Mahalle kavgası sıktı, 3. mahalle istiyor
"İran devrimi olduğundan beri bu yaygara ile büyüdüm, 30 yıl oldu. 30 yıldır içimi şişirdiler." diyen Mutlu Tönbekici mahalle kavgasından fena sıkılmış. İçini imam hatiplilerin dergisine döken Tönbekici başörtülü muhabiri de uyardı...
ABONE OLİsmihan Şimşek'in röportajı
ismihansimsek@gmail.com
Evinin olduğu sokağın başında kırmızılı bir hanım beliriveriyor. Bu kesin o’dur diye geçiriyorum içimden, bana doğru yürüdükçe eminliğim artıyor. Göz göze gelişimiz birbirinin mahallesinde salyangoz satmaya yeltenen bir halin çok uzağında Hafızamda yer eden bazı yazıları geliyor gözümün önüne. Nereden başlasam diye düşündürtmeden kendi mecrasını belirliyor kelimeler bugünü beklermiş gibi. Neden bir araya geldiğimize, bir başkasıyla değil de neden onunla bu söyleşiyi gerçekleştirmek istediğimize dair gizli bir bilgi var sanki zihnimizin bir köşesinde. Ses tonundaki canlılığın, kimliğiyle müsemma oluşuna şahitliğimle sohbet başlıyor. “Tuğçe Baran” mevzusunu hiç açmamaya and içmiş olarak.
Sizin yazılarınızın altında isminizi görmesek de bunu Mutlu Tönbekici yazmıştır diyebiliyoruz. Üslup yazdıkça mı oluşur, yoksa zaten belli bir tarzı olan kişi yazı yazmaya başlayınca da diğerleri arasından mı sıyrılır?
İran devrimi olduğundan beri bu yaygara ile büyüdüm, 30 yıl oldu... 30 yıldır içimi şişirdiler. Asmalar kesmeler de olacaktır bu arada, oluyor da, son İdil Biret konserinde de gördük. Marjinal seviyede bir potansiyel var hakikaten. Ama hep vardı. Madımak’ı unutmak mümkün mü? Ama bu tip olaylar hep marjinal kaldı. Sistemli olmadı. |
Bazen “bütün bunları neden yazıyorum, neyi değiştiriyorum, köşe yazarlığı da ne ola ki” şeklinde düşündüğünüz oluyor mu? Çünkü “köşe yazarlığıyla dünya kurtarılmaz” gibi bir cümleniz var. Köşe yazarlığıyla ne yapılır?
Eğlenilir ve eğlendirilir! Köşelerle ne dünya kurtarılır ne de bir fikri empoze edilebilir. Herkes kendi gibi düşünen köşecileri okuyor anladığım kadarıyla. “Bir köşe okudum bütün fikrim değişti” diyen kimse bilmiyorum. “Bak ne güzel yazmış” dedikleri zaman anlıyorum ki “bak benim fikrimi ne güzel yazmış” demek istiyor. Bir çeşit “yalnız değilim” tesellisi köşe okumak.
Yazı köşeniz aynı zamanda atış alanınız mı? Sürekli biri ya da bir şeyle cebelleşme hali var gibi Laptoptan tutun, su faturasına, kendi okurlarınızdan, diğer köşe yazarlarına, devletten orduya kadar
Atış alanı demeyelim de dertleşme alanı diyelim. Sürekli bir cebelleşme hali hepimizde yok mu? Köşe okumak kadar köşe yazmak da aslında bir “yalnız değilim” tesellisi. İlla birileri çıkıyor “benim de başıma geldi” diyor mesela. Çok tırıvırı bir konuymuş gibi gelse de başta, bakıyorsun birçok insan aynı şeylerle uğraşmış, aynı dertleri yaşıyor veya aynı fikirde. Yalnızlığımızı gideriyoruz işte karşılıklı.
“Cumhuriyetin başka kadınları” isimli yazınızda “cumhuriyet kadını” kavramını adeta ütopik bir kavram olarak sunuyorsunuz. Resmi ideolojinin pratik hayat ile uyuşturamadığı bunun gibi başka hangi kavramlar ve durumlar var?
“Cumhuriyet Kadını” projesi esasen iyi bir proje. Veya en azından benim anladığım anlamda. Yani okuyan, çalışan, memleketten ve dünyadan haberli olan, kendi ayakları üzerinde durabilen, kocasına veya ailesine bağımlı olmayan kadın anlıyorum ben o laftan. Çok da ütopik değil aslında. Oldu da. Yüz binlerce kız okudu, milyonlarca kadın çatır çatır çalıştı, okumaya ve çalışmaya da devam ediyor. Bu kavram, ideolojiden arındırılarak yeniden canlandırılmalı bile hatta. Siz, başınız örtülü diye niye bir “Cumhuriyet Kadını” sayılmayasınız ki! Okudunuz ve çalışıyorsunuz. Kendi ayaklarınızın üzerinde duruyorsunuz. Eminim kendinizi ezdirmezsiniz. Ezdiriyorsanız çok ayıp ediyorsunuzdur. Viyana’da okumalar vız gelmiş tırs gitmiş demektir. Bu kadar basit aslında. Kadınların özgürleşmesine doğru giden her yol benim için mubahtır. Kardelen projesini de desteklerim Önder projesini de. Türkiye’nin haysiyetli, kişilikli, güçlü ve cevval kadınlara ihtiyacı var. İster başı açık olsun ister başı kapalı. İnanın kurtuluşu bunda buluyorum.
Resmi ideolojinin pratik hayatla uyuşmadığı yüzlerce konu var. Herhalde en önde gideni Kürt meselesidir. İşin içinden çıkılamaz bir hal alıncaya kadar ısrar edildi. Ne olacak merakla bekliyoruz.
Son zamanlarda ortaya çıkan “bizim mahalle-karşı mahalle” karşılaştırmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz hangi mahalleden bakıyorsunuz tüm bu yazılıp çizilenlere?
Mahalle dışından bakıyorum sanırım. Veya bakmaya çalışıyorum. Zira kendimi hangi mahalleye koysam olmuyor. İslami bir hayat sürmüyorum, sürmek de istemiyorum. Öte yandan darbe tehditli, tektipleştirici, antlı, resmi tarihli, tek ırk, tek dil, tek mezhep bir hayat da sürmek istemiyorum. Ne İslam tektipleştirme çabaları hoşuma gidiyor ne Kemalist tektipleştirme çabaları. Ben her iki mahalleden de sıkılıyorum. Üçüncü mahalle de olmalı. İlla mahallen neresi diye sorarsanız evet üçüncü mahalle derim.
Bu mahalle ayrımlarının kutuplaşmayı körükleyen bir yönü var mı, yoksa tanımladıkça tarafları rahatlatarak iletişimin sağlıklı ilerlemesini sağlıyor olabilir mi?
Aptallar için kutuplaştırıcı bir etkisi vardır muhakkak ve her iki mahallenin de hayli aptalı var kabul etmek gerek ki. Evet dediğiniz gibi tarafları rahatlatıcı bir etkisi var. “Yalnız değilim” tesellisi yine. Hesapça bir aidiyet. Beşiktaşlı veya Galatasaraylı olmak gibi. Üstelik karşı taraf diye gördükleri insanları da tanımaya zahmet etmeden karalama ve hatta öcü görme mekanizması. İslami taraf bunu daha fazla yapıyor üstelik. Fakat akıllı insan için bunlar farazi ve gerçekçi olmayan mahalleler. Sırf başı kapalı diye birini karşı tarafımda addedemeyeceğim gibi sırf başı açık diye kendi tarafımda da addedemem. Benim mahallem cahil olmayan, klişe olmayan, faşist olmayan ve mizah duygusu olan kişilerden oluşur. Gerisi hangi mahalleden olursa olsun benim için karşı mahalledir.
Sizi her iki mahalle için de okunulabilir, kabullenilebilir kılan nedir?
Her iki mahalleye de aynı mesafede duruyor olmam herhalde. Temel insan haklarından başka bir doğrum yok. Hem Musa’nın hem İsa’nın hakkını savunup ne Musa’ya ne İsa’ya yaranabilenlerden. Ama bu da benim tabiatım.
Siz, başınız örtülü diye niye bir “Cumhuriyet Kadını” sayılmayasınız ki! Okudunuz ve çalışıyorsunuz. Kendi ayaklarınızın üzerinde duruyorsunuz. Eminim kendinizi ezdirmezsiniz. Ezdiriyorsanız çok ayıp ediyorsunuzdur. Viyana’da okumalar vız gelmiş tırs gitmiş demektir. Bu kadar basit aslında. Kadınların özgürleşmesine doğru giden her yol benim için mubahtır. Kardelen projesini de desteklerim Önder projesini de.
Gelecek, ölüm, öte dünya ve Yaratıcı kavramları hakkında neler düşünüyorsunuz? Bir gün yok olup gitmek, hiç olmamış gibi olmak, en azından dünyadaki kısacık ömrü yetersiz bulmak gibi fikirler hiç zihninizi meşgul ediyor mu? Ediyorsa nasıl baş ediyorsunuz?
Ölüm ölümdür. Gerisi kafamı hiç kurcalamıyor açıkçası. Bu kısacık hayat bana yetiyor. Herkeste ölüm korkusu vardır bende ise ölememe korkusu var. Haddinden fazla yaşayacağım diye ödüm kopuyor. Cehennem de cennet de burada.
“İrtica geliyor, bizi kesecekler” yaygarasının yeniden yutturulabileceği bir dönemi olacak mıdır Türkiye’nin sizce?
Bana kimse yutturamaz böyle bir zokayı bir daha ama bu zokayı bile bile yutmak isteyenler de az değil. Bu paranoya onları dinç ve genç mi tutuyordur nedir Sürekli teyakkuzda olmanın getirdiği bir telaştan mı besleniyorlar bilmiyorum ama beni yordu. İran devrimi olduğundan beri bu yaygara ile büyüdüm, 30 yıl oldu... 30 yıldır içimi şişirdiler. Asmalar kesmeler de olacaktır bu arada, oluyor da, son İdil Biret konserinde de gördük. Marjinal seviyede bir potansiyel var hakikaten. Ama hep vardı. Madımak’ı unutmak mümkün mü? Ama bu tip olaylar hep marjinal kaldı. Sistemli olmadı. Sistemliymiş gibi davranılması beni sinir ediyor. Ama asma kesme dışında çok şey oluyor tabii. Fethullah Gülen hareketi son derece sistemli, disiplinli ve kararlı bir har
Herkes kendi gibi düşünen köşecileri okuyor anladığım kadarıyla. “Bir köşe okudum bütün fikrim değişti” diyen kimse bilmiyorum. “Bak ne güzel yazmış” dedikleri zaman anlıyorum ki “bak benim fikrimi ne güzel yazmış” demek istiyor. Bir çeşit “yalnız değilim” tesellisi köşe okumak. |
Üniversite yıllarınızdan bahsetsek biraz? Siz eğitim sisteminin hangi olumsuz ya da olumlu yönleriyle muhatap oldunuz?
Ne yurdu, ne kütüphanesi ne adam gibi kantini olan , inşası tamamlanmamış berbat bir kampüste (bu nedenle hayli hayal kırıklığı içinde) ama öte yandan da bir daha kolay kolay bir araya gelemeyecek bir kadro ile eğitim gördüm. Hocalarımı sayayım: Taner Berksoy, Asaf Savaş Akad, Ayhan Aktar, Hurşit Güneş, Mete Tunçay, Şule Kut, pek olumlu hislerim olmasa da Nilüfer Narlı Çok süper bir ekipti, çok şey öğrendim. Ama o kampuste eğitim vermek cidden çok büyük bir ayıptır, YÖK’ü affedemem.
Sizin üniversite döneminizle bu dönem arasında bir karşılaştırma yapsanız eksiler ve artılar nasıl sıralanır? YÖK bu eksi ve artıların neresinde kalır?
Benim iki yıl önce bir master denemem oldu. Üniversiteye tekrar gidişim öyle oldu. Bu sefer özel üniversitede. Anladım ki her şey hocaya bakıyor. Tamam, çok güzel kampüsler yapıyorlar ki öğrenciliğin tadı çokça da kampüsün güzelliğinden gelir ama maksat öğrenmek ise kampüs mampüs palavra. Hocan iyi ise öğrenme zevkinden dört köşe oluyorsun. Değilse cahil kalmakla kalmıyor bir de öğrenme, bilgi düşmanı veya benim gibi master düşmanı oluyorsun. Bırakmak zorunda kaldım çünkü bir süper hocaya karşılık üç zırva hocayı çekecek durumda değilim. Yazık ki açılan okulların ihtiyaç duyduğu kadar esaslı hoca yok piyasada. Çok fena ellere kalıyor eğitim işi. (YÖK neresinde kaldı açıkçası bilemeyecek kadar uzağım konudan.)
-
Dogan Akbaba 15 yıl önce Şikayet EtIran ve Türkiye de.... Devletlerin ikiside bu konuda yasakci zihniyet, hic bir farki yok.Biri Basörtüsünü zorla baglatir biri Basörtüsünü zorla actirir.Siz kendinize istediginiz kadar Demokratik degin,uygulanmadigi zaman Muz Cumhuriyeti olur.Beğen