Tarık Tufan: Sorun mahalledekilerin kendinden nefreti
Tarık Tufan 'Batının metafiziği, doğudan apartabildiği ve kiliseden tahammül edebildiği kadardır. Biz bu simülasyona nasıl kapılabiliriz? Gerçek bir hal değil yani. Derinlikli düşünüş biçiminin üretimlerine devam edebilirsek bu edepsiz rüzgarı savuşturab
ABONE OLMeryem Aybike Sinan'ın röportajı
Tarık Tufan, bir televizyoncu. Kanal 7 Televizyonunun yazar- şair –gazeteci gibi kültür sanat adamlarından müteşekkil kültür adamlarından biri. Genç bir televizyoncu. Tıpkı Selahattin Yusuf gibi, İsmail Kılıçarslan gibi... Güler yüzüyle ekranlara çeken ama program formatıyla kendini hemen kabul ettiren bir isim Tarık Tufan.
İstanbul doğumlu olan yazarımız Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. Yazdığı eserlerinde sağlam bir dili ve düşünceyi buluşturan bir üslûbu var. Kendisiyle yaptığımız bu güzel söyleşiyi beğenilerinize sunuyoruz.
SİNAN: Sizi Kanal 7 ekranlarında “Haftasonu Eki” adlı kültür sanat programıyla tanıdık. Ama Tarık Tufan, sadece bir sunucu değil aynı zamanda bir yazar. Kendinizi bu anlattıklarımızın en çok hangisinde tanımlıyorsunuz diye sorsak cevabınız ne olurdu?
TUFAN: Yazmak bunların içinde en anlamlısı diye düşünüyorum. Cümleler kurarak kendi varoluşunu bir kâğıda, başkalarına, tüm evrene not düşmek bir çeşit hayatta kalma çabası. Daha ileriye gidererek beka bulma çabası diyelim. Pakdil’in ifadesiyle, İblis’e karşı Cebrail’in tarafında durabilmek için yazmak. Televizyon hayatımın bu aşamasında bir rızk temini olarak sürüyor. Elbette bunu da iyi yapmanın yollarını arıyorum ama yazmak hiç şüphesiz varoluşsal bir eylemlilik biçimi. Yazmazsan yavaş yavaş kendi varlığını tüketirsin. Ekrandaki tükeniş biçimi farklı.
SİNAN: “Haftasonu Eki” programı nasıl ortaya çıktı? Böyle bir programın ortaya çıkış hikâyesini anlatır mısınız? Niçin “Haftasonu Eki” ismi?
TUFAN: Televizyonda yapılabilecekleri düşündüğümde, kendi adıma en doğru tercih söyleşiler yapmak ve bir şeylere işaret etmek gibi geliyor. Bunu yaparken de öyle üst perdeden asık suratla konuşan adamlar gibi yapmak istemem. İçtenlikle, karşındaki ve ekran başındakini ciddiye alarak sohbet etmek bana uygun gibi geliyor. Hafta sonları buna uygun bir zaman dilimi. Yani politik gündem dışı söyleşiler için hafta sonu ekranda olmak güzel. Kendi içindeki tarzıyla bir gazetenin hafta sonu eki gibi tasarlandığı için de “Hafta Sonu Eki” ismini koyduk.
SİNAN: Şimdilerde “Meksika Sınırı” programı var. Biraz da bundan söz etsek?
TUFAN: Meksika Sınırı, Cuma geceleri Selahattin Yusuf ve İsmail Kılıçarslan’la birlikte hazırladığımız bir program. “Herkesin bir Meksika sınırı olmalı” düşüncesinden hareketle hazırlıyoruz. Mehmet Efe’nin bir şiirinden hareketle programa isim koyduk. Yani bir çeşit özgürlük arayışı diyebiliriz buna. Meksika sınırına ulaşınca yasalardan, üniformalılardan, baskıcılardan kurtulma çabası. Epeyce bir karşılık buldu program. Sahiden pek çok insan sınıra kaçmanın yolunu arıyor kendi dünyasında. Renkli bir program; her hafta çeşit çeşit konular var, kitaplar, film sahneler, iyi müzikler…
SİNAN: Programınıza davet ettiğiniz konuklarınızı daha iyi tanımak için bir ön çalışma yapıyor musunuz? Sizce bir program sunucusu böyle bir çalışma içine girmeli midir?
TUFAN: Elbette yapıyorum. Konuktan ne istediğimi biliyorum. Merak ettiğim şeyler var ve izleyicilerle birlikte, konukların kendi dünyamıza neler katabileceğini hesaplıyorum. Bununla birlikte sorular doğaçlama gelişiyor. Yani kafamda bir çerçeve var ve doğaçlama şekilde o çerçevede dolaşıyorum.
SİNAN: Bir de yazar Tarık Tufan isterseniz? Yazı hayatınız nasıl başladınız diye değil de yazmak siz de ne zaman etkili oldu? Kitaplarınızın isimleri neler? Ne türde yazıyorsunuz? Üzerinizde iz bırakan yazarlar var mı? En beğendiğiniz kadın ve erkek yazar kim?
TUFAN: Çok uzun ve zor bir soru oldu. Bir kere “yazar” olarak anılmak istiyorum sahiden. Bunun için elimden geleni yapıyorum. Çalışıyorum, okuyorum, yazıyorum, eleştirilere kulak veriyorum. Yazar Tarık Tufan ifadesinin altını doldurabilmek için hakikaten gayret sarf ediyorum.
Genellikle uzun öyküler yazıyorum. “Kraliçenin Pireleri” hariç böyle. “Kekeme Çocuklar Korosu”, “Ve Sen Kuş Olur Gidersin”, “Hayal Meyal” uzun öyküler şeklinde yazılmış kitaplar…
Ne olur yazar ismi saymayayım. Üzerimde etkisi olan ve çok sevdiğim yazarlar şüphesiz ki var. Ama bu söyleşide unutursam birkaçını, sonradan kendime kızıyorum, pişman oluyorum.
SİNAN: En son kitabınız Profil Yayınlarından çıkan“Hayal Meyal” geçen günlerde çıktı. Bir çırpıda okuduğum, okudukça gah ağlayıp hüzün girdaplarında boğulduğum. Gah “işte bu benim” dediğimiz türden bir kitap. Deneme ve hikâye tadında bir kitap. Hani derler ya tadından yenmiyor işte o lezzette bir kitap. Bu kitap nasıl ortaya çıktı Tarık Bey? Anlatır mısınız?
TUFAN: Hayal Meyal, bir adamın ölüm duygusuyla birlikte kendi geçmişine dönüp, açık kalan kapıları kapatabilme, yarım kalan sözleri, aşkları tamamlayabilme çabasına girişmesini anlatıyor.
Ölüm duygusunu önemsiyorum ve varoluşumuzun hakikate erişebilmesinin önemli kapısı olarak da ölüm duygusunu yerli yerinde anlaşılabilmesi olduğunu düşünüyorum. Ölümü tanımlayamazsak, bir gerçeklik olarak yerli yerinde algılayamazsak hayat aksak bir hale dönüşüyor. Yani açıkçası ölüme yüklediğiniz anlam hakikat ve savruluş arasındaki yerimizi belli edecek. Bunu da ancak “dert”i olan adamlar konuşabilir, kafa yorabilir, anlayabilirler. Hayatla arasında sahici ilişkiler kurmak isteyen adamların er geç karşılaşmak zorunda oldukları şeyler bunlar.
SİNAN: Profil Yayınlarından çıkan “Ve Sen Kuş Olur Gidersin” kitabınızdan bazı bölümleri kompozisyon dersi yaptığımız bir sınıfımda okudum öğrencilere. Zil çaldığında öğrenciler, ben başka bir ülkeden kuş olup gelmiş gibi kanatlanmıştık edebiyatın ülkesine. Çok etkilendik. Öğrenciler o gün İzmit’te Tarık Tufan kitaplarının peşine düştüler. Hâlâ azımsanmayacak bir öğrenci kitleniz var sınıflarımda. Bu içten, bu sürükleyen üslubunuzun arkasında sağlam bir düşünce gücünün yattığını da belirtmeliyim. Edebiyat ve Felsefe bu eserlerde duygusal bir birliktelik kurmuş. Neler söylersiniz bu kitabınız için..
TUFAN: Teşekkür ederim iyi duygularınız için.
Üniversitede felsefe okumak ve felsefe okumalarını sürdürmek sanırım edebî üretimleri de etkiliyor. Böyle bir şey seziliyorsa bu okumaları sürdürüyor olmamla ilgili. Sadece söyleniş güzelliği olsun diye cümleler kurmak peşinde değilim. Söylemek istediğim şeyler var. Bunları söyleyebilmenin edebî / estetik yollarını arıyorum bir taraftan ama sahiden söylemek istediğim şeyleri kaçırmadan yapmak istiyorum.
Kitaplarımı okuyanlar eğer ellerine aldıktan bir süre sonra bırakmıyorlarsa, aynı hisleri, sorumlulukları onlar da hissediyor demektir. Çünkü popüler kültürün cafcaflı muhabbetlerini yazmıyorum. İçimizde bir yerlerde diri duran kelimeleri özenle ortaya serme niyeti bu.
Eğer kendi içtenliğimizi yansıtabiliyorsak ne mutlu. Oturup da naylon duyarlılıklar üretelim, kendi melankolimizi gösterişli paketlerle sunalım gibi bir derdim yok. Her bir satırı bir içtenliğe sürerek kâğıda aktarmak istiyorum.
SİNAN: Biraz kitaplarınızdan söz etseniz? En sevdiğiniz kitap meselâ. İlk kitabınız ilk göz ağrınız? Neler söylersiniz?
TUFAN: “Kekeme Çocuklar Korosu” ilk kitap ve dolayısıyla ilk göz ağrısı. Gözün görmekten mütevellit ağrılar çektiği bir kitap. Bir dönemin ve bir kuşağın modern hayata bakışını, hüznünü ve öfkesini taşıyor. Bizim mahallenin çocuklarının her şeyin değiştiğini fark ettiği, bir kırılmanın sancısını çektiği zamanları anlatıyor. Kitabın ilk baskısında önsöz yoktu ve fakat beşinci baskıya bir önsöz yazdım. Ne demek istediğimi artık anlatabiliyordum çünkü.
“Kraliçenin Pireleri” denemelerden oluşan bir kitap. Özellikle bizim mahallede kör bir umutsuzluğun aramızdan kurbanlar seçtiği bir dönemde, dik durabilmek için, kalbimizi ferah ve direngen tutabilmek için yazılmış denemelerden oluşuyor.
“Ve Sen Kuş Olur Gidersin” ve “Hayal Meyal” aslında bir devam filmi gibi. Bu kez bir hayatın ortasında çıkış arama yolları. Biraz daha hüzünlü, ürkek, savunmasız bir hali anlatıyor. Kadınlardan ve bilgelerden yardım uman bir hal…
SİNAN: Türkiye’ de kültür sanatın nabzı ne yazık ki daha liberal daha dışa yani batıya dönük küçük bir azınlığın tekelinde atıyor ne yazık ki? Siyasi tercihimizle ters orantılı tezahür eden bu durum için neler söylersiniz? Bunda medyanın tesiri olduğunu söyleyebilir miyiz?
TUFAN: Liberallik aslında bir şey söylemem halinin hayat tarzına dönüştürülmesidir. Yani bir iddia taşımama ve her hali bir fiyatlandırma, satış, tüketim, sömürü çemberine sokma gayretidir. Bu haliyle derinlikli, kalıcı, kalbi, vicdani şeyler üretmez. Ekonomide de böyle, sanatta da böyle.
Batının metafiziği, doğudan apartabildiği ve kiliseden tahammül edebildiği kadardır. Biz bu simülasyona nasıl kapılabiliriz? Gerçek bir hal değil yani. Buna rağmen derinlikli düşünüş biçiminin edebi, felsefi üretimlerine devam edebilirsek bu edepsiz rüzgarı savuşturabiliriz.Nihayetinde bu düşünüş biçimini temsil edenler, bizim ülkemizin değer ve düşünüş biçimlerinden uzak oldukları kadar, iktidar ve görünen alanlara yakın duruyorlar. Sükut cinayeti denilen hadise var. Yani kendi dışında hiçbir şey üretilmiyor gibi davranıyorlar.
Sorun bunlar değil. Sorun bizim mahalledekilerin kendi varlıklarından nefret edip, onlara benzemeye çalışmasında bana kalırsa…
SİNAN: Son zamanlarda Televizyonlardaki kültür-sanat programlarında gözle görülür bir artış gözlenmekte. Gazetelerde ise tam aksi istikamette nerdeyse kültür sanat sayfaları kaldırılıyor. Bu tuhaf tezadı nasıl yorumluyorsunuz?
Kültür- sanat geniş kitlelerce alıcı bulan bir olgu değil, malum. Yani pazar değeri düşük. Televizyonlar görsel formlarda, farklı formatlara dönüştürerek sunabiliyorlar son zamanlarda. Biraz da popüler kültürün malzemesi haline dönüşüyor. Kültür-sanatın popüler aktörleri var. Gazeteler sanırım bu malzemeyi böylesine renkli kullanamadıklarından olsa gerek sayfalarını kaldırıyorlar.
SİNAN: Tarık Tufan iş dışında nasıl biridir? Biz kendisini oldukça nazik, birikimli, kültür değerlerini iyi bilen bir entelektüel olarak tanıdık. Tarık Tufan kendisini nasıl tanımlar? Nelerden hoşlanır? Özellikle sevdiği şeyler var mıdır?
TUFAN: Çok teşekkür ederim. Bütün bunlar diliyorum ki bir dua olarak makbul olur. Futbol izlemekten hoşlanıyorum. Kitapla vakit geçirmek ve film izlemek de olmazsa olmaz. Çok geniş bir arkadaş çevrem yok aslında. Hakikatli adamlarla oturup kalkmaktan, onlarla sohbet etmekten hoşlanıyorum.
SİNAN: Küçükken televizyoncu olmak fikri var mıydı? Yoksa tesadüfen gerçekleşen bir durumla mı sunuculuk mesleğini üstlendiniz? Nasıl oldu?
TUFAN: Hayır hiç yoktu böyle bir düşünce. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Görünür olmaktan korkardım, Allah bu korkumla imtihan ediyor sanıyorum. Umarım bundan en az zararla çıkarım.
SİNAN: Gelecekte Tarık Tufan neler yapmayı düşünüyor kültür sanat anlamında? Televizyonculuk konusunda yeni bir programlar var mı ufukta? Bahseder misiniz?
TUFAN: Ne yazık ki planlı, programlı, uzağı görebilen bir adam değilim. Bir fikrim yok şu anda. Ama yazdıkça yazayım istiyorum.
SİNAN: www.Sanatalami.Net sitesi hakkında neler düşünüyorsunuz? Kanaatinizi bizimle paylaşır mısınız?
TUFAN: Bu kadar dert sahibi ve bu topraklara kalbiyle bağlı insanın yanyana gelip de internet gibi kaygan bir zeminde, bu kadar sahici ve önemli işleri yapıyor olması yarın için fazladan bir umut. Allah emeklerinizi zayi etmesin.