Küçük: Hak örgütlerini üst akıl yönetiyor
Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi Başkanı Ayhan Küçük sözde hak örgütlerinin gerçek yüzünü anlattı.
ABONE OLUluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi Başkanı Ayhan Küçük Star'dan Fadime Özkan'a konuştu. Küçük Hak örgütlerinin kontrol altında olduğunu ve hiçbirinin yerli ve milli olmadığının altını çizdi.
İnsan hakları alanına çifte standart hakim
BM’ye üye devletlerin imza atarak kendini bağladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Suriyeliler için niçin işletilmez? Ya da Avrupa’nın ortasında ırkçılığa, İslamofobi’ye maruz kalan Müslümanların hakları neden bu kapsama girmez? Türkiye’yi kontrol altında tutmak isteyen Batı, aynı kriterlere kendisi neden uymaz? Uluslararası insan hakları örgütleri ve Türkiye’deki temsilcileri teröristlerin hak ve özgürlüklerini neden terörün hedefindeki sivillerin ve güvenlik görevlilerinin hak ve özgürlüklerinin üzerinde tutar? UHİM-Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Küçük ile haklar ve hak örgütlerindeki çifte standardı konuştuk.
İnsan hak ve özgürlükleri eşitlik fikri, ideali üzerine kuruludur. Reelde durum nedir?
Reelde üst akıl veya küresel sistem diyebileceğimiz merkezlerin kontrolünde bir yapılanma vardır. İnsan hak ve özgürlükleri adına örgütlenmiş yapılar, toplumu daha çok özgürleştirmek için mi yoksa küresel sistemin toplumları daha kolay kontrol etmesi için mi örgütlendi sorusu temel bir sorudur. Mesela Sudan bölünmeden önce Darfur Krizi için insani yardım dışında hukuki, sosyal, siyasi alandan birçok sivil toplum kuruluşu çalışmalar yapıyordu. Film festivallerinde bile birkaç Darfur’la ilgili film olurdu. Bu durum Sudan’da referandum yapılıp Sudan bölünene dek sürdü. Sudan bölününce Darfur meselesi gündemden düştü! Halbuki Darfur, bugün dünden daha kötü!
Hak ihlallerini izleyen örgütlerin Darfur’a ilgisi devam ediyor mu peki?
Hayır. Mesela Sudan bölündükten sonra Devlet Başkanı Ömer el-Beşir, İslam Konferansı toplantısı için Türkiye’ye gelecekti. Uluslararası Af Örgütü, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İHD ve Mazlum-Der bir kampanya yaptılar ve dediler ki “Uluslararası Ceza Mahkemesinden ceza almış biri Türkiye’ye gelemez”. Biz ise UHİM olarak dedik ki: “Aynı şeyi George Bush, Tony Blair gibi kendi halkı dışındaki halklara zulmetmiş, öldürmüş, öldürmeye devam eden devlet liderleri için de yapıyor musunuz?” Yani bu alanda da büyük bir iki yüzlülük var. Ama STK’ların baskısı nedeniyle El-Beşir geri döndü.
İnsan hakları izleme örgütleri nereden alıyor bu gücü, kamuoyundan mı?
Güçleri sadece kendilerinden ya da toplumsal tabanlarından gelmiyor. Helsinki Yurttaşlar Derneği ya da İHD, Uluslararası Af Örgütü konuştuğunda mesela bilirsiniz ki aslında Almanya, İngiltere, Fransa, Avrupa konuşuyor.
TÜRKİYE’DEKİ HAK ÖRGÜTLERİ YERLİ DEĞİL
Türkiye’de hak ihlalleri takibiyle uğraşan STK’ların niteliği ve tarihi nasıldır?
Yıllar önce insan hakları örgütlerinin katılımıyla uluslarası bir toplantıda Türkiye’deki hak ihlalleri konuşuluyordu. Emine Şenlikoğlu dedi ki: “Siz tüm bu eleştirileri bizim toplumumuz daha özgür yaşasın diye yapıyorsanız eyvallah ama bu gerekçeyle Türkiye’yi hesaba çekmeye kalkıyorsanız biz yokuz”. Benim bakışım da bu. Bireysel vicdan sahibi Avrupalılar vardır ama kurumsal karşılığı yoktur. 20 yıldır bunun böyle olduğunu, çifte standartın işlediğini gördüm. Anladım ki onlar kendi hesapları için burada, ben niye onlara hizmet edeyim.
Başkalarının hesabına iş gören örgütler hangileri?
Türkiye’deki örgütlerin kahir ekserisi Batı üst aklının ihraç ettiği yapılar. Yüzde 10 vicdan sahibi insan varsa yüzde 90’ı çıkar merkezlidir, ihraç edenin siyasi hesabına vardır. Özellikle İHD bu amaçla kurulmuş bir yapı. Ayrımcı bir tutumları var. Devletin baskıcı uygulamalarına karşı bir insan hakları derneği olarak çıkmış görünse de sonraki süreçte anlaşıldı ki vatandaşın mağdur edildiği ve devletin vatandaşını korumakta güçlük çektiği durumlarda terör eylemlerine sessiz İHD. Bu bir onaydır. Çifte standarttır. Başkaları hesabına siyasettir. İHD tam sessiz de değildi aslında PKK’yı savundu. Kentleri yıkan, sivilleri katleden, dükkanları yağmalayan PKK’yı meşru göstermeye kalktı.
İHD’NİN TABANI PKK’DIR
İHD sadece PKK’lıların hak ve özgürlükleriyle ilgili bir pozisyonda, Mazlum-Der’in de kafası mı karışık?
İHD’nin tabanı örgüttür. Örgüt PKK’dır. Örgütün tabanı İHD tabanı olduğu için İHD’nin refleksleri de o hale geldi. Başlangıçta böyle düşünmemiş olabilirler, çünkü İHD’nin kurucularından vicdan sahibi olduğunu bildiğim insanlar da var. Devletin 90’lardaki baskıcı yaklaşımlarına karşı direnç gösteren bireysel yaklaşımlar vardı tabi ama kurumsal olarak İHD ve oradaki herkes böyle değil.
MAZLUM-DER’İN KİMLİĞİ BOZULDU
Peki ya Mazlum-Der?
Mazlum-Der farklıdır İHD’den, kuruluşunda başörtüsü yasaklarına direndi. Başörtüsü mücadelesi için örgütlenirken diğer insan hakları ihlalleriyle ilgili de çalıştı. Özellikle doğu-Güneydoğu’da. Sonraki süreçte Batı literatürüne uygun hareket etmek Mazlum-Der’in kimliğini bozdu ve dernek kendi toplumunu sorunlu görmeye başladı. Sorunlar çıktı. İHD ve Mazlum-Der içinde sağlıklı düşünen, saygın insanlar olduğunu biliyoruz ama kurumsal yapılarının algı oluşturan, yönlendiren üst bir kontrol mekanizmasına bağlı olduğunu da görmek zorundayız. Yerli gördüğünüz bu yapıların küresel sistemin kontrolüne girdikten sonra kendi gerçeğinden koptuğunu görmek zorundayız.
Evrensel Beyanname ikiyüzlülüğün belgesi
Dünya düzeni sanki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yürürlülükte değilmiş gibi sürüyor. Yine de herkesi eşitleyen bir metin olarak Beyanname bir kutup yıldızı sayılır mı?
Bence hayır. Charlie Hebdo saldırısında 7-8 kişi ölmüş ve ertesi gün dünya liderleri Paris’e gitmek zorunda kaldı. Gönüllü gitmediler. Bildiri işte bu işe yarar. Aynı gün Yemen’de, birkaç gün sonra Türkiye’de benzer terör saldırıları oldu ve onlarca sivil öldü ama kimse ne Türkiye’ye, ne Yemen’e gitmeyi düşünmedi bile. Matbu kınama metinleri yayınladılar. İnsan hakları beyannamesi Batının süreçlerini meşrulaştırmak için yazılıp, batı dışı dünyaya dayatılan metinlerdir ve kendileri için de geçerli değildir. Dolayısıyla Beyannamenin pratikte hiçbir anlamı, geçerliliği ve gerçekliği yok.
Gezi tam bir işgal girişimiydi
Türkiye’de darbe denemeleri giderek daha sofistike bir hal almakta. Gezi kalkışması, Kobani olayları, 17-25 Aralık, PKK terörü meşru kavramlarla, sivil yüzlerle kamufle edildi. Öte yandan Erdoğan gibi meşru siyasetçiler hedef halinde. Bu kaotik durum size ne diyor?
Bir manipülasyon refleksiyle kullanılıyor meşru kavramlar. Algıyı meşru şekilde oluşturmuyor, gayrimeşru hedefi o algıyla meşrulaştırıyorlar. 5-6 yıldır Türkiye’ye yönelik manipülasyonlar o kadar güçlendi ve bir algı oluşturdu ki Gezi buradan çıktı. Tarihsel bir örnektir Gezi. Doğru anlaşılması gerekir. Bir metropol şehirde bir bölge siviller tarafından işgal edilmiştir. Gerisi teferruattır. Paris’te, NewYork’ta benzer bir meydanın bir zümre tarafından günlerce işgal edilmesi, etrafın yağmalanması, işgalcilerin bireysel taleplerine göre bir komün hayatı oluşturup toplumun kalanına ve devlete bir şeyler dayatması. Gezi budur. İçerde işgali meşru gören CHP ve HDP, Batı medyası, siyasetçileri ve içerideki uzantıları aynı dili kullandılar ve olandan farklı bir algı oluşturmaya çalıştılar. Uluslararası medya İstanbul’a savaş muhabirleri gönderdi ve sanki iç savaş çıkmış, Türkiye Suriye imiş gibi yansıtmaya çalıştı. Taksim’i Tahrir’e benzetti. Lokal bir durumu Türkiye’nin her yerine yaymak istediler. Avrupa Parlamentosu Başkanı üç defa açıklamada bulundu. Ama Gezicilere değil, kaosu çıkaranlara değil. Güvenliği sağlamakla meşgul devlet yöneticilerine. Manipülasyon ve algı çalışması budur. İktidara muhalif duygusu olanların pek çoğu zamanla Gezi’de kullanıldığını anladı.
PKK-PYD, ABD için öldürüyor
Silah bırakmayıp teröre dönen PKK-PYD bunu kimin için yapıyor?
Şimdi Rusya da PYD dostu ABD de. Amerika onları taşeron olarak kullanıyor. PYD’deki Kürtler de ABD çıkarları için ölüyor, öldürüyor. Türkiye’ye gelen üç milyon Suriyeli’nin 1 milyona yakını Kürt’tür. PYD gibi düşünmediği, Türkiye’deki dostları gibi düşündükleri için o safta yer almadılar. Dışlandılar, ihraç edildiler. Biz birbirimizin düşmanı değiliz. Düşmanlığımızı isteyenlerin taşeronluğunu yapanlar arasında sadece örgütler yok. Akademisyenler, siyasiler, medya var. PKK’nın yapamadığını onlar yapıyor.
GENEVA CALL PKK’NIN SUÇ ORTAĞI
PKK’nın “çocuk savaşcı” kullanması insan haklarına ne kadar uygun?
PKK’nın Avrupa diasporası 2013’de Geneva Call uyarınca çocukların silahlı çatışmalara sokulmayacağını taahhüt etmişti. Geneva Call çocuk savaşçılar üzerine oldukça etkili uluslararası bir kurum. Şimdi kurumun sitesinde PKK’nın imzaladığı taahhütname yok. Çünkü PKK çocukları silahlandırdı ve o imza orada kalsa taahhütnameyi çiğnediği için PKK’nın Avrupa’daki bütün faaliyetleri durdurulur, yargılanır, ulusal ceza mahkemesine gidebilirdi. Bunun önünü alabilmek için taahhütname sitesinden kaldırılmış Geneva Call.
DÜNYA 5’TEN BÜYÜKTÜR
Dünya 5 den büyüktür diyor Türkiye. Birleşmiş Milletlere söylüyor. Bunu demesi bir anlamda arı kovanına çomak sokmak mıdır? Terör dahil başımıza gelenler bir yıldırma mıdır?
Tam da o yüzdendir. Ama tabi olan bitenlerde insanlardan kaynaklanan siyasi zaafları yok saymıyoruz. Bunların hepsini konuşabiliriz, hesabını kendi iç dengesinde sorabiliriz. Ama dışarıdaki adamın, üst aklın yapmak istediği şey senin siyasi veya güvenlik zaafını kullanarak kendi hedefini gerçekleştirmek. Senin doğru yaptığın işlere karşı, yanlışlarına değil! Eksik yaptıklarınla mutlu! Doğru yaptığın işlerdense rahatsız!