Valide sultana, padişahtan çok maaş veriliyordu
Yazdığı tarihi romanlarından dolayı "Tarihi sevdiren adam" olarak tanınan Yavuz Bahadıroğlu, Osmanlı döneminin saray hayatını anlattı. Bahadıroğlu, Osmanlı'da özgür olmayan bir tek padişahın bulunduğunu söyledi.
ABONE OLNursel TOZKOPARAN'ın röportajı
Birkaç gün önce bir davetteydim. Yemek sonrası birkaç arkadaş şömine başına geçtik. Odun ateşinin kokusunu bilirsiniz. Kahveye ayrı tah katıyor bence. Kahvemizi yudumlarken sohbet döndü dolaştı kadın erkek ilişkilerine geldi.
Erkeklerin eşlerini aldatmalarını Osmanlı'ya kadar götüren bile oldu. Padişahların cariye sistemiyle çok eşli olduklarını, kadınları kafese kapattıklarını, sosyal hayatın içinde kadının yeri olmadığını dahi söylediler.
Her ne kadar aslının böyle olmadığını anlattıysam da başarılı olduğumu söyleyemem. En son bir tarihçi ile konuşarak, belgeleriyle size anlatmaya karar verdim.
Osmanlı tarihi konusunda çok ciddi araştırmaları olan, hatta “Tarihi Sevdiren Adam” lakabı ile anılan Tarihçi Yazar Yavuz Bahadıroğlu’nun kapısını çaldım. Benim çok istifade ettiğim, eksiklerimi tamamladığım bir sohbet oldu.
Adınızı vermiyorum arkadaşlar lütfen siz özellikle okuyun. Bildiğiniz gibi olmadığını konunun uzmanından öğrenmiş olacaksınız
TÜRK MİLLETİNDEN AİLE HAYATINI ALIRSANIZ ELİNDE ÇOK ŞEY KALMAZ
- Osmanlı dönemindeki aile hayatını nasıldı?
- Gaston Jess diye profesör bir adam var. İsviçreli yanlış hatırlamıyorsam. “Osmanlı hayatını teferruatıyla inciledim, nüanslarıyla inceledim ve gördüm ki, Türk milletinden aile hayatını alırsanız elinde çok şey kalmaz” diyor.”
Babalar, çocuklarını omuzlarına alırlar ve hayata tepeden baktırırlar, bu da Osmanlı'da zaman içinde bir gurur olarak gelişir ve bütün milletlere tepeden bakarlar” diyor. Osmanlı’da gurur olmaz. Oysa gururdan, şeytandan sığınır gibi Allah'a sığınmışlardır. Bu özgüvendir. Öyle bir millet yetiştirirler ki, kendine özgüveni vardır.
Kimseden korkmaz, ürkmez, paniğe kapılmaz, soğukkanlı ve sessiz, gürültüyü sevmeyen insanlardır. Şimdi aile yapısına baktığımız zaman evvela mahalleden hareket etmek lazım. Bir yere bir mahalle kurulmadan önce mescit kurulur, cami kurulur, onun etrafına imam evi, müezzin, kayyum evleri kurulur. O onun akrabasını getirir, bu bunun akrabasını getirir.
Mahalle, caminin etrafında oluşmaya başlar. Camiye ne diyorlar bizim kültürümüzde Beytullah, küçük Kabe. Yani hayatın merkezinde Allah’ın evi vardır. Yani Allah kavramı vardır. Her mahallenin ortasında vakit namazları kılmak için bir mahalle mescidi vardır.
İMAM MAHALLENİN MÜLKÜ AMİRİYDİ
Selatin camileri de vardı.. Yani mahallelinin gelip sohbet edeceği büyük bir cami. O da cuma camiidir. Cuma günleri oraya giderler. Bu defa mahallenin önderleri, muhabbethanede, buluşur dertleşirler, tanışırlar, kız alıp, kız verirler akraba olurlar. Bu mahallenin teşekkül tarzıydı. Ve mahallede bir dinamik gözetleme sistemi vardı.
Bu şimdi kameralarla yapılıyor. Burada insan gözüyle yapılıyordu. Mahallenin yaşlıları kendilerini bütün aileden, bütün mahalleden sorumlu tutuyorlardı. Mahallenin gençleri çocukları yaramazlık yaptıklarında, uygunsuzluk yaptıklarında, saygısızlık yaptıklarında, "bak bu sefer görmezden geliyorum" ikincisinde "babana söylerim".
Korkuyu bir tehdit unsuru olarak kullanıyorlardı. Çoğunlukla da söylenmezdi babalara. Ve küçük küçük davaları, mahalle arasındaki sıkıntıları, oradaki ombdusmanlar, yani ihtiyarlar heyeti orada çözer mahkemeye intikal ettirmezlerdi.
O kadar mahalleye önem vermiştir ki Osmanlı, muhtarlar yok o zaman. İmam, padişaha karşı sorumludur. İmamları padişah tayin eder. İmam sadece cami imamı değil, aynı zamanda o mahallenin mülkü amiridir.
- Yani günümüzün algısıyla imam sadece namaz kıldıran değildir?
- Hayır. imam mahallenin önderidir, mahalleli ona saygı gösterir.
- Peki maaşınıı nereden alır?
- İmamlar devletten maaş alırsa devletin istediğini yapacaktır. Dolayısıyla maaşını o mahalleden alır. Mahalledeki avariz denen bir vakıf vardır, o vakfa bağış yapılır, kurban bağışlanır ve mahallenin küçük ihtiyaçları da oradan karşılanır. İmamın maaşı da oradan temin edilir.
KAPI TOKMAKLARI BİLE DİŞİ VE ERKEK OLARAK DÜŞÜNÜLMÜŞ
- Evlerin yapısı nasıldı?
- Evler, cepheleri birbirine dönüktür. Sana bir hikayemi anlatayım.
70'li yıllarda ev yapıyorduk köyde. Babam evin yönü bu tarafa dönük olacak diyor. Arsa çok geniş değil, ev küçülüyor bu tarafa döndürdüğümüzde. Ya niye o tarafa döndürüyoruz, olabilecek şekilde kuralım diyorum. Sonunda ağzından çıkardı baklayı.cephesi kıbleye bakacak. "Ya baba namaz mı kılacak dedim senin ev, biz yönümüzü kıbleye döndürürüz. Evi döndürmeye ne gerek var” dedim. "Bana bak genç adam dedi, evi kıbleye dönük olmayanın, yönü de kıbleye dönmez” dedi.
Dolayısıyla Osmanlı evleri kıbleye bakıyor. Cami gibi düşünüyorlar. İkincisi, kapılar birbirine açılır, pencereler de birbirine açılır. Öbür komşu arka pencereye çıktığı zaman, bizim ön penceremize bakıyor. ve orada komşuluk evvela lafla başlıyor. “Hoş geldiniz, beş gittiniz. Bir çay kahve içimliğine gelmez misiniz?”, ya da “Hoş geldine gelmek istiyoruz müsait misiniz?” tarzında.
Müthiş bir seramoni var. Kadınların rahatı için huzuru için her şey düşünülmüş. Zaten evler selamlık ve haremlik olarak ikiye ayrılıyor, selamlıkta erkekler ağırlanıyor. Kapı tokmakları bile, dişi ve erkek olarak düşünülmüş. Büyük kapı tokmağı sert ses çıkartıyor, içeride oturanlar biliyorlar ki erkek misafir... Küçük kapı tokmağı ince ses çıkartıyor, biliyorlar ki hanım misafir. Karşılamaya ona göre çıkıyorlar.
BATI “KADIN VARSA ŞEYTANA GEREK YOK” DERKEN
- Yani buradaki bir cinsiyet ayrımı değil?
- Cinsiyet ayrımından ziyade namahremden korunma duyusu hadisesi. Erkeğe kadın çıkmasın anlayışı. Bir de saygı anlayışı, kadını da düşünmüşler algılamışlar. Ona da bir yer vermişler, pay vermişler çünkü o dönemin Avrupası’nda, “Kadın varsa şeytana gerek yok” sözünü özdeyiş olarak Fransa’da kullanılıyordu, kadın katlanılması gereken bir baş belasıdır tarzında bakılıyordu.
Kadını aşağılayan, bakış açısı. Bu istanbul fethinren sonra bize de bulaşmış.
OSMANLI’DA KADINLARI DEPRESYONDAN ENGELLEYEN ŞEY
- Peki Osmanlı’da kadınların evlerinden çıkmaları sorun oluyor muydu?
- Yani bunu anlatanlar o kadar enteresan ki sanki erkekler otomobillerle geziyorlardı. Öyle bir sirkülasyon yok ki.. Herkes evinde, hatta kalmak zorunda. Yani, yollar asfalt değil, kaldırım değil, çok nadir yerlerde arnavut kaldırımı vardır. Genelde sokaklar daracık, çamurlu yollar, alışveriş merkezleri yok, eğlenilecek bir durum yok.
- Yani kadın oldukları için değil?
- Hayat şartları bunu gerektiriyor. Yoksa bayramları vardır eğlenceleri vardır. Eğlenmeyen bir toplum değil, eğlenen bir toplum ama eğlence algıları farklı bizden...
Mesela teravih kılmaktan büyük zevk alırlar kadını, erkeği... ve ellerinde fenerlerle teravihe giderler..Sadece Kadir gecelerinde istanbul’da ışıklar yakılır.. Sokaklar karanlıktır. Yani sokağa çıkmak, bir yerden bir yere gitmek çok zor, otomobiller işlemiyor ki...
Kadınlar şartlar uygun olmadığı için sokağa çıkmıyor. Ama evde birçok işle uğraşıyorlar, üretiyorlar. Dokuma yapıyor, sabun yapıyor, zeytin yapıyor, salamura yapıyor, turşu yapıyor. Erkek de dışarıda bürodadır saray hizmetindedir.
Yani o zamanlar olmadığı için kadınlar dışarıda iş hayatında değiller, gereksinimini kendi evinde kendi üretiyor?Yani yine üretkendir kadın.
Soruyorum size günümüzde kadınlar çok mu mutlu bu kadar iç içe olmaktan? Bir tarafta rahat edebiliyorlar mı sanki. Mesela Fransa’da bir araştırma yapılmış. Kadınlar mutsuz olduklarını söylemişler. İşyerlerinde çok fazla saldırgan üslupla karşılaştıklarını, taciz edildiklerini söylemişler
Osmanlı’da kadınların canlarının sıkılmamasını, depresyona girmemelerini temin eden şey komşuluk ilişkileriydi. Hiç bir kadın işi bittiği anda yalnız kukuman kuşu gibi kafes arkasında oturup koca beklemiyordu, Artı koca bekleyecek vakti bile yok. Kadınlar kendi aralarında fikir alışverişinde bulunurlar. Kendilerini eğitmek adına çaba harcarlar.
Belirli yerlerdeki hanım annelerden eğitim alırlar. Harem dediğimiz yer aslında bir üniversitedir. Kadınlar önce çırak olarak çıkartılır. Çırak çıkarmak demek bir paşayla evlendirilir bir beyle evlendirilir. Bir mahallede oturması temin edilir, doğru bir insan, doğru bir eğitim almış kadın o mahallede oturur ve o mahallenin annesi olur.. Gelinlik çağı gelmiş kızların çeyizinin dizilmesi, doğru kısmetlerin bulunması, kadınlara biçki dikiş öğretilmesi, saz öğretilmesi gibi her şeyden sorumludur.
- Kadınların müzik dersi almasında bir sorun yoktu yani.
- Sarayda çok yetkin tarzda müzik dersleri vardı. Orada tercihen kızlara ud çalmayı, kanun çalmayı öğretirler. Kültürel etkileşim alanı oluştururlar.
KADININ EGEMENLİK ALANINA KOCA İZİNSİZ GİREMEZ
- Yani anlatıldığı gibi kadın oturup koca bekleyen, kafes arkasında yaşayan değil
diyorsunuz?
- Öyle bir dünya yok. Kadın kendi dünyasını oluşturmuş, kendi egemenlik alanını kurmuş. Hatta egemenlik alanına koca izinsiz giremez, gelecekse de izin alarak hud destur var mı,müsaitse gelir koca. Yani bu eğitimdir, kadına saygının gereğidir.
Çocuklar okullara merasimle uğurlanır. Son zamanlara kadar bu geçerliydi. Sultan Abdülhamit döneminde bile,çocuklar ilahilerle, selatüsselamlarla okula getirilirdi.
Filancanın çocuğu okula başlıyor. Komşular gelirler, hediyeler getirirler, “Allah zihin açıklığı versin”e gelirler. Evladını merasimle hocaya teslim eder. “Eti senin kemiği benim” sözünün arkasında bunu sen terbiye et, doğru insan haline bize getir, yoksa etini sıyır falan değildir.
- Falakayı nasıl görüyorsunuz. Vahşice değil mi?
- Evet sınıfta bir falaka vardır ama bir tehdit unsuru olarak vardır. Bunun icazetini de Molla Gürani’den alırlar. Molla Gürani, elinde bir sopa ile Fatih’in çocukken dersine geliyor. "Hoca elindeki ne diye soruyor” şehzade. Adam, "Ha bu kızılcık sopası diyor" "Ne işe yarar diye hayretle soruyor?" Hiç sopa yememiş ki şehzade.. "Ha bu" diyor. "Bazı öğrencilerimizin üzerine bulaşan tembellik tozlarını silkelemeye yarar."
Ondan sonra, koşarak annesine gidiyor. "Anne sen deli bir hoca bulmuşsun. Beni, dövmekle tehdit etti." "Valla dediğin gibi oğlum. O delidir, ne yapsa yeridir. Beni de döver korkarım. Birşey söyleyemem, suyuna git. Dersini iyi öğrenmeye çalış."
Tehdit unsuru olan sopa her zaman orada durdu. ve hiç bir zaman Fatih Sultan Mehmet'e değmedi.
PADİŞAHLAR AKRABA BIRAKMAMAK İÇİN YABANCI KADINLARLA EVLENDİ
- Şimdi en çok konuşulan konuya, Osmanlı padişahlarının yabancı kadınlarla evlenmesine gelelim. Padişahlar neden yabancı kadınları tercih ettiler?
- Bunun çok basit cevabı var, akraba bırakmamak için. Eğer Osmanlı kadınlarından birileri ile evlenselerdi kayınpederleri, kayın valideleri, kayın biraderleri olacaktı. Onun kayınbiraderinin, kayınbiraderinin kayın biraderi olacaktı. Ben Padişahın akrabasıyım diye ahaliye zulmedebileceklerdi. Bir asiller sınıfı oluşacaktı. Tıpkı Avrupa’da olduğu gibi..
“Ben sizden daha asilim, benim kanım saraydan geliyor” falan iddialarıyla halka zulm edeceklerdi. Onun için bu zulmü peşinen ortadan kaldırdılar. isimsiz kızlarla evlendirler. Avrupalı kralların kızlarıyla falan değil. Esir kızlarla, yani cariye dediğimiz şey savaş esirleriydi.Dolayısıyla hiç akrabaları olmadı.
- Temel neden bu muydu?
- Evet buydu. ikinci neden, padişahın sarayına hangi Anadolu’dan kız alacaktınız. Sarayın, padişahın karısı olacak kadın eğitimli olması gerekiyordu. O zamanın imkanları ile kasaba ya da şehirlerde eğitim imkanları son derece kısıtlıydı. Ancak saraydaki Enderun’da ve haremde doğru düzgün eğitim verilebilirdi.
VALİDE SULTANLAR PADİŞAHTAN ÇOK MAAŞ ALIRDI
Saraya hareme alınan kızlar yarın bir padişahın annesi olabilecek seviyede yetiştiriliyorlardı. Padişahı temsil edecek, ona eş olabilecek seviyede yetiştiriliyorlardı. Bu da müthiş bir eğitim verilmesinden geçiyordu. Bu eğitim de valide sultanlar denetliyordu. Bunların bir sürü alt kadroları vardı. Ve biliyor musunuz valide sultanlar, kadınlar, padişahtan daha fazla maaş alıyordu.
- Öyle mi? Valide sultanlar maaşlı mıydı?
- Sarayda en büyük bütçe, valide sultanın bütçesiydi. Çünkü haremi o yönetiyordu. Ve o bütçeden artırdıkları ile tahsil masraflarını kısarak bir sürü hayır yapmışlardır. Üsküdar'a baktığınız zaman yukarıdan Altunizadeden Üsküdara doğru inin, gördünüz eserler, camiler, sebiller, medreseler hepsi kadın eseridir.
- Osmanlıda kadınlar aynı zamanda sosyal hayatın içindeydiler diyebilir miyiz?
- Tam içindeler. Kadın eserlerinden dolayı Üsküdar'a kadın Üsküdar derler, kız Üsküdar derler. Hatta Hürrem Sultan,(o tarihin lanetlediği valide sultan) bile yetmiş civarında hayır eserinin sahibidir. Bunu şahsi geliriyle yapmıştır. Kendine sarf etmeyerek, süslenip, püslenmek yerine han hamam yaptırmayı, mescit yaptırmayı seçmiştir. Hatta, Kanuni seferde iken yanık yanık mektuplar yazmıştır. "Param bitti, hamamı tamamlayamıyorum" diyor.
BİR KADINI, EVLADINI KORUDU DİYE NİYE ASTI TARİHÇİLER?
Bu kadının suçuna baktığınız zaman birinci suçu, oğlunu koruması. Hangi tarih oğlunu korudu diye bir anneyi asar, idam eder. Çünkü oğlu padişah olmazsa öldürülecektir. Sistem bu. Öldürülmemesi için padişah olması gerekir. Hani öldürülmese de bir şehre vali tayin edilse, ona razı olabilir bir anne. Ama padişah olmadığı zaman yok edilecekse benim oğlum padişah olsun. Bunun için kocasını etkileyebilmişse,kendini sevdirebilmişse ne güzel..
Hangi kadın kendini kocasına sevdimek, beğendirmek istemez. Bunların hangisi, neresi suç. Padişahı etkiledi diyorlar. Ya kadın kocayı etkiler...
O kendi oranında etkiler, öbürü ona göre etkiler. Efendim kendini çok sevdirdi. Padişahı aşık etti. Ne güzel etmiş. İyi etmiş gayet güzel...
İnsan aşık olmazsa beraberliği sürdürebilir mi. Biz aşkı meşki de yanlış anlıyoruz ya.
DİN KİTAPLARINI ERKEKLER YAZDIĞI İÇİN
- Ben de Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan arasında neler yaşandı diye soracaktım?
- Aşk yaşandı. Çok güzel ve duru bir aşk yaşandı. Birbirlerini çok sevdiler ve Kanuni başka bir kadını alma ihtiyacı hissetmedi. Peki neden böyle oluyor. Bir kadını, evladını korudu diye niye astı tarihçiler? Çünkü tarihi erkekler yazıyor.
O kadın duygusallığını, anne duygusallığını, anne endişelerini anlayamayız biz. Ne kadar ince ruhlu olursak olalım ki değiliz. Kaba saba insanlarız, erkekler öyledir maalesef. Bunu anlayamaz, anlamak istemez.
Din kitapların da erkekler yazdığı için tefsirleri vs. orada da hz. Havva’yı suçluyorlar. Hz. Adem'i o kandırdı diyen din kitaplarımız var. Halbuki Allah Kuran'ı Kerim'de diyor ki:
“Şeytan kandırdı ikisini de.” Demek ki şöyle düşünüyorlar, bir yerde kadın varsa, şeytan aramaya gerek yok. Böyle düşünüyorlar o zaman. O bakımdan bunları da, yıkacak çalışmalar yaptım. Sezar’ın hakkı Sezar'a, kadının hakkı kadına ve benim için Hürrem Sultan çok saygıya layık müstesna bir insandır.
HAREM KIZ ÜNİVERSİTESİDİR
- Biraz da cariye meselesine gelmek istiyorum. Cariyeleri nasıl tanımlarsınız?
- Cariyeleri savaş esiri olarak tanımlayabiliriz. Nasıl devşirmeler alınmışsa askerlik için, ve o devşirmelerden nasıl büyük sadrazamlar çıkmışsa, cariyeler de ihtiyaca binaen alınmıştır. Osmanlı’da Kürt,Türk ayrımı yoktur, faydalılığa bakar Müslümanlık. Devlete, inanca sadık mısın, faydalı mısın? Enteresan örnekler var. Mesela Trabzon'un fethinde Mahmut Paşa, Fatih'in sadrazamdır. Onun teyzesinin oğlu Rum İmparatoronun dışişleri bakanıdır. Onlar birlikte görüşüyorlar. Ve Mahmut Paşa kısa bir çarpışmadan sonra imparatoru Trabzon'u teslim etmesi için ikna ediyor.
Kan dökülmesini engelliyorlar teyze çocukları. Bunlar birbirlerini de tanıyor. Yani soyunu sopunu inkar et demiyor. Sorun yok. Bu bakından hareme aldıkları kızları da müthiş bir eğitime tabi tutarlar. Yani Enderun erkek üniversitesi, harem de kız üniversitesi diyebiliriz.
OSMANLI HİÇBİR İNSANI HADIM ETMEMİŞTİR
- Maalesef günümüzde haremi, kadınların tıkıldığı bir kafes olarak tarif ediliyor. Halbuki siz farklı anlatıyorsunuz.
Kendi eğitimleri var, kendi eğlenceleri var. Kadınlar musiki, tarih, coğrafya eğitimi alıyorlar. Erkek hocalar da var, kadın hocalar da var.. Bunların iyi yetişmesinden sorumlu olan da valide sultandır. Yani padişahların anneleri sorumludurlar. Bunun alt katmanlarında ağalar falan vardır.
Ağalar hadımdır ama Osmanlı hiç bir insanı hadım etmemiştir.Yani erkekliğini gidermemiştir. Sadece öyle yapılmış olanları almış ve orada değerlendirmiştir. Çünkü, o büyük bir rezalet, büyük bir günahtır. Bunu yapmadılar ama bu sistemden yararlandılar. Çünkü öyle olması gerekiyordu.
Erkek girmemesi gerekiyordu. Padişahın yatak odası ile harem arasında öyle bir labirent var ki padişahın izinsiz hareme girmesi bile mümkün değildir. Ne yapılır? Bir kadın çok iyi yetişmişse, yani Padişaha layıksa, bunlar çok çocuk sahibi olmak zorundadırlar. Çünkü Osmanlı devleti sürekli savaşlarıniçindedir. Ve şehzadeler savaşa katılmaktadırlar.
Bazen müstakil, bazen de babalarının yanlarında. Ve hangisinin ölüp, hangisinin kalacağı belirsizdir. Bu bakımdan her erkek çocuk babasından sonra padişah olacak şekilde yetiştirilecek. Çünkü hangisinin sağ kalacağı yine belli değil. Kardeş kavgaları bu yüzden çıkmıştır.
HAREM HAYATI BAŞIBOZUK BİR HAYAT DEĞİLDİR
- Yine en çok konu edilen harem de kadınların süt banyoları yapmaları. Kadınlar süt banyoları yaptılar mı hakikaten?
- Neticede harem hayatı, başı bozuk bir hayat değildir. Ve disiplinli bir hayattır. Onun bütün kanunları bellidir, köşeleri bellidir. O disiplin içinde, o olgunun içinde de kadınların kendi kişisel özgürlükleri vardır, odaları vardır, egemenlikleri vardır, egemenlik alanları vardır. Yok süt banyosu yaparlarmış, böyle bir şey de yok. O kadar süt temin edecek bir İstanbul da yok. 500 - 600 bin nüfuslu bir İstanbul’dan söz ediyoruz.
Neticede belki süt içmişlerdir, ya da bir takım süt maskeleri kullanmışlardır güzellik anlamında.. ama öyle süt banyosu falan yok. Batılılar, kadınların güzelliğinden mütenasip, yani uygun vücutlu olduklarından görüntünün çok estetik olduğundan çok güzel giyindiklerinden söz ediyorlar. Yani siz çarşaf giyersiniz ama kendinize öyle bir yakıştırırsınız ki açıkla yan yana geldiğinizde siz daha dikkat çekersiniz.
Sadece güzellik değil, sadece kıyafet de değil, kadın duruşu denen bir duruş var. Bu öğretilir, öğrenilebilir. Kadınlar kendi aralarında öyle bir iletişim içindeler ki mahalle hayatında, birbirleri ile etkileşerek hem kültürel açıdan beslenirler, hem de bakım açısından, kadın olma açısından eğitilirler.
KADINI ZAMAN İÇİNDE BİZ DIŞLADIK, OSMANLI ÖYLE DEĞİLDİ
- Valide Sultanlar yönetime karışıyorlar mıydı?
- Valide sultanların yönetim noktasında zaman zaman büyük katılımları olmuştur. Ondan da zaten Osmanlı tarihçileri çok tedirgindir. Çünkü elinin hamuru ile var ya o deyiş.. Niye erkek işine karışıyorsunuz der, 4. Murat'ın annesi.
Hürrem Sultan gibi biraz dirayetli kadınlardan bizim tarihçiler hiç hazzetmezler. Çünkü Osmanlı tarihinde kadının ne işi var anlayışından hareket ediyorlar. Aslında kafalarımızın bir köşesinde, kadın arka planda kalsın, erkek egemen bir toplum olsun. Devlete şu şekilde müdahale etmişlerdir.. Mesela kadınlar, oğulları ile istişare etmişlerdir. Annedir sonuçta ya da eştir sonuçta.
Herhangi bir şekilde bir araya geldikleri zaman sadece hava ne kadar güzel, çiçekler de açtı falan sadece onu konuşmamışlardır herhalde. İnsan, sevdiği insanın fikrini almak ister. Erkek de kadınının fikrini almak ister. Mutlaka sorguluyor ve mutlaka bir takım telkinde bulunmuşlardır. Artık o aralarında bunun bir vesikası olmaz. Açıktan olanlarda vardır. Hürrem sultan gibi ve bazı Turan sultan gibi açıktan olanlar vardır. Ama genelde istişare noktası, istişare yoluyla olmuştur diye tahmin edebiliyoruz.
- Yani Osmanlı erkeği, kadınların fikrine önem vermişlerdir diyebiliyor muyuz?
- Fikrine önem vermek şu: Biz zaten kadını dışlayan bir kültürden gelmiyoruz. İslam öncesi Türklerde de kadın erkek birlikte hükmetmişlerdir. Erkek hükümdar öldüğü zaman, kadın hükümdar götürmüş. Osmanlı da sonuçta bu töreden, bu gelenekten geliyor. Bu kültürün kadını dışlaması mümkün değil. Kadını ait mahfiller yapmaları, camilerde cemaatle namaz kılacak yerler yapmaları bile bunu gösterir.
Bugün biz zaman içinde bunları dışladık. Teravihten dışladık, cumadan dışladık, cenazeden dışladık; şimdi yeni yeni efendim kadınlar kılabilirmiş. Niye söylemiyorsunuz kardeşim. Biz söyleyince Yavuz Bahadıroğlu da ifrat noktalara geliyor, Eh-li sünnette bunun yeri yoktur falan oluyor. Ben din alimi değilim, ehl-i sünnet anlamam çok fazla ama ben Osmanlı uygulamalarından söz ediyorum, yanlışsa onların yanlışıdır.
OSMANLI ÜLKESİNDE TEK ÖZGÜR OLMAYAN KİŞİ PADİŞAHLARDIR
- Peki padişaha eş seçimi nasıl yapılırdı?
- Padişah eşlerini valide sultanlar seçiyordu. Padişah eş seçemez. Fransız gezgin Dr. Brive Rice,” Osmanlı ülkesinde tek özgür olmayan kişi padişahlardır. Ne savaşa karar verebilir, ne barışa karar verebilir hatta ne de kendi eşini seçebilir” dedi. Bu çok dramatik bir olgu. Valide sultanın münasip gördüğü bir hanım padişaha gösterilir. Padişah ondan sonra yüzde doksan kabul etmek zorundadır.
- Mesela Hürrem Sultan nasıl padişah eşi oldu?
- O da cariye, saraya geldi ve sarayda eğitildi. Asıl adı Ruhsana dır. Ama hiç bir akrabalık, hiçbir şey gözetmemiş. Hatta valide sultan o ülke ile savaş haline geliyor. Osmanlının kazanması için dua ediyor. Bu kadar değişmişler. Şu yargılanabilir yadırganabilir. Küçük çocukları alıyorsunuz Müslüman yapıyorsunuz falan. Peki bunlar hallerinden memnun. Padişah kadını ya da anası oluyor. Ya da bir devşirme çocuk alıyorsunuz.
Müslüman çocuk yapıyorsunuz. Sonra kendi ırkına karşı savaşa gönderiyorsunuz. Ama anneler çocuklarını vermekte yarışıyor. Niye? Osmanlı'ya Sadrazam olabilir diye. Sen ABD'ye başkan olacaksın deseler, bir şekilde göndermez misin? Niye şimdi millet ABD'ye gitmeye can atıyor. Green Card almak için can atıyor. Üstelik, bulaşıkçılık yapmak için. Osmanlı, dönemin yıldızı. Osmanlı devleti denildiği zaman en üst düzeydeki bir devlet ve millet hatırlanıyor ve orayla bütünleşmeye can atıyorlardı.
OSMANLI DEVLETİ BİR VESİKA DEVLETİDİR
- Osmanlı padişahlarının alkol kullanıp kullanmadığı da çok konuşuluyor. Padişahlar alemci miydi?
- Ben televizyondan meydan okumuştum. Osmanlı devleti bir vesika devletidir. Arşiv devletidir, atılan her adımın, alınan her nevalenin meyvenin vesairenin mutlaka bir yerde kaydı kuydu vardır. Mesela saraya giren bütün sebzelerin dökümü vardır. Hangi gün hangi hafta ne sebeple, ne sebze alınmıştır.
Burada şarabı bana kimse gösterebilir mi? gösterilirlerse ben teslim olacağım. Osmanlı padişahları Allah'ın kanunlarını uygulamaları açısından, sorumlu olduklarından Allahın yeryüzündeki vekilleridir. Bu adam akşam kimseye gözükmeden saraydan çıkıyor.
Gidiyor Dimitris’in meyhanesinden bir şişe rakı alıyor da saraya mı dönüyor. Hayır. Burada sarayın mübayaasını yapan, yiyeceği içeceği alan görevliler, gidiyorlar alışveriş yapıyorlar. Ya da o nesneler saraya geliyor. Bu gelenler arasında içkiyi kimse gösterebilir mi? Sultan 4. Murat zamanında, Yıldırım Beyazıd zamanında, 2.Abdülhamit zamanında, Vahdettin zamanında yoktur.
Ne zaman alınmıştır. Sultan 2. Abdülhamit zamanında Alman imparatoru Vilhelm karısı ile ziyarete geldiğinde. Onun için iki şişe adını hatırlamıyorum şimdi şampanya diyelim aldırılmıştır. Onun kaydı var. Çünkü içer. İçerse onu ben men etmem. Beni ilgilendirmez ona alınmıştır.
- Misafirine ikram olsun diye alınmış
- Evet.
- Kendisi kullanmış mı peki?
- Hayır, hayır misafirine ikram olsun diye almış. İsterlerse ikram edilecek diye çünkü içerler. Ona ikram edilmek için alınan içkinin kaydı var da kendi içtiği içkinin niye kaydı yok acaba. Çünkü böyle bir şey yok. Yani kendisine din-i mübin-i yaymak için feda etmek üzere yetiştirilen bu insanlardan, din-i mübin-e alenen haram olan bir haramı işlemeye isnat etmek, bunlara gard etmektir. tarihe de gard etmektir.
UHREVİ HESABI OLMAYAN TARİHÇİLERDEN BU MİLLET ÇOK ÇEKTİ
- Maalesef her şey ne kadar yanlış anlatılıyor
- 4. Murat hakkında, İran casuslarının verdiği bir rapor var biliyorsunuz. O zamanlarda İran’la da aramız açıktır,zaman zaman savaşıyoruz. 4. Murat'ı yürürken, sallanırken görmüşler sarayda.Onu sarhoş diye not düşmüşler. İşin aslı bu değil elbette.
- İşin aslı nedir peki?
- 4. Murat’ta Gut hastalığı var. Zaten 29 yaşında ölüyor. Gut hastalığı, mafsal hastalığıdır. Müthiş mafsallarda ağrı yapar. Irsi olarak bütün çocuklara geçmiş. Ve padişahların çoğunluğu bu hastalıktan ölmüşler.
Bu gut hastalığında ağrıları dindirmek için doktor tavsiyesi ile afyon yutuyor.Afyon yutunca da tabi terelelli oluyor insan,sarhoş gibi oluyor, sallanıyor mecburen. Bu haline görüp içki içtiğine hükmetmişler. O da bizim tarihçilerin diline pelesenk olmuş. Hadi onlar yabancı bir imparatordan, yabancı bir padişahtan bahsediyorlar. Siz kendi dedenizden bahsederken biraz daha tedbirli ve temkinli olmak zorunda değil misiniz?
Biraz daha doğru yaklaşmak zorun değil misiniz. Uhrevi hesabı ve endişesi olmayan tarihçilerden bu millet çok çekti. Tarihçi eline kalemi aldığı zaman bahsedeceğimiz insanla ahirette yüzleşeceğim duygusunu terk etmemek zorundadır ki doğruları yazabilsin.
YAVUZ BAHADIROĞLU İLE RÖPORTAJIN DEVAMINI
ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE YAYINLAYACAĞIZ
-
mustafa apaydın 14 yıl önce Şikayet EtHocam yapma Allah aşkına.... Hocam iyi güzel anlatıyorsunda. Lütfen biraz da gerçeklerden bahset. Şeriye sicillerini inceliyorum. Aman Alahım olamaz bunlar. Halka adeta vergi yağdırmışlar. Yok bilmem ne paşanın konak masrafları yok şu vergisi yok bu vergisi. Halkın parası olsa neyse. Müslümanların terekelerine (miras) bakıyorum, Köhne yastık, köhne yorgan. Ermeni terekelerine bakıyorum. Altın, gümüş küheylan, yanında bir de mermerden eyvan. Yavuz Hocam biraz da bunlardan bahsetsene. Bizi aydınlat lütfen...Beğen
-
Tuğrul İskender 14 yıl önce Şikayet Etbahadıroğlu.... bahadıroğlu müthiş bir adam... ortaokulda okumuştum aradan yıllar geçti...mütedeyyin, ırkına bağlı birisi isem 3 mimarından birisi odur..Beğen
-
ayse1970 14 yıl önce Şikayet EtTeşekkürler. Yıllarca Osmanlıya saldırılan noktaların aydınlatılmasına yönelik söyleşinizi ilgiyle okudum.Maalesef toplumumuzda bu yönde oluşan ve nerdeyse kemikleşen yanlış bilgileri düzeltmek noktasındaki çabalarınızı dikkatle izliyorum. Bu gibi önemli yanılgılara ışık tutulmasına vesile olduğunuz için sizi kucaklıyorum, Sayın Nursel Tozkoparan...Beğen Toplam 1 beğeni
-
mehmet öz 14 yıl önce Şikayet Etselam. evet iyi bir tarihçidir.Beğen
-
esat esat 14 yıl önce Şikayet EtTeşekkürler. Çok güzel ve bilgilendirici bir haber olmuş. okurken keyif aldım gerçekten. Haber7 yi tebrik ediyorum. hergün takip ediyorum.gerçekten güzel konular işleniyor. Nursel Hanıma ayrıca teşekkürlerimi bir borç bilirim.Beğen