük başarıydı.”
Mustafa Akkad’la Türkiye’ye geldiği yıllarda son söyleşiyi yapan Sefer Turan ve Hüsnü Mahli’nin de konuştuğu gece TİYEMDER Genel Başkanı Selahaddin Yazıcı’nın okuduğu dua ile sona erdi.
Yılgınlığa gerek yok!
Geceye Viyana’ya gittiği için banttan katılan Hakan Albayrak, yılgınlığa gerek yok diyor ve heyecan verici önemli tespitleri aktarıyor: “Kazandığımız savaşın hikayesini bile doğru dürüst çekemiyoruz. Müslümanlar Bosna’da ilk defa toprak kazanmışlar ama, bu savaşla ilgili filmlerde kazanan belli değil, kaybeden belli değil. Çünkü Avrupa sponsorluğunu yapıyor bu filmlerin, dolayısıyla Müslümanca unsurlar ön plana çıkmıyor. Hep karanlık filmler çekiliyor. Türkiye’nin komünist devrimcileri bile arabesktir. Yılmaz Güney’in Sürü, Yol, Duvar filmleri hep arabesktir ve tünelin ucunda ışık göstermeyen filmlerdir. Buradan devrimci bir dinamizm çıkması mümkün değil, yılgınlık aşılıyor bu filmler. Kötümserlikten dinamizm sadır olmaz ama rahmetli Akkad, Çöl Aslanı’nda Ömer Muhtar’ın asıldığı sahnede bile iyimserlik telkin ediyor. Ömer Muhtar asılırken orada binlerce Libyalı var. Zılgıt çekiyorlar. Yani kutlama yapıyorlar, şehadeti kutluyorlar, bayram yapıyorlar. Hizbullah genel sekreteri Nasrallah, Mustafa Akkad’a Ömer Muhtar’da böyle bir final yaptığı için teşekkür etmiş ve demişti ki, “Oğlum Günay Lübnan’da işgalci İsrail’e karşı savaşırken şehid olduğunda başsağlığı dileklerini kabul etmedim, tebrikleri kabul ettim.”
Selahaddin ve Fatih’i de çekti
Akkad benim için sadece bu iki filmi çeken biri değil, aynı zamanda Selahaddin ve Fatih filmlerinin de yönetmenidir. Bu filmleri çektiğini ayrıntılı olarak hayal etmişimdir. Akkad bu filmleri çekebilseydi İslam dünyası bu günkü İslam dünyası olmayabilirdi. Çok daha dinamik, iyimser, muzaffer olabilirdi ümmet. Bir sürü sosyolojik araştırmaya göre Rambo filmleri ABD halkının yitip gitmiş özgüvenini geri getirdi. Vietnam’da, İslam devrimi sırasında İran’da yenildiler. Beyrut’a vaziyet etmeye kalktılar 250 askeri ölünce çekilmek zorunda kaldı. Reagan, Carter’i eleştirirken “Amerikalıların itilip kakılmasına son vereceğim” diyordu. Elimizi nereye atsak berbat ediyoruz diyorlardı. Rambo ile bu özgüven geri geldi. Özgüvenin gelmesi için ABD’nin Vietnam’da kaybettiği savaşın rövanşını alması gerekiyordu. Rambo beyazperdede kurtardı Vietnam’daki esirleri. Bu filmler bilinçaltına ‘öcümüz alındı’ duygusunu yerleştirdi. Akkad, Selahaddin’i ve Fatih’i çekebilseydi, yitirdiğimiz savaşın intikamını beyaz perdede alacağız hazzı bizi ayağa kaldıracak, ‘bizden adam olmaz’ haleti ruhiyesinden kurtulacaktık. Akkad’ın hatırasını canlı tutmak, İslam dünyasını canlandıracak bir geleneğe işaret eder. Bu aynı zamanda İslam dünyasına can verecek bir sinemanın gereğine işaret etmektir.”
Kabil: İslam ülkeleri silkinsin
Mustafa Akkad, Çağrı ve Ömer Muhtar’la kültür sevdalılarına, büyük acılar çekmekte olan insanlığa bir düşünce mirası bırakmış oldu. Bizim İslam Konferansı Teşkilatı’mız var. İslam ülkeleri şu üzerlerine sinen ataleti silkinip atsınlar.
Karaca: Oyunu lehimize çevirelim
Müslüman iddia sahibi olan insandır, bir medeniyet projemiz var, biz bunu dünyaya söyleyeceğiz tabiî ki, ne münasebet diyorsak ve kültür sanattan da vazgeçemiyorsak bu oyunu lehimize çevirmek için adım atacağız.
(Milli Gazete)
-
Hamza Tataroğlu 18 yıl önce Şikayet Et. Sinemanın gücünü ve soyolojik katkısını henüz anlamadığımızdan olsa gerek hep övündüğümüz o şanlı tarihimizi sadece \"Kara Murat\" serisiyle izleyebiliyoruz.Beğen
-
serkan tekin 18 yıl önce Şikayet Et. yarım kalan projesi İstanbul\'un Fethi imiş onu en güzel \"yad\" bu projeyi tamamlamaktırBeğen
-
changower 18 yıl önce Şikayet Etruhun şad olsun. senin çektiğin çağrı filmiyle hala gözlerin yaşarıyor hala izliyorum ve doymuyorum.allah senden razı olsun...Beğen