Kurtulmuş: Merkez Bankası Hükümet'e uymalı

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş: Derdimiz kişilerle değil...

ABONE OL
GİRİŞ 09.06.2014 11:31 GÜNCELLEME 09.06.2014 11:31 RÖPORTAJ
Kurtulmuş: Merkez Bankası Hükümet'e uymalı
Kurtulmuş: Merkez Bankası Hükümet'e uymalı

Çözüm Süreci’nde önemli bir noktaya gelinmesi, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci gibi majör başlıkların yanı sıra, ara ara alevlenen mühim bir gündem maddesi daha var aslında: Hükümet ile ekonomi bürokrasisi arasındaki gerginlik. Star'dan Fadime Özkan, görünür görünmez sebeplerini ve nasıl aşılacağını, AK Parti ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş ile konuştu.

Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde hocalık yapan, Fazilet Partisi’nin ardından kurduğu HAS Parti’yle birlikte 2012’de AK Parti’ye geçen Prof. Kurtulmuş’un adı yeni dönem için de sıkça geçiyor.

Merkez Bankası sadece kendi perspektifinden bakarak uluslararası piyasaları tatmin edecek kararlar alamaz. Bu vesayettir. Kimse kusura bakmasın, MB’nin bağımsızlığı önemli de Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı önemli değil mi?

Başbakan Erdoğan ile ekonomi bürokrasisi arasındaki gerilim sebebi nedir? Hükümet üretime, yatırıma dayalı ekonomi modeline geçmek isterken Merkez Bankası, İMKB gibi bürokratik kurumların finans merkezli modeldeki belirleyici ısrarı mı?

Sorunun kaynağı şu: 1980 sonrası neo-liberal dalga bütün dünyada hızla gelişti. Özü de şuydu: sanayi kapitalizmi üretim üzerinden refah oluşturdu. Fabrikalar, fabrikada çalışan insanlar, üretim üzeriden gelişen bir ekonomi vardı. Ama 1970’lerdeki petrol krizleriyle birlikte sanayi kapitalizmi büyük bir krize girince bir çıkış yolu olarak, küreselleşme, ileri teknolojiler ve bunların gelişebilmesi için de neo-liberal tezlerin yani piyasasının hakim olduğu bir dünyanın oluşması fikri gelişti. 1980’lerde hem Batıdaki uygulamalar, hem de doğu Avrupa’daki eski Sovyet sistemi ülkelerinin liberalleşme süreçleri de buna katkıda bulundu. Buna hızlı bir şekilde geçildi. 90’larda ise neo-liberal sistem bir faz daha ileri gitti. O da finans kapitalizmi dediğimiz şey. Dünya ölçeğinde finans kuruluşları, parayı kontrol edenlerin yönettiği bir dünya sistemi ve mal-hizmet üretiminden ziyade finansal sektörler üzerinden gelişmiş olan bir dünya ekonomisi. Böyle bir ekonomi ortaya çıktı. Ama 2008 krizine kadar. 2008 krizi dünya kapitalizminin önemli krizlerinden biriydi. Krizde görüldü ki sadece finansal piyasaları kontrol etmek, makro dengeler üzerinde hareket ederek para-faiz politikalarını kontrol ederek uluslararası rekabette başarılı olunması mümkün değil. Daha çok üretime dayalı bir sistemin olması lazım. Bu sistem böyle devam ederse dünyada çok büyük yeni krizler ortaya çıkacak. Gıda krizleri gibi, su krizleri gibi, enerji krizleri gibi.

Her yıl 700 bin yeni istihdam lazım

-Türkiye’ye gelirsek?

12 yılda Türkiye makro ekonomik dengelerini sağladı. Dünyadaki krizi de mümkün olduğunca rahat atlattık. Bu Türkiye ekonomisi için başarıdır. Sonuçta şu oldu: 12 yıl içinde dünya ekonomisinde var olan bol miktardaki likidite, bol para, nispeten yüksek faiz dolayısıyla Türkiye’ye geldi. Bu para büyük oranda tüketim üzerinden Türkiye ekonomisinde bir kalkınma oluşturdu. Şimdi Türkiye ekonomisi yeni bir faza geçmek zorunda. Dünyada bizim gibi kalkınmakta olan ülkeler başta olmak üzere bunu zaten tartışıyorlar. Amerikan ekonomisinde de bunlar tartışılıyor. Biz daha çok üretim, istihdam ve ihracat eksenli bir politikaya dönmek zorundayız.

-AK Parti, ekonomi bürokratlarına bunu söylüyor ama aynı şey AK Parti’ye de epeydir söyleniyordu aslında. Ama bir şekilde o paranın Türkiye’ye gelmesi önemseniyordu galiba?

Türkiye de, dünya ekonomisi de buna müsait bir yapıdaydı. Türkiye’nin bir tasarruf açığı var. 2023 hedeflerini tutturabilmesi için her yıl yüzde 5 büyümesi lazım. 700 bin ilave istihdam gerekiyor. Tüm bunlar için de Türkiye’nin kaynaklarını ve yurt dışından gelecek kaynakları doğrudan yatırıma yönlendirmemiz lazım.

Davul bizde tokmak başkasında olmaz

-Peki, Hükümet ile Merkez Bankası arasındaki tartışmanın sebebi nedir?

Türkiye’de diyelim hükümet ekonomi alanında yüzlerce karar alıyor. Merkez Bankası ise iki hususta aktif kararlar alıyor; para politikaları ve faiz politikaları. Yani Türk parasının değeri ne olacak, döviz ne kadar, faiz oranları ne olacak. Buralardaki yetki bütünüyle MB’nin elinde. Sayın Başbakanımızın davul bende, tokmak başkasının elinde dediği şey budur. MB bu gücünü tabii ki yasasından alıyor. Bu yasaların gözden geçirilmesi gerekir. Kişiler üzerinden tartışmıyoruz. MB’nin bağımsızlığını tartışmıyoruz ama MB’ler üzerinden uluslararası finans çevrelerinin kurmaya çalıştığı vesayet düzenine karşı çıkıyoruz.

-Bir ekonomi profesörü olarak ne öneriyorsunuz? Nasıl bir yasal düzenleme yapılırsa MB’nin hem özerkliği korunsun hem küresel vesayetin aracı olmaktan çıkabilsin?

Şu andaki yasaya göre de MB’nin sadece araçsal bağımsızlığı vardır. MB’ye Türkiye’deki fiyat istikrarı hedefi verilmiştir. MB enflasyonu düşük tutacak, eyvallah. Ama mezarlıklarda enflasyon sıfır. Üretmezseniz, ekonomik aktivite içinde olmazsanız, üretim yapısı yeterince güçlü olmayan bir ekonomiye sahip olursanız enflasyonunuzun düşük olmasının fazla anlamı yok.  Ama enflasyonu belli bir kalkınma hızıyla birlikte makul bir seviyede tutabilmelisiniz.

Merkez Bankası Hükümete uymalı

-Ülkenin ekonomik hedeflerini tutturabilmesi için Merkez Bankası da Hükümetle ortak çalışabilmeli diyorsunuz? 

Tabi. Hükümet sadece enflasyonu düşük tutmak amacı gütmüyor. Bir kere MB’nin hükümetin makro hedefleriyle uyumlu olması lazım. MB sadece kendi perspektifinden bakarak uluslararası piyasaları tatmin edecek kararlar alamaz. Karşı çıktığımız budur. Dünyanın hiçbir yerinde de bu kabul edilemez. Sayın Başbakanımızın MB faizleri 4,5 artırdı şimdi yarım puan indiriyor, dalga mı geçiyorsunuz demecini verdi. Ama tam iki saat sonra MB başkanından yurtdışından tam tersi bir açıklanma geldi: “Biz dünya piyasalarına göre nispeten yüksek faiz vermek zorundayız ki Türkiye’ye para gelsin”. Böyle şey olmaz. MB böyle bir görüşü var idiyse gelecek, bunu Sayın Başbakan’a anlatacak, ikna etmeye çalışacak. 

Para politikasını seçilmişler belirlemeli

-Bir tür muhtıra gibi, eski Türkiye’de askerin Hükümete laf yetiştirmesi gibi?

Aslında vesayet dediğimiz şey budur. Vesayet gücünü milletten almayan kişi ve kurumların millet adına karar vermesidir zaten. Üniformalı biri bunu yaptığında vesayet de, yüksek yargı ya da Merkez Bankası yaptığında bu vesayet değil mi? Bunları söylediğimiz zaman MB’nin bağımsızlığını ortadan kaldıralım demiyoruz. Eyvallah MB araçsal bağımsızlığını korusun. Ama kusura bakmasın kimse, MB’nin bağımsızlığı önemli de Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı önemli değil mi? Bu mesele kişilerle ilgili değildir. Son derece kategorik, sadece bizde değil pek çok gelişmekte olan ülkede tartışılmakta olan bir konudur bu. Türkiye gibi bu kadar çok vesayetin boyunduruğu altında kalmış bir ülke için ise bu vesayet görünmez vesayetlerden birini oluşturmuştur.

-Örnek verir misiniz, nasıl işliyor bu? 

Merkez Bankası eski Başkanımız Yılmaz 2013 yazında bir uluslar arası gazeteye bir demeç verdi ve dedi ki: “2005-2006 yıllarında IMF MB’nın faiz artırması için üzerimize çok baskı yaptı. Biz de faizleri 4 puan artırdık. Bunun Türkiye ekonomisine maliyeti 10 küsur milyar dolar oldu”. İşte buna kimsenin hakkı olamaz. Bizim itirazımız bunadır. Türkiye bağımsız bir ülkeyse nasıl bir para politikası izleyeceğine Türkiye cumhuriyetinin seçilmişleri karar verir, vermelidir.

Paralelin hedefi Çözüm Süreci

-Paralel yapıya geçelim. Bu kadar derinlere inebilen bir yapı nasıl oldu da bunca geç fark edildi, neden daha önce önlem alınmadı?

Vesayetin üniformalısı kolay görülüyor da üniformasız olan görünmüyor. 2007’ye dek Türkiye’de ciddi bir darbe teşebbüsü gerçeği vardı ve buna karşı ülkenin demokratlarının ittifakı vardı. Bu ittifakın parçalarından biri de bu camianın içindeki insanlardı. Bu insanlar hükümetin kanatları altına girerek bürokraside yerleştiler. Evet vakti zamanında görülmesi gerekirdi. Ama ortak bir mücadelenin paydaşı olarak görüldükleri için zarar gelmeyeceği düşünüldü. Ama aslolan kadroları değiştirmek değil sistemi değiştirmekti. 7 Şubat krizinde paralel yapı içindeki bazı unsurların MİT’i kurumsal olarak hedef alması paralel yapı tehdidini açık hale getirdi. Ardındaki temel neden de, siz nasıl olur da başka güçlere sormadan Kürt meselesini çözersiniz, süreç başlatırsınız telaşıyla ortaya konulmuş bir operasyondu. O gün maske somut şekilde düşmüştü.

Reform ve dönüşüm iradesiyle yola devam

-Muhalefet tecrübesi olan bir siyasetçisiniz. Söyler misiniz muhalefet partileri neyi yanlış ya da eksik yapıyorlar?

Muhalefet kategorik olarak iktidar ne söylüyorsa reddeden, her meselede AK Parti’yi nasıl indiririz diyen negatif bir üslupla sonuç almaya çalıştı. Projeci, Türkiye’nin sorunlarına bilimsel cevap arayan bir muhalefet olmadı, sokak olaylarından bile medet umdu.

-AK Parti’nin içinden bakınca, partiniz neyi nasıl yapıyor?

AK Partinin 12 yıldaki başarısı ekonomik ve siyasi reformları eş zamanlı yapmasından, vesayet odaklarının üzerine kararlılıkla gitmesinden, özgüven inşasını başarabilmesinden, reform dinamiklerini çalıştırabilmesinden kaynaklanıyor. Şimdi de taviz vermeden duraksamadan Türkiye’nin reform ve dönüşüm süreçlerindeki iradesini daha da hızlandırarak yolumuza devam etmemiz lazım.

AK Parti 30 Mart’ta mefkure olmaya terfi etti

-AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayının Başbakan Erdoğan olması halinde AK Parti’nin ve yeni hükümetin nasıl şekilleneceğiyle ilgili tartışmalar son açıklamalarla birlikte alevlendi malum. Belirginleşen nedir partide?

Bundan sonraki süreci kişiler üzerinden değerlendirmemek lazım. 30 Mart seçimlerinde Türkiye’de AK Parti seçimin birinci partisi olması dışında bir başka konum daha kazandı. AK Parti sıradan bir parti olmaktan siyasi hareket olmaya terfi etti. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar,  Erdoğan sonrasının ne olacağını tartışmanın milletin iradesine saygısızlık olacağını düşünüyorum.

-Ne sayede terfi etti?

Çok ciddi ve farklı bir siyasi mücadeleye girdi. Bunu bir medeniyet mefkuresi, gelecek Türkiye’si tasarımı üzerinden gerçekleştirdi.

Bizim vazifemiz dava taşını gediğine koymaktır

-AK  Parti’nin paralelle mücadele ederken mefkureye dönüştüğünü söylediniz. Daha önce de askeri vesayet gibi çok sert mücadeleler içinden çıkmıştı zaten AK Parti, nedir farkı?

Bu defa başka. Siyaset sahnesinde daha önce bir araya gelmesi mümkün olmayan, hayat tarzları, siyaset anlayışları zıt gruplar ittifaka girdi ve bu siyasi mücadele olarak seçimlere yansıdı. İlk kez sahada böylesi bir siyasi mücadeleye girip seçim kazandı AK Parti. 2007 öyle değildi. Orada asker ve bürokratlarla hükümetin mücadelesi vardı. Burada ise sahada, birebir siyasi kimlikler içersinde görünen bir muhalefetle mücadele vardı. Buradan AK Partiyi büyük bir siyasi harekete dönüştürmek gibi hayırlı sonuç çıktı. Vazifemiz dava taşını gediğine koymaktır. Yeni Türkiye ve büyük medeniyetimizi ihya ve inşa etmek perspektifi. Dava budur.

Star Gazetesi

YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR