'Marks ile Nursi arasında fark yok'
Cemil Meriç, Başbakan Erdoğan'ın en çok istifade ettiği düşünürlerden biri. Cemil Meriç bir yönü sosyalist bir düşünürdü. Onun en çok istifade ettiği isim ise...
ABONE OLSoner YALÇIN'ın yazısı
Milli Eğitim Bakanlığı, Cemil Meriçin adını okullara veriyor. AKP belediyeleri adına kültür mer-kezleri açıyor. Tüm bu güzel icraatlar gerçekleştirilirken bir gerçek sanki unutturulmak isteniyor: Cemil Meriç sosyalistti! Düşüncesi solda, duyguları sağda olan bir düşün adamının sıradışı yaşamı.
YIL 1954.
Bir bahar akşamı.
Cemil Meriç, eşi Fevziye Hanımla birlikte, akrabası Ahmet Çipenin konuğuydu. Sohbetler yapıldı, yemekler yendi, çaylar içildi. Gece yarısına doğru izin isteyip kalktı.
Cemil Meriçin gözlerinin 12.5 miyopisi ve kuvvetli hipermetropisi vardı. Merdivenlerden inerken son eşiği göremeyen Cemil Meriç düştü. Bir şeyi yoktu. Ev sahibiyle vedalaşıp sokağa çıktılar.
Yolda yürürken Cemil Meriç, eşinin kulağına yaklaşıp şöyle söyledi: "Fevziye, elektrikler mi kesik, hiç bir şey göremiyorum."
Cemil Meriç 38 yaşındaydı ve gözleri artık hiç göremeyecekti.
"Görmek, yaşamaktır. Vuslattır görmek. Her bakış dış dünyaya atılan bir kementtir. Bir kucaklayıştır, bir busedir her bakış..."
Fransız mandası altında
Tarih 12 Aralık 1916.
Yer Reyhanlı-Hatay.
Mahkeme Reisi Mahmut Niyazi ile Zeynep Ziynetin üçüncü bebekleri dünyaya geldi: Hüseyin Cemil.
Ailesi aslen Meriç Nehrinin hemen öteki yakasındaki Dimetokalıydı. Balkan Savaşından sonra Hataya yerleşmişlerdi. Savaş, Reyhanlıda da aileyi rahat bırakmadı. Fransız mandası altında bir yaşam sürdüler. Fransız kültürüne dayalı bir ilk-orta öğrenimi gördü.
Babasının her akşam çocuklarına kitap okuması yaşamının amacı oldu. Hep okudu. Lise yıllarında ilk makalesi, Yenigün Gazetesinde yayımlandı; yıl 1933tü.
Hatayın anavatana katılması mücadelesinin verildiği dönemde hızlı bir Türkçü oldu. Milliyetçilik, bazı öğretmenleriyle arasını açtı.
1934te soyadı kanunu çıkınca, ideolojik kimliğine uygun bir soyadı seçti: Cemil Şaman!
Öğretmenleriyle kavgası sonucu liseden mezun edilmeyeceğini anlayıp İstanbula gitti; Pertevniyal Lisesine kayıt yaptırdı.
Aynı yıllar sosyalizme de merak saldı. Önce F. Engelsin "Anti-Duhring"ini okudu. Ardından K. Marxın "Kapital"inin ilk cildini bulup anlamaya çalıştı.
İstanbulda sosyalist çevrelerle tanıştı. J. Stalinin "Pratik ve Teorik" kitabını Fransızcadan çevirdi.
Tanıştığı Názım Hikmetin kendisine, heyecanlarını bırakıp hayata iyi hazırlanmasını tavsiye etmesiyle hayal kırıklığına uğradı. Tekrar Hataya döndü. Köy öğretmenliği ve devlet memurluğu yaptı.
1939 yılında, Hatayda sosyalist bir devlet kurma iddiasıyla tutuklandı.
İdamla yargılandı. Mahkemede Marksist olduğunu saklamaması herkesi hayretler içinde bıraktı. 3.5 aylık yargılama sonucunda beraat etti. Cezaevinden çıktığında bir gerçekle yüzleşti; tüm dostları selamı sabahı kesti.
Bu duruma çok içerledi; dostlarının inadına soyadını değiştirdi: Cemil Yılmaz!
Ve tekrar İstanbulun yolunu tuttu.
Yabancı Diller Okuluna bursla yazıldı. Okulda solcu arkadaşlarıyla birlikteydi hep. Elit, Nisvaz gibi dönemin sanatçılarının gittiği kahvelere devam etti. "İnsan" dergisine edebiyattaki ilk aşkı Balzac ile ilgili makale yazdı; kitaplarını tercüme etti.
İlk aşkı bir fahişeydi
İlk aşkı Lübnanlı bir fahişeydi; Linda.
İkinci büyük aşkını İstanbulda buldu; sınıf arkadaşı Reyagan. Karşılık bulamadı. Arkadaşı Kerim Sadinin önerisiyle coğrafya öğretmeni Fevziye Menteşoğluyla tanıştı. "İçki içtim, fahişelerle düşüp kalktım, hapse girdim çıktım; bunları bilerek benimle evlenir misin?" 19 Mart 1942de evlendiler.
Fevziye Hanımın hali vakti yerindeydi; pansiyoner olmaktan kurtuldu; yeni bir hayata başladı.
O artık Cemil Meriçti...
II. Dünya Savaşı yılları...
Cemil-Fevziye Meriç çifti Elazığa tayin oldu.
Gözlerindeki bozukluk nedeniyle askerlikten muaf tutuldu.
Yazmayı Elazığda da sürdürdü. "Yurt ve Dünya", "Yücel", "Amaç" gibi dergilere tercümeler, edebi değerlendirmeler yaptı.
İlk iki çocukları Elazığda dünyaya geldi, ancak yaşamadılar. Fevziye Hanım yine hamileydi; İstanbula tayin istedi. Gerçekleşmeyince istifa etti.
Aynı günlerde üç "doğum" meydana geldi: 1 Nisan 1945te oğlu Mahmut Ali ve Balzactan iki çeviri kitap; "Otuzundaki Kadın" ve "Onüçlerin Romanı" doğdu.
Bir yıl sonra kızı Ümit dünyaya geldi. Aynı yıl Balzactan "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti"nin tercümesini bitirdi. Sadece tercümeler yapmadı; "Yirminci Asır" dergisine makaleler yazdı. Gözlerindeki rahatsızlığa inat, ne bulursa okudu; okuma notlarından dosyama-fişleme yaptı.
Öğretmenliğe geri döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine Fransızca okutman ve Işık Lisesine Fransızca öğretmen oldu. Çocukları da hemen yanıbaşındaki Şişli Terakkide okuyordu. Mutluluğu uzun sürmedi.
1954 yılında gözlerini kaybetti. Aynı yıl yaz ayları boyunca Cerrahpaşa Hastanesinde yattı. Başarısız ameliyatlar geçirdi. Bir gözünde retina tabakası çatlamıştı. Diğerine ise katarakt inmişti. Pariste Quinze-Vingts Hastanesinde de ameliyatlar oldu. Sonuç olumsuzdu.
7 Temmuz 1955te Yeşilköy Havaalanına indiğinde biliyordu ki, kendini yeni bir hayat bekliyordu.
Marx ile Said-i Nursi arasında fark yoktur
CEMİL Meriç artık göremeyeceğini biliyordu. Bu karanlık hayatı sürdüreceğinden emin değildi. İntiharı düşündü.
Ve bir gün...
Eşi Fevziye, çocukları Mahmut Ali ve Ümit ile birlikte Üsküdara hava almaya çıktılar. Cemil Meriç eşine, Yeni Valide Camiinin avlusuna girmek istediğini söyledi. Fevziye Hanım çocuklarına, "Siz oynayın biraz" dedi ve eşini caminin avlusuna götürdü. Avluda eşi kolunda aşağı yukarı gidip gelen Cemil Meriç hıçkırıklarını tutamadı ve sarsıla sarsıla ağladı.
Bu dramatik olaydan sonra Üsküdardaki Fethi Paşa Korusundaki evlerinde yeni hayat başladı. Fevziye Hanım okudu, Cemil Meriç çevirisini söyledi. İlk çevirdikleri Victor Hugonun "Hernani"si oldu.
Okuma görevini bazen öğrencileri, bazen çocukları yaptı. Öğrencileri arasında Server Tanilli ve Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler vardı.
Solun sağa hediyesi
1960lı yıllarda Cemil Meriç, Hind edebiyatına merak saldı; bu onun Doğuyu keşfetmesini sağladı. Aynı yıllarda Antakyada İngilizce öğretmenliği yapan Lamia Çataloğluyla aralarında mektupla başlayan platonik bir aşk doğdu.
Sadece mektup yazmadı kuşkusuz. "Dönem", "Çağrı", "Hisar" adlı dergilere de makaleler yazdı. 1967 yılında, "Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist" adlı kitabını çıkardı. Bunu, "Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Joseph Proudhon" adlı eseri takip etti.
Ne yazık ki bu kitapları Türkiye solu tartışmadı bile; yok saydı.
Görülmemek, fark edilmemek Cemil Meriçi kırdı, öfkelendirdi. Sadece birkaç yakın dostu vardı solcu. Bunlardan biri de 1971de Nurhak Dağlarından öldürülen Sinan Cemgilin anne-babası; Nazife-Adnan Cemgildi.
Adnan Cemgil, yeni kurulan Türkiye İşçi Partisine katılmasını teklif etti.
"Girmem, çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan, aydınlanmak, aydınlatmak isteyen bir insanım. Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum."
Yaşadığı toprakların kültürüne sahip çıkan, Batının tabularını yıkmayı uğraş edinen Cemil Meriçi solun efendileri kabul etmedi ve onu, "altın tepsi" içinde sağcılara sundular. Güya, "Pınar", "Köprü", "Gerçek" gibi sağcı dergilerde yazmasına muhaliftiler! Asıl kızdıkları, Türk aydınına yönelik halktan koptuğu tespitleriydi.
Sağa gitmeye mecbur edildi Cemil Meriç: "Sol diyalogdan kaçıyor, küskün: (Sağcı) Ötükenın bastığı kitap okunmazmış. Peki, siz basın. Cevap yok. Bu çemberi kırmak mümkün değil. Sol, sağın gösterdiği dostluğu göstermiyor. İhanet etmişiz, Neye ve kime?"
Sağ basın Cemil Meriçe çok ilgi/hürmet gösterdi. Fakat gazetecilik refleksiyle Cemil Meriçe sürekli sosyalizmden döndüğünü söyletmeye çalıştı. Hep direndi. "Sosyalizmi; içtimai haksızlıkların sona ermesi, liyakatin yerini bulması, acı çekenlerin gözyaşlarını dindirmek suretinde anlarsak sosyalistim."
1970li yıllarda çıkardığı, "Bu Ülke", "Ümrandan Uygarlığa", "Mağaradakiler", "Bir Dünyanın Eşiğinde" adlı kitaplarını genellikle sağcı gençler okudu. Milli Kültür Vakfının ödüllerini kazandı.
Hep sosyalist kaldı
Buna rağmen, "sosyalizm" kelimesinden korkanları yobaz olarak niteledi: "Yobazlık kelimelerden korkmaktır. Sosyalizm, insanın insanı istismar etmemesi, emeğin değerlendirilmesi, emeğin eserine göre mükáfatlandırılmasıdır. Elbette kendimize has sosyalizm olacak. Milli hasletlerimizle çelişmeyen bir düzen. En kötü şey riyakárlıktır. Sosyalizm ıstırabın çığlığıdır."
Cemil Meriç sağa "kendi Marx"ını öğretmek istedi hep:
"Marx, vatan-millet realitesini inkár etmez; İşçi sınıfının vatanı yoktur der sadece. Nasıl sermaye milletlerarası ise emek de milletlerarasıdır der.
Marx, Din afyondur derken Katolik kilisesini kasteder. Hakikaten Katolik kilisesi tam bir afyondur.
Burjuvazi akılla kiliseyi devirdi. Fakat sonra karşısına işçi sınıfı çıkınca hemen müdafaaya geçip dine sarıldı ve orta çağ karanlığına döndü
Ve ister istemez milli komünizm doğacaktır."
Kitaplarını, makalelerini kim yayımlayacaksa, ayrım gözetmeksizin, sağ-sol demeden onlara verdi. Çünkü o kimseye göre yazmamıştı; bu nedenledir ki, Komünizmle Mücadele Derneğinin dergisinde Názım Hikmete övgüler düzmekten geri durmadı. Yaşamı boyunca Kemal Tahirle, Attila İlhanla düşünce yoldaşlığı yaptı. Bülent Ecevite okuması için Marxın "Kapital"ini gönderdi.
İslamda şeyh yoktur
Tarikatlar-cemaatler de Cemil Meriçin ilgi alanıydı:
"Said-i Nursinin bir hutbesi var, çok enteresan: Yanlış anlaşılır diye korkuyorum. Adam sosyalizme açık. Nurcular ve sosyalistler birbirini tanımalıdırlar. Türkiyenin kurtuluşu buna bağlı. Ben şimdi bunu yapmaya çalışıyorum. Fakat bu fert işi değil. Nurcular sosyalistleri, sosyalistler de Nurcuları okumuyor. Zaten sağ kendi dışında hiçbir şey okumuyor; çok garip bir hál bu."
(Ara not: Yeni Asyacı Mehmet Kutlular ile Aydınlıkçı Doğu Perinçek ittifak yapabilir mi? Gerçi sol liberallerle Fethullah Gülen cemaati birleşti bile!)
Cemil Meriçe göre, insan olarak hataları olmakla birlikte, Marx ile Said-i Nursi arasında hiçbir fark yoktu.
"Nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batıya karşı Doğunun isyanı. Her risale bir çığlık. Said-i Nursi bir kavga adamı."
Ancak diğer yandan, "Mutlak hakikati hiç kimse bütünüyle kucaklayamaz" diyen Cemil Meriç, "Said-i Nursi 1930larda haklıydı ama artık günümüzde değil" diyecek kadar da gerçekçiydi. Said-i Nursiye "şeyh" diyenlere de kızgındı: "Hazreti Peygamber bu alim, bu arif diye ayrım yapmış mı? Şeyhlik var mı İslamda?"
Nurettin Topçu ve Hareket Dergisi gibi onun da baş davası ahlaktı.
Psikolojisi çok bozuldu
Cemil Meriç 1980li yıllarda da yazmaya devam etti: "Kırk Ambar", "Bir Facianın Hikáyesi", "Işık Doğudan Gelir" vs.
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle fikri bunalım yaşayan milliyetçi-muhafazakár çevreler, Cemil Meriçin yıldızını çok parlattı. Kitapları elden ele dolaştı.
Bu çevrelere göre, Batı kültüründen arınıp Müslüman-Türk özüne geri dönüş yapan kazanılmış bir aydındı o! Kimse sosyalist kimliği hatırlamak istemiyordu!
1983 yılında eşi Fevziye Hanımı kaybetti. Bir yıl sonra beyin kanaması geçirdi ve sol tarafına felç geldi. Bu zor günlerinde platonik aşkı Lamia Çataloğlu, haftada iki kez koltuğunun altındaki Cumhuriyet Gazetesiyle gelip Cemil Meriçe sevdiği bulgurlu yemekleri yaptı.
Ancak gün geçtikçe psikolojisi bozuldu; kimsenin anlayamadığı sözcükler söylüyordu. Bazen "Allah Allah Allah" ya da "Muhammed sevgilim" diye bağırdığı oluyordu. Ruh sağlığı bozulmuştu. Nörolojik bir tedavi uygulamasına geçildi. Çare olmadı. 13 Haziran 1987 günü gece yarısı vefat etti. Karacaahmette eşi Fevziye Hanımın yanına defnedildi.
Cemil Meriç hakkında çok çeşitli ve birbiriyle zıt tanımlamalar yapılsa da, her çevrenin üzerinde hemfikir olacağı bir gerçek vardı:
O, bu ülkenin vicdanıydı...
Ve sanıyorum Türk solunun Cemil Meriçe bir özür borcu vardır.
Hürriyet
-
İstikbal Parlak 16 yıl önce Şikayet EtHazmedilmeyen ilim telkin edilmemeli. "Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı. Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay (kusmuk) verir." by müderrisoğlu .. helva. Kimileri kay kimileri süt ile beslenir.Risaleleri açıp okuma zahmetine girerseniz onlarda ırkçılığın zerresini göremezsiniz. Kürtler sömürüldü diyen müderrisoğlu PKK sempatizanlığını çağrıştırıyorsun.PKK'nın imam kadrosu yanında müderris kadrosu da mı var? Dikkat et evlat biz ırkçı değiliz, türkü, kürdü, arabı, çerkezi hepsi kardeşimizdir.Beğen
-
Hasan Aydemir 16 yıl önce Şikayet Ethain evlat'a. Mars'ta buz bulunduğunu biz senden önce öğrenmişizdir. Mesele öğrenmek değil o işi yapmakta. Marsa belki hiç gidemeyiz fakat ahirete mutlaka gideceğiz. Ahiret yolunda rehber mutlaka lazım. Bu zamanın anlayışına göre Kur'anın tefsirini yazan Rehber Bediüzzaman Said Nursi'dir. Şimdi en basitinden üniversite tercihinde bile rehber öğretmene ihtiyaç duyuluyor. Sen ahiret yolu nasıldır bilirmisin de bu kadar rahat konuşursun.Beğen
-
halil yarbaşı 16 yıl önce Şikayet EtHAİN EVLATA. Sait nursi kuranın türkçe açıklamasını akılda hiç bir şüpheye yer bırakmayacak en katı bir kafire ALLAHIN varlığını birliğini ve sonsuz gücünü kudretini ispatlıyacak şekilde risale-i nur kitaplarını yazmıştır risale-i nur kitapları milyonlarca insanın müslüman olmasına küfre girenlerin küfürden çıkmasına vesile olmuştur fütfen biraz saygılı olun günaha girmeyin zamanında sait nursi ile uğraşanların sonu hep sefillik rezillik olmuştur saygılar.Beğen
-
Metin Yazar 16 yıl önce Şikayet EtAufwiedersehen. Mars'a gidecek oldunuz da,eteğinizden çeken mi oldu?..Ahaa,kocaman feza önünüzde duruyor.Durmayın gidin.Çok mutlu olur hatta arkanızdan su bile dökeriz.Yok,yok vazgeçtim.Su dökmek,su gibi git gel demek anlamına geliyormuş.Biz de viski,kımız neyim dökeriz.Ayrıca biz gericiler Mars'ın ne olduğunu biliyoruz.İki Mars bir ters yaparsın,adam buz gibi olur soğur gider.Buzu da aradan çıkarmış oldum:)Beğen
-
Hain Evlat 16 yıl önce Şikayet EtDİN ALİMİ Mİ. allahla arana din aliminin girmesine gerek yok, aç elini dua et.... yok said bilmem ne falan filan, geçsenize bu işleri arkadaşlar... yıl 2008 adamlar marsta buz buldu, yaşam izi arıyorlar, sizin derdinize bakın.... kafalardan geçenleri duyar gibiyim "mars ne, buz mu, ne buzu"Beğen