"HDP’nin imdadına yine bir katliam yetişti!"
Boynukara: Alevilerin ve sosyalistlerin oylarını CHP’den koparıp HDP’ye eklemek istediler. Ankara katliamı PKK-HDP’nin imdadına yetişti!
ABONE OLAnkara katliamının 1 Kasım’a giderken seçmeni etkilemek, sandık sonuçlarını değiştirmek için yapıldığı aradan geçen on gün içinde iyice anlaşıldı. Bu vahşi saldırının 10. dakikasında “saldırıyı AKP yaptı” diyen, katliamın acısını istismar etmekten çekinmeyip oy isteyen siyasilerin varlığı bunu teyit etti, ediyor. Peki AK Parti bu işe ne diyor? Ankara katliamı, 7 Haziran’dan sonra artan PKK terörü, HDP’nin açıklamaları, suçlamaları nedir, nedendir, kimdendir? Kamuoyunda çözüm sürecinin yürüyüşüne, bitişine, ve PKK terörünün yeniden başlayışına dair oluşan sorulara cevabı ne AK Parti’nin? Tüm bu soruları 7 Haziran’a kadar Adalet Bakanlığı Yüksek Müşavirliği yaptığı içinçözüm sürecinin ve evvelinin bilgisine sahip olan Adnan Boynukara’ya yönelttim. AK Parti Adıyaman milletvekili Boynukara 1 Kasım seçimleri için de aday ve halen sahada. Tüm ketumluğuna rağmen çok önemli açıklamalar yaptı.
Ankara katliamından başlayalım. Amacı ve hedefi neydi bu vahşi saldırının?
Öncelikle katliamı yapanları ve arkalarındaki güçleri lanetliyorum. Bu acı hepimizindir.
Bu tür olaylarının açık ve gizli hedefleri, amaçları vardır. Bunları analiz etmeden olayı değerlendirmek ve sonuca varmak doğru olmaz diye düşünüyorum. Hatta gizli amaçlar konusunda haberdar olan kimi isimler bilerek olayı tek eksen üzerinden tartışarak kamuoyu algısını biçimlendirmeye çalışırlar.
Bunu açalım.
Bakın; Suriye’de adı konulmamış bir paylaşım savaşı var. Bölgede sınırı olan ve olmayan tüm devletlerin farklı ve özel ajandaları var. Bazı ülkeler, Türkiye’nin izlediği ve vicdanı merkeze alan Suriye politikası nedeniyle Türkiye’ye karşı öfke dolu. Bu ülkelerin tümü Suriye’deki ateşi, Türkiye’nin içine atmak istiyorlar. Bunun için ise terör örgütlerini kullanıyorlar.
PKK HEM ABD’YE HEM İRAN’A ANGAJE
Hangi terör örgütleri onlar? Hangi terör örgütü hangi devletin istihbaratına çalışıyor?
PKK bahsettiğimiz gizli ajandalar arası çekişmede hem ABD hem de İran’a angaje olmuş durumda. Bu nedenle de PKK ve onunla işbirliği içinde olan DEAŞ, MLKP ve DHKP-C Suriye’deki ateşi bize atmak istiyor. Bu örgütlerin farklı gibi görünen siyasi isimleri ve siyasi anlayışları bizi aldatmasın. Burada önemli olan işi verendir. İşi verene bakmak lazım.
Bunun üzerinden hedeflenen ise ülkenin kaos içinde olduğu algısını oluşturmak ve seçimin yapılmasını engellemektir. Farklı müdahalelere açık bir iktidar sürecinin oluşmasına imkan sağlamak. Buna 7 Haziran sonrası hükümet kurma çalışmalarına ilişkin süreç eklendiğinde konu daha net anlaşılır. Yani koalisyon görüşme süreçlerinde takınan kırmızıçizgi siyaseti...
HDP’NİN İMDADINA ANKARA KATLİAMI YETİŞTİ!
Sonuç olarak amaç neydi?
PKK’nın gerçekleştirdiği terör eylemleri, kimi HDP’lilerin “PKK bir halk özgürlük hareketidir, aynı zamanda demokrasi ve eşitlik mücadelesi veren bir örgüttür, uyguladığı program terör değildir” türü açıklamalar ve terör eylemleri karşısında takındıkları tavır nedeniyle HDP ve PKK kamuoyunda ciddi bir sıkışmışlık içindeydi. Bu atmosfer içinde sis perdesini araladığımızda birkaç amaçtan bahsetmek mümkün. Sosyalist ve Alevi oyları HDP’de toplayarak HDP’nin oy kaybını önlemek. Bunun için ise CHP’nin zayıflatılması gerekiyor. Ankara’daki patlama HDP ve PKK’nın bu sıkışmışlığını gidermeyi de amaçlıyordu. Yani bu katliam, PKK ve HDP’nin imdadına yetişti! PKK’nın ve HDP’nin birlikte ve ayrı ayrı kullandığı tüm propaganda mekanizmaları yeniden harekete geçti.
CHP’Yİ PARÇALAYIP HDP’YE YAMAYACAKLAR
CHP’nin zayıflatılması bahsini biraz daha açalım…
Bakın şuan Batı’nın Türkiye üzerine odaklandığı ve çalıştığı en önemli proje HDP. Ankara’daki katliam ise çok ince bir toplumsal mühendislik projesi. Hedeflerden birisi CHP’ydi. HDP, 7 Haziran seçimlerinde Kürtlerden, sosyalistlerden ve kimi ulusalcı solculardan almış olduğu oyla maksimum düzeye ulaşmıştı. Daha ötesi mümkün değildi. Ötesinin mümkün olabilmesi için CHP’nin parçalanması lazım. Bunun için ise öncelikle CHP içindeki Alevi kitlenin HDP’ye aktarılması şart. Bu ise sadece bu tarz büyük psikolojik travmalarla mümkün.
ANKARA KATLİAMI ALEVİ OYLARI İÇİN YAPILDI
Ankara saldırısı Alevileri koparmak için mi yapıldı yani?
Maalesef evet. İşte Ankara katliamını planlayanların amaçlarından biri bunu sağlamaktı. Suruç’ta yapılan ise bunun ilk adımıydı. HDP’nin Batı’nın temel projesi haline gelmesinin temel nedeni ise sokağı etkileme gücüdür. Batılılar tek başına seçimle istedikleri değişimi yapamayacaklarının farkındalar. Bu nedenle de sokak ve sokak şiddetini benimsemiş olan kesimlerin birlikteliğini önemsiyorlar ve buna odaklanıyorlar.
DEMİRTAŞ KÜRESEL GÜÇLERİN “OYUNCAĞI”
Son yıllarda Selahattin Demirtaş isminin sistematik biçimde yükseldiğini ya da profesyonel bir el tarafından yükseltildiğini görüyoruz. Demirtaş’ın yaptığı açıklamalar da ikinci ihtimali doğruluyor gibi. Sizce Demirtaş’ın bu siyasetlerdeki pozisyonu ne?
Demirtaş’ın son zamanlarda kullandığı dil, gerçek olmayan beyanları, AK Parti, Başbakan ve Cumhurbaşkanımıza karşı kullandığı şaşırtıcı iftira/nefret dili ve konuşma/müzakere zemininden çatışmacı bir zemine kayma çabası dikkate alındığında, farklı bir sorumluluk üstlendiği kanaat oluşturuyor. Demirtaş’taki bu değişim kendi tercihi olduğu konusunda emin değilim. Ama değişim seyri izlediğimde kendisine farklı bir misyon yüklendiği ve kendisinin de bu misyonu yerine getirmeye çalıştığını söylemek mümkün. Konuşmalarından ve tutumlarından bu misyonun; kendisine önerilen ve içeriği nefret dolu dil ile Erdoğan karşıtlığına oynamak ve küresel güçlerin kurduğu oyunun farkında olan İmralı’yı devre dışı bırakmak olduğu açık. Partideki kimi isimlerin bundan rahatsızlık duyduklarını biliyorum. Rahatsızlık duyanların ise bir biçimde tasfiye edildiklerini izliyoruz.
DEMİRTAŞ PARALELİN YAPAMADIĞINI YAPSIN DİYE GÖREVLENDİRİLDİ
Demirtaş'ın çözüm süreci aktörlerine ilişkin kullandığı dili nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demirtaş’taki değişimi anlamak için en sağlıklı verilerden birisi bu zaten. IRA ile görüşmeleri yürüten dönemin İrlanda dışişleri bakanı "sorunu çözmek istiyorsanız hasmınızı şeytanlaştırmayın" şeklinde güzel bir ifade kullanmıştı. Demirtaş bunun tam tersini yapıyor. Demirtaş'ın kimi konuşmalarını dinlediğimde aklıma şu soru geliyor; Demirtaş, paralel ihanet çetesinin 7 Şubat 2012'de yapmak istediği işi farklı bir yolla tamamlamak mı istiyor?
ÇATIŞMASIZLIK İLANININ HİÇ BİR ANLAMI VE DEĞERİ YOK
PKK’nın çatışmasızlık ilanını nasıl okumak lazım?
Bunun, PKK’nın ilan ettiği kaçıncı çatışmasızlık olduğunu hatırlayan dahi yok. PKK seçim öncesi taktik ateşkes yapmak istiyor. Çünkü PKK’nın, 10 Ekim 2015’de çatışmasızlık ilan etmesinin sebebi, operasyonlardan sonra HDP’nin yaşadığı oy ve itibar kaybıdır. Sanırım bu durumun nelere mal olacağı Belçika’ya, Almanya’ya, Rusya’ya ve İran’a gidilerek yüz yüze anlatıldı. Bunun üzerine de örgüt böyle bir karar aldı. Bu çatışmasızlık ilanının hiçbir anlamı ve itibarı yok. Bir de utanmadan “1 Kasım’a kadar” diyor! Eylemsizlik ilanı ciddiyetten yoksun, itibarsız bir açıklama.
HEM ÖLDÜRÜYOR HEM ‘SARAY SAVAŞ İSTİYOR’ DİYORLAR!
Peki, tam da bu noktada, 7 Haziran’dan sonra ne oldu da bu olanlar yaşandı?
7 Haziran seçimlerinden sonra ne olduğunu anlamak için bazı verileri hatırlamakta yarar var. PKK terör örgütü, 11 Temmuz’da ‘çatışmasızlığı’ bitirdiğini ilan etti. 13 Temmuz’da ‘devrimci halk savaşı’ başlattığını ilan etti. 20 Temmuz’da ise ‘silahlanma ve topyekûn savaş’ çağrısı yaptı.
Peki; 7 Haziran – 24 Temmuz tarihleri arasında ne oldu?
657 terör olayı meydana geldi,
11 güvenlik görevlisi şehit oldu,
41 sivil vatandaş hayatını kaybetti,
15 baraj inşaatına saldırıldı,
500’u aşkın araç yakıldı.
Tüm bunların sonunda 24 Temmuz’da operasyonlar başladı…
Çatışmasızlığı PKK bozdu diyorsunuz?
Tabi ki evet. Şimdi bunlara bakıldığında, seçimden sonra kimin sivil siyasetin önünü kapadığı, kimin savaş çağrısı yaptığı açık değil mi? Kamuoyu önünde cereyan eden bu olaylara ve açıklamalara rağmen birileri çıkıp “saray savaş istiyor” diyor.
İKİ YILDA 2052 ÇOCUĞU DAĞA KAÇIRDI PKK
PKK barış istemiyor mu?
Bakın; iki yıl içinde 18 yaşından küçük 2.052 çocuğu dağa kaçıran PKK terör örgütüne tek bir söz dahi söyleyemeyenler mi barışı istiyor? Sivil halk ile güvenlik güçlerinin karşı karşıya gelmesi için PKK’nın planladığı ‘öz yönetim’ ve ‘canlı kalkan’ eylemlerine öncülük eden ‘siyasiler’ mi barış istiyor? Bunların durumunu açıklayan en güzel ifade “maske takmak insana yüktür, hem taşıyana, hem de anlamaya çalışana”. Maskelerle dolaşmayı seviyorlar.
PKK SİLAH BIRAKMAZSA ÇÖZÜM DENKLEMİNE GİREMEZ
Peki, tüm bu kanın karmaşanın arasında çözüm sürecinin akıbeti ne olacak?
Çözüm süreci devletin eski yanlışlarından dönmesi, milletiyle, Kürtlerle kucaklaşması, eşit, adil ve daha demokratik bir düzene geçişin adıdır. Bu anlamda devam ediyor, edecekte. Ama bu sürece sekte vuran, istismar eden, Kürtleri sürekli ateş hattında tutan, Kürtler üzerinde yeni bir vesayet kurmaya kalkan örgütün, silahları bırakmadan, ülkeyi terk etmeden ve terörden vazgeçmeden denklem içinde olmayacağı ise açık.
SÜRECİ BİTİREN DOLMABAHÇE Mİ OLDU?
Bazı kesimler çözüm sürecinin sonlanması olarak Dolmabahçe ofisindeki açıklamayı gösteriyor, siz ne diyorsunuz?
Öncelikle bir tespit yapmakta yarar var. Bakın, 12 Eylül darbesinden AK Parti iktidarına kadar olan sürede bu ülkede 14 ayrı hükümet kuruldu. Bu hükümetlerin hiç birisi vatandaşlarımızın taraf olduğu sorunları çözmek için köklü bir adım atmadı. AK Parti sorunları çözmek için ret, inkara ve yok saymaya dayalı temel paradigmayı değiştirdi.
AK Parti devletin resmi Kürt paradigmasını değiştirdi. AK Parti; Alevilerin sorunları, mütedeyyin insanların karşılaştıkları ayrımcılık, azınlıkların problemleri ve Kürt meselesinin çözümünü taraflarla konuşmadan geçtiğini kabul etti ve bunu hayata geçirdi. AK Partinin yürüttüğü bu çabalar ile devletin demokratik dönüşümüne önemli katkılarda bulundu. Demokratikleşmenin tamamlanması, ülkenin gelişmesi ve kalkınmasının koşulu iç sorunların çözülmesidir. İç sorunların en önemlisi ise örgütün silahı bırakmasıdır. Bu süreci sonlandırmanın son aşaması olarak, silahı ve şiddeti hak arama aracı olarak gören örgütün elinden silahı almak, silahı bıraktırmak oldu.
PKK GERİ ÇEKİLMEYİ NEDEN DURDURDU?
Peki, PKK 2013 baharında ilan ettiği gibi silahı neden bırakmadı?
Silah bıraktırmaya ilişkin ilk karar örgütün ülke dışına çıkmasıydı. 24 Nisan 2013 tarihinde Karayılan “arkadaşlarımız 8 Mayıs 2013 tarihinde geldikleri yolları kullanarak ülke dışına çıkacaklardır” demişti. Ancak aradan 5-6 ay geçmeden örgüt çekilmeyi durdurduğunu açıkladı. Şimdi geri çekilmenin durdurulmasını anlamadan Dolmabahçe’de ne olduğunu anlamak mümkün değil. Kimi siyasiler ise geri çekilmenin durdurulmasına gerekçe olarak “geri çekilme yasasının” çıkartılmamış olmasını, kalekol ve baraj inşaatlarını göstermeye başladılar. “Geri çekilme yasası” hukuk tekniği açısından mümkün olmayan bir konuydu. Çünkü belli bir kesime yönelik yasa çıkarmak anayasaya aykırıdır. Kalekol konusu ise 2008 yılında gündeme geldi. 2009 yılında ise 113 kalekolun inşaatı tamamlandı ve 130’a yakın kalekolun inşaatı ise devam etmekteydi. Şimdi 2009’da inşa edilen kalekollar ile 2013’de başlayan geri çekilmeyi ilişkilendiren mantığı anlamak mümkün değil.
ILISU BARAJI 1965’TE PLANLANMIŞ, PKK ‘BİZE KARŞI YAPILIYOR’ DİYOR
Bu konuyu biraz daha açalım.
Şimdi size farklı bir örnek vermek istiyorum, Ilısu barajı. PKK ve HDP bu barajı askeri baraj olarak değerlendiriyor. PKK’nın kuruluşu 1978. Ilısu barajı ise 1965 yılında düşünülmüş, fizibilite çalışmaları yapılmış ve projelendirilirmiş bir baraj. DSİ kayıtları incelenirse bu durum net olarak görülür. Şimdi soru şu; 1965 yılında planlanan bir barajı geri çekilme ve 1978’de kurulan PKK ile ilişkilendirmek ve askeri baraj olarak tanımlamak nasıl mümkün? Bakın aynı sorun Silvan barajı için de geçerli. Silvan barajı, 1930’larda fikri ortaya atılan ve 1977’de ismi konulan GAP projesinin Atatürk barajından sonraki en büyük barajıdır. Şimdi buna hangi mantık ile askeri baraj denilebilir?
Buradan nereye varacaksınız?
Mesele çok net. Geri çekilmenin durdurulmasının tek gerekçesi küresel aktörlerin örgüt ile iletişime geçmeleri, yeni bir misyon yüklemeleri ve Suriye’de örgüte bir alan açmış olmalarıdır. Örgütün farkında olmadığı konu, örgütler ile devletlerarasındaki ilişkinin kullanmaya dayalı olduğu gerçeğidir. Tabi buna, örgüt aklını oluşturan sosyalist yaklaşımın Türk solu ile son zamanlarda kurmuş olduğu ilişkiyi de eklemek gerekir.
SADECE 3 BİN OYU OLAN FİGEN YÜKSEKDAĞ HDP’YE BAŞKAN YAPILDI
HDP’nin Türk solu ile kurduğu bu yeni ilişki, silahlı Kürt siyasi hareketinin son dönemini anlamak için önemli. Bu ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?
HDP’nin Türk sosyalistleriyle ilişki kurarak onların etkisi ve kontrolüne girdi. Tabi bu HDP’nin tercihi. Buna bir şey demek konumunda değiliz. Ancak biz bir durum tespiti yapıyoruz. Milletvekili dağılımına bakın her şeyi görürsünüz. Daha ilginç olanı ne biliyor musunuz; 2007 seçimlerinde Türkiye genelinde 2753 oy, 2011 seçimlerinde ise 3012 oy almış olan ESP Genel Başkanının HDP’ye eş Genel Başkan yapılmasıdır. HDP’nin yaşadığı değişimi anlamak için bu projeyi hayata geçiren aklı görmek ve tanımak lazım! Bu akıl görülmeden, ortaya konulmadan olan biteni anlamak zor.
GARİBAN KÜRT GÖVDESİNE TUNCELİLİ SOSYALİST KAFA
KCK süreci bozacağına dair ilk tehdidini, yönetim değişikliğinden sonra 31 Temmuz 2013’te yaptı ve “gerekli adımlar atılmazsa” diye de şart koştu. Sonra da aynı nedenle çekilmeyi durduğunu açıkladı 9 Eylül’de. Neydi “o gerekli adımlar”?
Öncelikle bir gerçeğin altını çizmek lazım. Bahsettiğiniz değişimden önce de sonra da PKK’yı yöneten akıl sosyalist ve Tunceli ağırlıklı. PKK’nın bedeni ise gariban yoksul Kürt çocuklar. Birileri için bir şey ifade etmeyebilir ama bence bu çok planlı ve bilinçli bir görev bölümü! “Gerekli adımlar atılmazsa” diye başlayan cümlelere dönecek olursak, bunların hiçbir ağırlığı yok. Bunlar örgütün ürettiği bahanelerdi. Hükümet bu süreçte yapılmasının gerekli olduğuna inandığı tüm düzenlemeleri hayata geçirdi. Bu konuda hükümete yönelik laf söyleyenlerin hepsi yalan söylüyor.
PKK-HDP AÇIKÇA YALAN SÖYLÜYOR
Neden yalan söylüyorlar?
Gerçeği saptırmak istiyorlar. Algı büyücülüğü yapıyorlar. AK Parti hükümetleri red ve inkara dayalı devletin temel paradigmasını değiştirdi. Mevzuatın demokratikleşmesi için gerekli tüm adımları attı. Bunu ise bu ülkenin tüm vatandaşlarını hedefleyerek yaptı.
ÇÖZÜM İÇİN MECLİSTE ONLARCA ADIM ATILDI
Bu süreçte, PKK-HDP’nin ne dediğine bakarak ya da bakmayarak AK Parti hükümeti hangi adımları attı peki?
Özelde çözüm süreciyle ilgili olarak; Toplumsal Barış Yollarının Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi Amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu Kurulmasını sağladı. HDP’nin şuan ilişki kurmaya çalıştığı CHP bu komisyonu üye dahi vermedi.
Müzakere Yasası olarak da bilinen ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’ TBMM’de kabul edildi ve yasallaştı.
Bu kanun kapsamında şiddetin sona erdirilmesi için hukuki, sosyo-ekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma gibi konularda atılması gereken adımların ve komisyonların kurulmasına karar verildi.
“Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”a atıfla Çözüm Süreci Kurulu ve Kurumlar arası İzleme ve Koordinasyon Komisyonu kuruldu. Kısacası “gerekli adımlar” türü ifadeler terör örgütünün kendi kitlesini etkilemek ve kandırmak için ürettiği ifadelerdir.
526 HASTA TUTUKLU VAR DEDİLER 425’İ MÜRACAT BİLE ETMEMİŞTİ!
Hasta hükümlü ve tutuklular bahsi hala en tartışmalı konu. Somut verilerle durum nedir?
PKK terör örgütünün ve ona muzahir olan unsurların en temel özellikleri istismardır. Hükümet, insani bir yaklaşımla hasta hükümlü ve tutuklarla ilgili olarak iki yasal düzenleme çıkardı. Birincisi, 24 Ocak 2013 tarihli ve 6411 sayılı Kanunla yapıldı. Bu düzenleme ile cezaevinde hayatını tek başına yürütemeyenlerin infazının geri bırakılması hükmü getirildi. Ancak bu düzenlemede var olan “toplum için tehlike oluşturmama” kriterinin uygulama süreçlerinde kimi sorunlara neden olması üzerine 18 Haziran 2014 tarihinde yeni bir düzenleme yapıldı. 6545 sayılı kanunda yapılan değişiklik ile toplum güvenliği bakımında tehlike oluşturma kriteri zorlaştırılarak, ağır ve somut tehlike olması durumunda infazın tehirinin verilmeyeceği, diğer durumlarda infaz tehirinin verilmesi hükmü getirildi. Bazıları bu konuya dikkat çekmenin yolu olarak rakamlar abartmayı tercih ediyorlar. Bakın Bakanlıkta çalıştığım dönemde İHD bize 526 kişilik bir liste vermişti. Bu listede bulunan isimleri Cezaevi ve Adli Tıp Kurumu verileriyle kıyasladık. Bunlardan 425 kişinin Adli Tıp Kurumuna müracaatı dahi yoktu. Diğerlerinin bir kısmına infaz tehiri verilmişti, bazılarının ki ise işlem aşamasındaydı. Müracaatı olmayan kişiler hakkında işlem yapma imkanınız olmadığı açık. O zaman şunu söylemek mümkün, bu tablo insanların duygularıyla oynamadır, kamuoyunu yanıltmadır, hükümlü ve tutukluları istismar etmektir.
ŞEFFAFLIK DİYENLER IRA SÜRECİNE BAKSIN
Çözüm sürecin şeffaf yürütülmediği ve kimi sorunların bundan kaynaklandığı ifade ediliyor. Sizce de öyle mi?
Çözüm sürecinin ilk günlerinden itibaren, çözüm sürecinde neler yapıldığını merak eden bir kesimin, sürecin şeffaflığı konusunu sürekli dile getirdiğini biliyoruz. Hatta şeffaflığın olmadığı bir sürecin çözüm getirmeyeceğini de dile getirdiler. Ancak dünya deneyimleri bunun tersini ortaya koyuyor. Bakın IRA ile görüşmeleri yürüten dönemin İrlanda Dışişleri Bakanı Dermot Ahern bir görüşmede bize, “...Biz görüşmeleri 10 yıl gizli yürüttük, görüştüğümüz ortaya çıkmış olsaydı hükümet yıkılırdı ve barış da olmazdı” demişti. Bu açıdan bakıldığında şeffaflık vurgusu yapan kimi isimlerin amacının çözüm değil, olan biten konusunda bilgi sahibi olmak olduğu açık. Bilgi sahibi olmak isteyenlerin amaçlarının ne olduğu ise paralel ihanet çetesinin yargı eliyle darbe girişiminde ortaya çıktı.
MEDYA PKK TERÖRÜNÜ GİZLEMEK İSTİYOR
Bu süreçte medya da etkin bir aktör olarak denklemde. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Medyanın tutumu ibretlik tabi. Bir algının oluşması için özel bir çaba sergiliyor. 7 Haziran'dan sonra başlayan saldırılarla ilgili olarak faili gizleme, özensiz başlıklar üretme ve PKK terör örgütünü gizleme amaçlı fotoğraflar veriyorlar medyanın görünen yüzü bu. Medyanın bu günahı üstelik pişkinliğini tarih kaydediyor. Geleceğe sağlıklı bir tutum miras bırakılacaksa bu kirli ve siyasal hesabını görme bahanesiyle katil gizleme çabaları sürekli işlenmeli. Bakın Demirtaş bir taziye ziyaretine gidiyor. Kimin taziyesi olduğunu ve orada nelerle karşılaşacağını bilerek gidiyor. Demirtaş'ın oturduğu yerin arkasında ve önündeki masada Öcalan fotoğrafı ve örgüte ilişkin kimi simgeler var. Ama merkez medya olduğunu ve özgür haber verme vurgusunu günde 5 kez milletin gözene sokan medya grubu o haberde orada çekilmiş fotoğrafı kullanmıyor, Öcalan fotoğrafının ve PKK bayrakları olmadığı bir fotoğraf kullanıyor. Neden? Sanırım, kendince Demirtaş'ı korumak istiyor! Seçim var, seçmeni kandırma konusunda siyasetçiden daha çok siyasetçiyi düşünüyor! Bunun ne anlama geldiğini ilgili medya organı açıklar belki!
DAEŞ TERÖRÜ MOĞOL USULÜ
Ankara katliamıyla birlikte DAEŞ tekrar gündemimize girdi. Hemen sınırımızda korkunç cinayetler katliamlar yapıyor, dehşet saçıyor. Ama o kadar türedi bir terör örgütü ki ne olduğu, kimin malı olduğu anlaşılamıyor. DAEŞ size göre nedir kimindir?
DAEŞ, Afganistan işgali sürecinde ve sonrasında ortaya çıkan işgallerin sonucunda işgalci güçlerin ve küresel güçlerin tümünün çıkardığı deneyimlerle organize ettikleri asimetrik savaşın son ürünüdür. Bu politikanın özeti; kriz bölgeleri oluşturma, sivil tahribatlarla Moğol usulü dehşet salma, buna tepki olarak ortaya çıkan direnişi daha radikaliyle bölüp işgali meşrulaştıracak yeni terör unsurları peydahlama ve ortaya çıkan bu kaos ile süreci zamana yayarak sağlıklı bir düzenin kurulmasını öteleme.
Amaçları nedir?
Köklü bir değişim yerine, mevcut düzeni sürdürmeye çalışmak ve kontrol dışı hiçbir gelişmeye meydan vermemek amacıyla, kriz bölgelerinde asimetrik savaşla, eski sistemin ömrünü uzatmaya çalışmak. Bu süreç içinde İslam coğrafyası, eski düşmana dönük her tür testin/deneyin uygulandığı, yeni silahların yanında, yeni savaş teknikleri ve psikolojik harp usullerinin uygulandığı bir alan olarak görülüyor. Bu çok kirli bir yaklaşım ve mahkum edilmesi gereken bir tutum. İnsanlığın geleceği adına bu tür örgütleri ve arkalarındaki küresel şer odaklarını lanetlemek gerekir.
DAEŞ’İ TERÖR ÖRGÜTÜ İLAN EDEN İLK ÜLKE TÜRKİYE’DİR!
HDP, paralel çete, CHP ve hatta MHP Türkiye’nin DAEŞ’e yardım ettiği iddiaları üzerine siyaset kurdu. Kendi ülkesinin aleyhine başka devletlerin menfaatine günlerce aylarca bu yönde manşetler atıldı Türkiye medyasında. Bu iddialara ne diyorsunuz?
DAEŞ’i terör örgüt olarak ilan eden ilk ülke Türkiye’dir. Buna rağmen PKK, HDP ve paralel ihanet çetesi söz birliği etmişçesine Türkiye’nin DAEŞ’e yardım ettiği yalanını yaymaya çalıştı. Aslında algı oluşturmaya yönelik çalışma onların fikri değildi. Birlikte çalıştıkları küresel unsurların bunlara yaptığı bir önerme ve yükledikleri bir yükümlülüktü. Bunlarda görevlerini yaptılar. Sınırda çekilmiş kimi fotoğraflar üzerinden algı oluşturmaya çalıştılar. Cumhurbaşkanımızın sözlerini çarpıtarak iftira attılar. Bu iftiralar, bu kitlenin ne kadar güvenilmez olduğunun somut kanıtıydı.
90’LARA DÖNÜLMEYECEĞİNİN YEGANE SİGORTASI AK PARTİ’DİR
90’lara döndük argümanı da, aynı çevrelerin yeni siyaset ambalajı mıdır?
Son operasyonlar üzerinden kimi isimler, Türkiye'nin 90'lı yıllara döndüğünü veya dönmeye başladığını iddia etmeye başladılar. Herkes bu gerçeği teslim ediyor ki Türkiye cumhuriyeti 90'ların ülkesi değil. Devlet, 90'ların devleti değil. AK Parti hükümetleri, devletin temel paradigmasını değiştirdi. AK Partinin siyaset anlayışı ve politik tutumu, 90'lara dönmeyi engelleyen yegane sigortadır.
Bu söylemler neden bu kadar yaygın o halde?
PKK terör örgütünün ve kimi siyasilerin 90'ların anlayışından kurtulduklarını söylemek zor. Kullandıkları dil dahi, 90'ların şiddet ve terör dili. PKK ve HDP’nin hastalıklı ruh halinden kurtulmaları gerekir. Çözüm isteyen, hak taleplerinin demokratik sistem içinde karşılanmasından yana olan herkes dilini ve tutumu gözden geçirmek zorundadır. Türkiye demokratik hukuk devletidir. Bu konuda kuşkusu olanlara önerim, Türkiye'deki uygulama süreçlerini istedikleri ülke ile karşılaştırmalarıdır. Buna rağmen uygulama süreçlerindeki kimi tutumlar sorunlu olabilir. Bunun yolu ise uygulamada hukuk dışına çıkanları yargının karşısına çıkarmaktır. Sayın Başbakanın da buna ilişkin ciddi bir talimatı var. Kim olursa olsun keyfi davranıyorsa ve yanlış yapıyorsa cezasını çekmeli.
TERÖRİST TERÖRİSTTİR, ŞEHİR ADI ANMAK AYRIMCILIKTIR
Adıyaman’ın adı neredeyse DAEŞ’in insan deposu gibi anılıyor. CHP raporu da bunu böyle anıyor. Adıyaman milletvekili olarak sizin düşünceniz ne?
CHP’lilerin yayınladığı iki rapor var. İki rapordaki çelişkileri ve yalanları değerlendirip kamuoyu ile paylaşmıştım. O konuya girmeyeceğim. Ama şunu açıklıkla söylüyorum; silahı ve şiddeti hak arama aracı olarak gören, silaha sarılan, insanları zarar veren ve öldürene biz terörist diyoruz. Ülke, şehir, inanç, dil, renk ve cinsiyet üzerinden teröristleri tanımlamak ayrımcılıktır. Benzer özelikleri taşıyan insanların hukukuna tecavüzdür. Yapan kişi belli, örgüt belli, o zaman tanımlamayı bunlar üzerinden yapmak lazım.
ERDOĞAN 1827’DE BAŞLATILAN İMHAYA DİRENEN LİDER
Olan bitene bakıldığında tüm tartışmaların odağının Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yöneltildiği görülüyor. Erdoğan neden hedefte?
Çünkü güçlü bir lider. Ülkesini, milleti ve dünyanın ezilen halklarını düşünüyor. Ancak en önemlisi ve kavganın şuan için Erdoğan’ın üzerinde yoğunlaşmasının nedeni; 1827’de başlatılan tümden imha girişimine ve 1918’de kaybetmemiş olmamıza rağmen yenilmiş sayıldığımız, iki yüz yılı aşan makus talihin, tersyüz edilebileceğini gösteren bir özgüveni ve kadim misyonu temsil ediyor olmasıdır. Bu misyon Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a olan desteğin de, karşıtlığın da ana noktası.
OLİGARKLARIN DÜZENİ ÇÖKTÜ, ERDOĞAN HEDEF OLDU
Peki, içerden yükseltilen muhalefetin sebebi ne?
Türkiye'nin yüz yıllık iktidar sahipleri Erdoğan'ın öncülüğünde yapılan demokratikleşme reformlarıyla birlikte iktidar kaybı sendromu yaşamaya başladılar. Oligarkların düzeni çöktü. Tek ideolojili toplum ve tek ideolojili devlet rejimi çöktü. Bu anlayıştakilerin Erdoğan düşmanlığını buralarda aramak gerekir. Ayrıca eski anti-demokratik yapıyla özdeşleşip çıkar elde eden, 'emir-komuta ekonomisi' içinde çıkar elde eden iş çevrelerinin tavrıyla ilgilidir. Devletle kurdukları çıkar ilişkileri bozulanlar da, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a düşmanlık yapmaktadırlar. Çünkü bunlar asıl özlemi, yönetilebilir hükümet ve lider beklentisidir. Cumhurbaşkanımız ise yönetebilecekleri bir lider değil. Ama şu açık, bunların Cumhurbaşkanımıza yönelik kullandıkları nefret dili zarar veremez. Çünkü yöntemlerinin tamamı gayrı ahlakidir. Toplum bunu görüyor. Bence önemli ve değerli olan Cumhurbaşkanımızın milletle kurduğu güçlü bağdır.