'Jübilemi Ahmet Hakan'la yaptım'

İclal Aydın, kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. Kimi yazarlığı ile kimi ekranlardaki oyunculuğu ile tanıyor. Nursel Tozkoparan, İclal Aydın'a her soruyu açık açık sordu.

ABONE OL
GİRİŞ 18.02.2009 10:20 GÜNCELLEME 18.02.2009 10:20 RÖPORTAJ
'Jübilemi Ahmet Hakan'la yaptım'
'Jübilemi Ahmet Hakan'la yaptım'

Nursel TOZKOPARAN'ın röportajı

Ben yol özürlü birisiyim… Krokiyle yola çıksam kaybolorum… Verdiğim randevulara yetişemem, bulduğum adresin etrafında defalarca kez dolanır dururum… Ben de güzel işlerin ilkini İclal Aydın’la yaşamış olacağım. İlk röportajımı onunla yapıyorum çünkü uğuruna inanıyorum. Zira ilk defa yanımda birisi olmadan geldiğim evini dakikalarca dolanmadan, telefon açmadan bulup geldim.

İlk ropörtajımı onunla yapıyorum, “Hayat Güzeldir” köşesinde hayatın içinden hikayeler anlatan, gülümseyen bir kadın olmasının ötesinde çok büyük acılar yaşadı… Evlilikleri de ayrılıkları da hep olay oldu… Yaptığı programlar bir fenomen oluşturdu, kitapları haftalarca çok satanların zirvesinden inmedi.. “Evlerin Işıkları Bir Bir Yanarken” isimli son kitabına hayırlı olsuna geleyim deyince evinde bir sabah kahvaltısında buluştuk. Yeni kitabını da vesile kılarak ilk ropörtajımı yapma teklifini sundum, “haydi o zaman başlayalım” dedi.

İkram ettiği orta şekerli sakızlı kahvelerimizi içerken yaptığımız muhabbet bu sefer “kayda alınarak” sorular ve cevaplara dönüştü… Samimi, sıcak, bol kahkahalı ve dolu dolu bir ropörtaj çıktı ortaya… Çocukluğundan, ilk evliliğine, programa nasıl başladığına, “Hayat Güzeldir” sloganının nasıl çıktığına, muhafazakarlaşmaya kadar sorulmadık soru bırakmadım. Keyifli okumalar…

- İclal Aydın denilince ilk akla gelen “hayat güzeldir”. Üzerinde çalışılmış bir slogan mı yoksa sadece bir tesadüf mü?

kullan- Elbette bir tesadüf değil. 90’lı yıllarda Oscar almış bir sinema filmiydi “Hayat Güzeldir”. BRT yeni kurulmuştu. Yönetmen yardımcımız Burcu önermişti bu ismi. Hem bana hem de programın içeriğine çok uyacağını düşünmüştük. Program çok sevildi bir fenomene dönüştü. Bir TV günlüğü tutuyordum. VTR’ler için yazdığım metinlerle birlikte bir kitap haline getirdik.

Asla bir yazı kariyeri planlamıyordum. Fakat kitap beklenmedik bir şekilde çok satınca peşinden köşe yazarlığını getirdi. Sihirli bir cümledir “hayat güzeldir”. Hayatın bana sunduğu muhteşem bir hediyedir… Ama bu sözün bendeki asıl hikayesi başkadır…

Hayatımın en önemli dönüm noktası diyebilirim… 25 yaşındayken pekçok şeyi sorgulamaya başladığım önemli bir süreç var… Dünyaya geliş nedenim üzerine, iyi insan olmak nedir, hayat nedir vs. gibi… Ve kendi kendime sözler verdim o dönemde, “dedikodu yapmayacağım, insanlara faydalı olacağım, karşılaştığım zorluklar karşısında pes etmeyeceğim”… işte hayatımda bu sorgulamaları yaşadığım kendime sözler verdiğim süreçte; insanlara iyi şeyler verdiğimde mutlu olduğumun farkına vardım…

“İLK EVLİLİĞİM PEK BİLİNMİYOR”
 
- Peki sizi bu sorgulamaya iten olay ya da sebep neydi? Durduk yerde hayatınızı sorgulamaya başlamadınız herhalde?

- Oldukça sıkıştırılmış bir hayatım var aslında. Her şey çok yoğun ve çabuk olup bitiyor. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Tiyatro bölümünde okurken 2. sınıftan ayrıldım. İlk evliliğimi yaparak Almanya’ya gittim.  Niyetim Humbolt üniveritesinde eğtime devam etmekti. Bir taraftan Alman ve Türk yönetmenlerin asistanlığını yaparken aynı zamanda hem oyunculuk yaptım. Bir tiyatro binası içinde yapılması gereken her işi yaptığımı söyleyebilirim. Dekor boyamak, kulis hazırlamak, reji defteri tutmak, turne düzeni, daramaturji, ışıklandırma vs...

Okul kaldı tabi. Sonra özel hayatın sıkıntısıyla iş yaşamında kırgınlıklar birleşti ve zor bir dönem başladı.

kullan- Kızınız Lal’in babasıyla yaptığınız ilk evliliğiniz değil miydi?

- İlk evliliğim pek bilinmiyor…  Çok küçük yaşta yaptığım bir evlilikti…

- Niye o kadar küçük yaşta evlendiniz?

- On dokuz yaşındaydım. Her otoriter ailede büyümüş bir genç kız gibi bir an önce evden çıkıp kendi hayatını kurmak, bir nevi özgürlük arzusu.  Dört yıl sonra bitti.

EŞKİYA FİLMİ İÇİN TÜRKİYE’YE DÖNDÜM AMA…

- Niye bitti, “özgürlük”ten mi sıkıldınız geçimsizlik miydi?

- Nerdeyse çocuk yaştaydım. Boşandıktan sonra da orada kalabilmek, oturum hakkı alabilmek için epeyce bir mücadele verdim. Geçinebilmek oyunculuk dışında pek çok yan iş bulmak zorunda kaldım. Restoranda çalışmak, Türkçe öğretmenliği yapmak, çocuk bakmak, yemek yapmak bunlardan sadece bir kaçı.  Bazan “aa demek ki oluyor halledebiliyorum tek başıma” dedim bazan da “eyvah bu iş burada bitti” dedim. Almanya’da üniversite bitiremedim ama iyi bir eğitimden geçtiğim kesin. Sonrasında baktım ki tamam burada yapacaklarım bitmiş. Türkiye’ye döndüm...

- Bir anda almadınız Türkiye’ye dönme kararını değil mi?

- Elbette uzun bir zaman aldı.  Yapımcı asistanı olan bir arkadaşıma fotoğraflarımı göndermiştim Almanya’dan. “Eşkiya” filminin hazırlık çalışmaları yapılırken Uğur Yücel’e gösteriyor… Ve bir gün bir telefon geldi, “Ben Yavuz Turgul’un asistanıyım, size bir uçak bileti göndersek gelir misiniz?” diye. Aynı dönemde Yavuz Özkan da “Bir Erkeğin Anotomisi” filminin hazırlıklarını yapıyordu ve o da benimle görüşmek istedi. Her iki yönetmen de  “Kesin bir karar değil ama  ama Haziran sonu gibi burada olabilir misiniz?” dediler. Ben de pılıyı pırtıyı toparlayıp geldim...

- İkisinde de oynamadınız değil mi?

- Şansım dönüyor diye düşündüm. Düşünsene gencecik bir oyuncusun ve ya “Bir Erkeğin Anatomisi" nde Mehmet Aslantuğ ile ya da  Eşkiya’da Uğur Yücel ve Şener Şen ile oynayacaksın. Rüya gibi…İşte şansım döndü diyerek geldim…

Geldikten sonra Yavuz Turgul’un beni değil de Yeşim Salkım’ı oynatmaya karar verdiğini öğrenince yıkıldım. Yavuz Özkan’da daha önce düşündüğü rolden vazgeçip başka bir rol önerdi… Zaten Mehmet Aslantuğ da oynamadı yerine bir başka oyuncuyla anlaştılar… Biraz dekolte mekolte bol öpüşmelerin olduğu bir roldü… Yavuz Bey’e, “Evet ben birşeyler yapmak istiyorum, oyuncu olmak istiyorum ama herşeyi yapmak istemiyorum” dedim ve gittim..

- Dekolte giyinmem, öpüşmem gibi kurallarınız var!

- Oyunculukta çoook büyük sınırları olan biri değilim. Sanırım isteklere, projelere, senaryolara en çok hayır diyen oyuncularından biriyim! 

CEBİMDE 300 MARK’LA KALDIM ORTADA
 
- Hayat ne zaman güzel olmaya başladı sizin için?
 
- Öyle kolay olmadı elbette! Elimde bir bavul, cebimde 300 mark ve iyi bir eğitimle Türkiye’ye döndüğümde 26 yaşındaydım… Arkadaşım Gülay Eralp’in evine sığındım adeta! Bir yıl boyunca giyindim kuşandım iş görüşmelerine gittim. Gülay Eralp HBB’de bir müzik programı yapıyordu o dönem de.

kullanİddialı oldukları bir kadın programı için uzun süren bir sunucu arayışları varmış. Gülay Eralp “valla aradığınız kişiyi ben biliyorum galiba, öyle ünlü filan birisi de değil ama tiyatrocu” diyor. “Gelsin bir bakalım” cevabını alınca kalktık gittik… Deneme çekimi yapıldı. Eee serde tiyatro oyunculuğu olunca, tek kişilik bir oyun sergiledim. Hem sunucu oldum sorular sordum kendime, hem konuk oldum cevapladım. Yöneticiler seyrederken çok eğlenmişler…

- Hakikaten büyük cesaret tiyatro sahnesini canlandırır gibi…

- İşin ciddiyetinin farkında değilim, kaptırdım kendimi gidiyorum tabii... Patron “eee biz çok beğendik seni, başlatalım diyoruz” dedi… Arkama yaslandım, “valla alacağım paraya bağlı” dedim ama kendime inanamıyorum nasıl çıktı bu sözler ağzımdan.. (kahkahalar)

“ALACAĞIM PARAYI DUYUNCA VAAAV DEDİM”

- Paragöz müsünüz?

- Hayır, canıım… Hiç ama hiç olamadım. Hiçbir zaman emeğimin tam karşılığını alabildiğimi sanmıyorum. Aslında hayatım boyunca öyle dangul dungulluğum olmadı ama o dönem hiçbir şeyim yoktu ve bir yerden başlamam gerekiyordu.

- Patronun cevabı ne oldu peki?

- “Ne kadar istiyorsun?” diye sorunca ben “Valla ben karşıda oturuyorum kırk milyon kiram var, ulaşım filan, bir de geçineceğim tabii, elektrik, su, telefon” diye hesaplıyorum o da gülerek not tutuyor, “senin hesabına göre aylık 270 milyon yetecek” diyerek gülümseyince içimden “vaavvv” dedim. Güya çaktırmıyorum ama o an için beklediğimin çok üzerinde  bir para (şimdiki ederi aşağı yukarı galiba 2700 TL).    

- Peki şimdiye gelelim, televizyonda kadın programlarını ilk başlatan isimlerden birisin.. Şimdiki kadın programlarını nasıl değerlendiriyorsun? Takip ediyor musun?

- Hakikaten izlemiyorum. Vaktim de yok, ilgimi de çekmiyor. Çünkü insanların çok çok özel yaşam hallerinin bu kadar deşilmesi hoşuma gitmiyor.

- Hala “gel bizde program yapalım” teklifleri alıyor musunuz?

- Kanalların iç yapımcıları, büyük prodüksiyon şirketleri abartısız her yıl hemen her kanal için en az üç kere kuşak program teklifiyle gelirler. Yani kaba hesapla telefonum senede on onbeş kere bu teklif için çalar. Ama artık ben bu defteri kapattım! Şu anda var olan olumsuz örnekler içerisine girmeyecek kadar değerli hissediyorum geçmişimi. Geçmişte yaptığım iş kadar güzeldi ki onun büyüsünü bozmak istemiyorum.

- İki evliliğiniz üzerine çok şey konuşuldu yazıldı ben onları tekrar sormak istemiyorum… Bardağın hep dolu tarafına bakan bir tarafınız var. Ve siz de boşanmış bir aile çocuğusunuz... Boşanmış aile çocuğu olmak, sende birtakım izler bıraktı mı nasıl etkiledi? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

- Kuşkusuz. 12 yaşındaydım annem babam ayrıldığında. Ama o sıkıntıları, yaraları taşımayı öğrendim zamanla.
 
“ÜZERİMDE TOPLUMSAL BİR GÖZDEĞME VAR”

- Bütün bu yaşadıklarım beni olgunlaştırdı mı diyorsunuz?

- Pişirdi mi olgunlaştırdı mı, eksik mi bıraktı, arıza mı yarattı emin değilim. Başkalaştırdığı, sıradışı biri yaptığı kesin. Yazarken ve yaşarken olup biteni daha duyarlı algılamamda bu erken büyüme zorunluluğun etkisi olabilir... 

- Hayat güzeldir, diyerek herşeyi olumlu yönünden anlatmaya çalışıyorsunuz ama ağlayan bir kadın da var.?

kullan- Herkes gibi! Hüzün, keder ve pişmanlıklar elbette var. Son 3-4 yıldır başıma gelenlere baktığımda sanki toplumsal bir göz değmesiyle büyük bir sınava tabi tutuldum! Allah daha büyük acılar, sıkınıtlar göstermesin ama neye üzüleceğimi şaşırdığım. Bir sabah vakti bir gazetede yazılan “Bayan Hayat Güzeldir!  Bu sabahta hayat güzel mi ne diyorsun” diyen bir köşe yazısını hiç unutamıyorum! Diğerleri gibi çok acımasız bir yazıydı! Yaşadığım sıkıntı ve içine düştüğüm duruma karşı duyduğu sevinçle doluydu. Saklamıyorlardı bile bu duygularını...

- Niye inatla “hayat güzeldir” diyorsunuz o halde?

- Belki de başka seçeneğim olmadığından… Hiç kimsenin tahmin dahi edemeyeceği sıkıntılar yaşıyorum zaman zaman… Zamanla daha da çok inandım  ve sanki tutundum bu cümleye. Bir dua gibi, bir temenni gibi, çok söylersem mutlaka olur diye düşünerek...

“MAÇA KARANLIĞI MAT ETMEK İÇİN ÇIKAN BİRİ”

- Bir nevi Pollyanna’yı oynuyorsunuz o halde?

- Polyanna üzerinde çok yanlış değerlendirmeler yapılan bir kahraman ! Pollyanna’yı, Jan Dark’ı, Rahibe Terasa’yı ve Gandhi’yi gibi dünya kahramanları günümüz yaşam koşulları içinde küçümsenen karakterler ama dünya insanlık tarihinin var olmasında çok önemli yerleri yok mu sence de? Polyanna ise peki Polyannayım!

Sunay Akın benimle ilgili bir yazıda, “Asla Pollyannacılık oynamayan, karanlığı mat etmek için maça oturmuş bir satranç oyuncusu.” demiş. Geçenlerde bir röportajda alıntılamışlar bunu.  Ne güzel değil mi?

- Oynamak insanı yoran bir şeydir! Hakikaten rol olarak bunu yapıyorsan yorulmuşsundur…

- Pek tabiî ki.. Diyelim ki ben Polyannacılık oynuyorum, kime ne zararım var? Canı sıkılan bir insan topluluğu var, internette bir haberin, bir rörportajın altına üşenmez yorum yapar mesela, birinin canı sıkılıyordur bilmem hangi köşede yazar... Varlıkları bir şey üretmek üzerine değil, üreten üzerinden fikir beyan etmekle oluşur.

Ben bir kitap yazarım bana sallar, Cem Yılmaz film yapar ona sallar, Can Dündar belgesel yapar ona sallar.  Ben yaptığım programlarda da yazdığım yazılarda da somut geri dönüşler alan biriyim. Birinci şahıslar tarafından bir iyileşmeye, bir dönüşüme, bir gelişime sebep olduğum söylenen yüzlerce hikaye anlatabilirim size. İnsanlar bazen bir sözün, bir şarkının, bir insanın peşinden takılır giderler ve mutlu olurlar. Eğer benim bu oyunuma tutunan varsa, iyi kötü hayatını idare ettiriyorsa bırakın ettirsinler yahu…

“HAYAT BİZE BAĞIŞLANMIŞ KÜHEYLANDIR”

- Yaşadığın olumsuzluklardan sonra
a- Umutsuzluğa kapılır içime kapanırım 
b- Dersler çıkartırım
c- Bu da geçer ya hu deyip yoluma devam ederim

- Hepsi birer basamak aslında…Önce  uyurum (gülüyor) garip bir kaçış ama öyle… Kabuğuma çekilirim, hemen hemen hiç kimseyle görüşmem… Sonra okumaya dönerim, deliler gibi okurum, okudukça uzaklaştığımı hissederim hatta kendimden dahi uzaklaşırım! Sonra kendi başıma dolaşmaya başlarım, sokak sokak, müze, galeri… sorgulamaya başladığım da cevaplarımı da vermiş olurum… son cümle “Ne yapalım canım herşey geçti bu da geçer, bak bitti bile…”
 
- Ne kadar sürer?
 
- Olayın şiddetine göre değişir. (kahkaha)Üç gün, bir hafta, bir ay… Sonuncusu çok sürdü…

- Aşk sizin için bir hayal kırıklığı mıdır? Bir daha aşk mı tövbe diyor musunuz?
 
- Tövbe çok büyük bişey. Hayat kendini tekrar ediyor. Evet zor bir dönemler yaşadık ve uzun bitmek bilmeyen bir dönemdi. Hayat güzel miydi evet güzeldi ve güzel. Aslında bırak güzelini çirkinini, hayat bize bağışlanmış bir küheylan. Yelesine nasıl tutunduğumuz, rüzgarı ve küheylanın kalp atışlarını nasıl hisettiğimiz asıl serüvendir bence. Sonunun nasıl geleceğini, hepimiz bir gün öleceğimizi biliyoruz ama nasıl, nerede ve ne zaman olacağını bilmiyoruz.

Her defasında Allah sana öğrendim sandıklarını bir daha, bir daha öğretiyor. Küheylan mı seni sürüklüyor sen mi onu idare etmeyi öğreniyorsun galiba budur mesele...

- Evliliği bir kez daha dener misiniz?

- Hayır!

- Sebep?

- Öyle çok ki...

- Yazıyorum çünkü…

- Yazmak istiyorum. Derin anlamlar süslü kelimeler ile yazıyla ilişkimi anlatmaya kalksam içtenliği bozulur mu diye düşünüyorum şimdi. En iyisi şu: Çetin Altan bana “Bir kahkaha atmak gibi hapşırmak gibi yazı yazmak geliyorsa içinden durma yaz. Yazıların bir nehrin denize ulaşması gibi okuruyla buluşacaktır” demişti…

- Yazılarını okuyorum…

-  Kanaatine çok inandığım bana birşeyler kattığım köşe yazarları var onları okumadan geçmiyorum…
 
Çetin Altan, Can Dündar, Ahmet Hakan, Nuray Mert, Yılmaz Özdil ve Elif Çakır’ı okuduğum zaman donandığımı hissederim. Elif'in benim bakmadığım tarfalardan yönelen hınzır bakış açısını, anarşist tarafı hoşuma gidiyor. Yazdıklarını, olayları nasıl yorumladığını merak ediyorum..

Sağın ya da solun yazarı olmak istemem. Kendi aydınlık düşüncemde bana yeni bir hece öğretecek her insanı sonuna kadar da cankulağıyla dinlemeye hazırım.
 
POLEMİKTE JÜBİLEMİ AHMET HAKAN’LA YAPTIM
devamı için bu linki kullanabilirsiniz

 

TÜRKİYE MUHAFAZAKARLAŞIYOR VE
ÖTEKİ MESELESİ BENİ İLGİLENDİRİYOR

devamı için bu liniki kullanabilirsiniz

KAYNAK : Haber 7
YORUMLAR 22 TÜMÜ
  • ERDEM ESİN 15 yıl önce Şikayet Et
    TÜRKİYE LAİKTİR LAİK KALACAK. İclal hanım daha çook jübile yapacak:) Kıskanma ne olur laik ol senin de olur:)
    Cevapla
  • mevlüt döngel 15 yıl önce Şikayet Et
    erdem esin. kardeşim laikliğe bişey diyenmi varda o kelimeyi hortlatıyon türkiye türküm diyenlerindir sadece senin laik dediğin kavramın arkasına sığınan şeytan yüreklilerin değil
    Cevapla
  • ahmet elbeyli 15 yıl önce Şikayet Et
    hayret. recep ivediğin gişe rekorları kırdığı bir ülkede hanımefendinin de çok okunanlardan olması hiç şaşırtıcı değil.kimsenin onu eleştirmeye yazdıklarıyla ilgili yorum yapmaya hakkı yokmuş ne sanıyor kendini balzac mı anlamadım.en komiğide bir çok insanın onun fikirleriyle yaşamlarını idame ettirebildiği iddası.eğer öyleyse vay haline o arkadaşların.polyannacılık oynamaya devam etsinler
    Cevapla
  • MEHMET_GİZEMLİ 15 yıl önce Şikayet Et
    İCLAL AYDIN. İclal abla bencede kimseyle tartışma sana üzülmek değil sana gülmek yakışıyo ne olur hep gül seni gülerken görmeye alıştık harika bir kadınsın İclal Aydın
    Cevapla
  • Timur Bali 15 yıl önce Şikayet Et
    deyimler üzerine. bizim alemde "milli olmak", "tur bindirmek", "jubile yapmak" gibi deyimlerin anlamı hiçte maaaasuum değil..
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR