Hududullah-I
Mustafa Kutlu İnsanın yaradılışı, mahiyeti, emanete talip olması, yürüyeceği yol, diğer varlıklara üstünlüğüyle ilgili bir yazı kaleme aldı.
ABONE OLHududullah” Allah’ın kanunudur. Kur’ân-ı Kerim’in pek çok âyetinde bu konunun mahiyeti ile ilgili bilgi verilmektedir.
Meselâ Talâk sûresinde şöyle buyruluyor: “Hakikat Allah her şey için bir ölçü takdir etmiştir”.
Ra’d sûresinde bu hüküm tekrarlanıyor: “Her şey Allah katında bir miktar iledir.”
Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde bu âyetler için şu açıklamayı yapıyor: “Cenab-ı Hak her şey için bir sınır ve miktar tahsis etmiştir ki, o şeyi ona göre yürütür. O sınır ve miktardan ileri geçirmez. Bu hüküm öyle bir kanundur ki her şey hakkında geçerlidir”. (Kainatın, hayatın, canlıların, hareketin ve insanın yaratılışı; fani âlemdeki yaşantısı, yaratılmışların birbiri ile münasebeti, bu ilişkinin tabi olduğu ritim ve âhenk vb.). Bu aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın koyduğu “kader”dir. Bu ölçü ve sınırı tanımak, teslim olmak imandandır. A’raf sûresinde “Cenab-ı Hak haddi aşanları sevmez” buyruluyor.
Kâinattaki hiçbir varlık bu kanuna karşı koyamaz. Ona uyar. Galaksiler, yıldızlar, gezegenler, güneş, dünya ve dünyada hayatın oluşu bu kanuna bağlıdır.
Dünyanın güneşe yakınlığı, kendi etrafında ve yörüngesinde şaşmadan dönmesi, gece ve gündüz, ısı ve ışık, toprak-su-hava-ateş; bitkiler ve hayvanlar, tüm ekolojik denge atomlara varıncaya kadar kanuna tabidir.
Biz buna “tabiat kanunu” demişiz. Bilinir. Her varlık buna kayıtsız-şartsız uyar. Tek istisna insandır. İnsan kul da olabilir, asi de. İmtihana tabi olan odur.
Hamdi Yazır devam ediyor: “Her şeyin bir haddi ve hududu vardır. Varlıklar arasında kendine mahsus bir yeri vardır. Kendine mahsus bir ömrü ve durumu bulunmaktadır.
Zincirleme olarak bütün sebepler silsilesi Allah’a dayanır. Onun ilmi ile çerçevelenmiş olmayan hiçbir şey yoktur. (Her varlığın bir kaderi vardır). O’nun bilgisi dışında zaten bir şey olamaz. O gizliyi de gaybı da bilir”.
Hiçbir şey “boşuna” yaratılmamıştır. Yaratıkların her birinin kendine göre bir kabiliyeti, özelliği bulunur, DNA ve genlere kadar. Şu an insanoğlunun bilebildiği her şeye kadar, ki bu “bilme ve seçme” de yine Allah’ın takdiri iledir. Her saniye, her an bu böyledir. Sadece insan ne yaptığını-yapacağını bilir, Cenab-ı Hak ona ruh, nefis, kalp, irade ve akıl vermiştir. O eşref-i mahlukattır. Dünyaya gelişi bir “imtihan” sebebiyledir. Bunun sebebi sorulamaz. Hikmet-i Huda’dır. Cenab-ı Hak atamız Hz. Âdem’e isimleri öğretmiş, onu halife kılmış ve ona hududullahı göstermiştir. “Şu ağaca yaklaşmayın” buyurmuştur. Hz. Âdem ve Havva kıssasında bu sınırı aşmanın insana mahsus olduğu (bir imtihan olduğu) belirtilir. Ceza ve mükâfat haktır. Çünkü peygamberler, kitap ve sünnet haktır. İnsanın aklı, duyuları, yeryüzünde yaşaması için kendisine lutfedilen tüm nimetler ortadadır. Yaratılmış tüm varlıkların kendine mahsus özellikleri olduğunu söyledik. Bunlar ezelden takdir edilmiştir. Varoluşun kademeleri, ömrü, değişimi (evrimi) ilk hareketten bu yana Cenab-ı Hakk’ın elinde, ilmindedir. Bitkilerin ve hayvanların bir yaşantısı vardır. Ancak “hayat” insana mahsustur ve inananlar için sadece bu dünyadan ibaret değildir. Bir de “âhıret” denilen ebedi hayat vardır.
Bir otun, bir çiçeğin, bir bakterinin her ne var ise âlemde onun gücü, sınırı, kabiliyeti bir ölçü iledir. İnsan dahi yaratılış itibari ile (bedenen) böyledir.
İnsanın boyu ve kilosu sınırlıdır. On metre boyunda, on ton ağırlığında insan yoktur. Görmesi, işitmesi, tatması vb. kendine hastır. Bu duyular hayvanlar âlemine kıyasla sınırlıdır. İnsan bedeninin gücü, hızı, dayanaklılığı sınırlıdır. Yemesi, içmesi, çiftleşmesi sınırlıdır. İnsanoğlu bu beden ile tabiat şartlarına dayanmakta, hayatta kalmakta zorlanır. Akıl devreye girer ve insan aklı ile öteki canlılara üstünlük sağlar. Zaten Cenab-ı Hak tüm yaratılmışlara nimet vererek onları hayatta tutmuş; insanoğluna bütün âlemi musahhar kılmıştır. Ademoğlu’na verilen nimetler sayısızdır.
İnsanoğlu aklı, ruhu, nefsi, bedeni ve tüm kabiliyetleri ile dünya hayatında Cenab-ı Hakk’ın ona tahsis ettiği sınırlar içinde yaşamalıdır. Bu sınırlar (şeriat) Hz. Âdem’den beri gönderilen peygamberler vasıtası ile insanlara tebliğ edilmiştir.
İnsanın yaradılışı, mahiyeti, emanete talip olması, yürüyeceği yol, diğer varlıklara üstünlüğü, halife oluşu, imtihanı vb. gibi hususlar Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilmektedir. Yaradılışının esası Cenab-ı Hakk’a kul olmak ve ona ibadet etmektir. İnsan fıtraten buna elverişlidir. Emaneti yüklenmiş olması ona bir mesuliyet (yükümlülük) getirir. Bu görevi sırasında en önemli engel yine kendisidir. Çünkü o, taşıdığı müsbet değerler ve iyilik yanında kötülüğe de meyyaldir. Hazza düşkün oluşu, unutkanlık, nankörlük, sabırsızlık, kibir, acelecilik, inkarcılık vb. öteki özellikleridir.
Haddini aşıp yoldan çıkınca o şerefli makamdan esfel-i safiline düşer. Öyle ki zalim, merhametsiz, katil, utanmaz, alçak bir varlık olur, eline geçen güç ile kibirlenerek kendini hâşâ ilah ilan edebilir. Bütün bunlar bildiğimiz şeylerdir (Haftaya Çarşamba devam edeceğiz).
Mustafa Kutlu - Yenişafak