'Rahşan Ecevit oyunun bir parçası'

"Hrant’ın ölüme gidiş sürecini biliyordum" diyen Ersin Kalkan, sadece adaletle değil herkesle dalga geçildiğini, herşeyin büyük yalanlar çerçevesinde yapıldığını savunuyor ve olayların perde arkasına dikkat çekiyor...

ABONE OL
GİRİŞ 17.02.2010 12:15 GÜNCELLEME 17.02.2010 12:15 RÖPORTAJ
'Rahşan Ecevit oyunun bir parçası'
'Rahşan Ecevit oyunun bir parçası'

Nursel TOZKOPARAN'ın röportajı

Saatlerce onu dinleyebilirsiniz. Size hayata dair, yaşanmış hikayeler anlatır. Hikayelerini dinlediğiniz kişilerle bir bağ kurdurur, arkadaş olursunuz, baktığınız bir yerde, yürüdüğünüz sokakta izler ararsınız. Sokakları anlatır. İnsanları anlatır. Bu ülkede yaşamış olan azınlıkların hikayesini paylaşır…

Hiçbir şey olmasa bahçesindeki çiçeklerin öyküsünü anlatır

Ersin Kalkan, Musa Anter’i de anlatır Hrant Dink’i de… Hakkari’deki bir Alevi Kürdün öyküsünü de…

Şöyle düşünürsünüz onun yaşadığı her güne, her ana, her saate sığdırdığı bunca hayat varsa bizim yaşadığımız ne? Ben onu hep Marguez’in “anlatmak için yaşamak” sözünün canlı örneğidir…

Ama hepsinden önemlisi benim arkadaşım…

Onunla tanışmamızı anlatayım size. Yaklaşık yedi yıl önceydi.  Balat'ta, restore edilmiş eski bir Rum evine davet edildim. İlk defa Balat semtinde bir eve gidiyordum. Ev yanılmıyorsam 50 metrekare üzerine beş katlı bir bina… Masal gibi bir ev… Her köşesi tarih, her köşesi nostalji. Kaldırım taşları döşeli sokaktan giriliyor eve. Ahşap merdivenlerden en üst kata çıkılıyor. Ve muhteşem bir manzara.. Üst kat tamamen cam ama o bildiğiniz cam değil, ahşapla birleştirilerek yapılmış ve muhteşem Haliç manzarası. Ersin Kalkan’la ilk defa o gece kendi evinde tanıştım. Yıllar geçmesine rağmen hep görüşmüşüzdür.

Son haftalarda CNNTürk’te ve TV Nette yaptığı açıklamalarla dikkatleri üzerine çekti.. Aynı zamanda yeni bir kitap hazırlığında olduğunu da duydum. Emri vaki yapıp kendimi o tarih kokan eve davet ettirdim. Gece, Haliç manzarası, Ersin’in elinden çay ve kurabiyeler eşliğinde sohbeti koyulaştırdık. Ersin anlattıkça şaşkınlığım arttı. Kesinlikle çok önemli açıklamalarda bulundu. Ama benden bir ricası vardı, bu sohbetin kitap çıktıktan sonra yayınlanmasını istedi.

Sözümde durdum ve kitapla birlikte yayına verdim. Fakaaaat.. Ersin benden sonra Agos Gazetesine röportaj verdi.. Dolayısıyla bu işte bir şey daha anladım. Haber zamanında verilmeli, beklememeli.. Bu işlerde dostluk, arkadaşlık olmazmış…Öyle değil mi sevgili  Ersin Kalkan…

HRANT’IN ÖLÜME GİDİŞ SÜRECİNİ BİLİYORDUM

CNN Türk’deki Medya Mahallesi’nde ve TVNET’de,  “Hrant Dink Davası, Ergenekon Davası ile birleştirilmeli” diyerek dikkatleri üzerine çektin. Yeni bir tartışma başlattın. Hem Hrant’ın arkadaşı olarak, hem de bir gazeteci olarak neden böyle bir açıklama yaptın? Ne demek istiyorsun?

Çünkü ben bütün süreci biliyordum. Yani Hrant’ın ölüme gidiş sürecini biliyordum. Yakından tanık oldum. Çünkü her şeyi birlikte paylaştık. Ona bir tehdit gelirdi, bana söylerdi. Bana bir tehdit gelirdi, ben söylerdim. Ona gelen tehditlerin haddi hesabı yoktu. Onun yanında bize gelen tehditler hiçbir şeydi. Devede kulak kadardı.

Hrant Dink sana bu tehditleri nasıl anlatıyordu? Korkuyor muydu?

Tabiî ki korkuyordu. Çünkü kendisinden çok ailesi, çocukları için korkuyordu.

HRANT DAVASININ ERGENEKON İLE BİRLEŞTİRİLMESİ ELZEMDİR 

Ailesi için de tehditler alıyor muydu?

Tabiî ki. Biliyorsunuz Bahriye Üçok cinayetinde bombayı gönderdiler, evde patladı. Kızı şans eseri kurtuldu. Uğur Mumcu, o sabah arabaya ailesi ile birlikte binecekti. Ondan daha önemlisi Ahmet Taner Kışlalı, arabaya sabah ailesi ile birlikte binecekti. Yani bütün aileyi, o sırada kim varsa hepsi hedeflenmişti. Bunların hepsinin faillerini de Hrant biliyordu. Hrant Dink Davası’nın Ergenekon ile birleştirilmesi elzemdir. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Cavit Orhan Tütengil, Musa Anter, Turan Dursun, ki çok önemliydi, Abdi İpekçi, Çetin Emeç gibi insanlar aynı mihrak tarafından yok edildi. Türkiye eğer hesaplaşacaksa bunların katillerini bulmak, ortaya çıkartmak zorunda. Göstermelik birkaç köpeği, kuklayı getirip bizim karşımıza birkaç katil diye çıkardılar. Yıllarca oyaladılar. Abdi İpekçi’nin gerçek katilleri bulundu mu? Yasin Hayal ile Mehmet Ali Ağca birbirine çok benzemiyor mu? Katillere bakın hep aynı tipler seçilmiş. Burada önemli olan iki nokta var. Malatya noktası ve Trabzon noktası var.

Neden Malatya ve Trabzon?

Bakın Doğu’da Malatya, Elazığ ve Bingöl üçgeni vardır. Yukarıda da Trabzon ..Mehmet Ali Ağaca ve Oral Çelik Malatyalıdır. İşin ilginç tarafı, bunların hepsi de Kürt kökenlidir. Belki de Kürt kökenleri olduğu için damlama sulama yöntemi ile yetiştirilmişlerdir. Hiçbir şey rast gele değildir. Bunların hepsi belli bir teşkilat tarafından, taa başından itibaren alınmış ve yetiştirilmiştir. Şimdi Ergenekon diye isimlendirdiğimiz teşkilat

Rakel Dink, eşinin cenazesinde bebekten katil yaratanlar derken, bu damlama sulama yöntemini mi kast ediyordu?

''Bir sünnet düğününe katıldım. 'Bunlar Hıristiyan olarak buraya geldi' dediler. Sünnet düğününe gittim ve sohbet esnasında; 'Siz Hıristiyan değil misiniz? Niye sünnet düğünü yapıyorsunuz?' diye sordum. 'Ya biz buraya kapağı atmak için göstermelik Hıristiyan olduk' dediler.
kullan

Tabii. Damlama sulama yöntemi ile yetiştirilenleri kastetti. Şimdi Trabzon da ilginçtir. Orada da etnik, dil, kültür problemleri vardır. 12 Eylül sonrasında, 90’larla birlikte Trabzon üzerine yoğunlaşmışlardır. Trabzon’u kendilerinin katil yetiştirecekleri bir tarlaya dönüştürmüşlerdir. Ve onları ufak ufak işlemişlerdir. Bu çocukların hepsi bilinçli olarak seçilmiş ve yetiştirilmiştir. Bakın Erhan Tuncel, Elazığ’dan gelmiştir. Bütün bağlantıları kurduğumuz zaman daha net anlaşılıyor. Elazığ, Malatya, Bingöl üçgeninden birisi oraya teşkilatın uzantısı olarak gidiyor ve damlama sulama yöntemi ile birilerini yetiştiriyor. Erhan Tuncel tek başına yetiştirmiyor. Aynı zamanda başkaları da var. Ne oluyor? Rahip Santoro cinayeti mesela. Hrant Dink Davası’nın üzerinde biz bu kadar duruyoruz ama aynı dönemde, bir yıl içerisinde peş peşe işlenen çok önemli üç cinayet var. Bir tanesi Rahip Santoro cinayeti. İkincisi Hrant Dink cinayeti, üçüncüsü Malatya’daki Zirve Kitabevi katliamı. Şimdi Zirve Kitabevi katliamında öldürülenlerin sahipleri, arkalarında durun kimse olmadığı için parçalanarak öldürüldüler. O insanlar işkence edilerek öldürüldüler. Hıristiyanlardı. Olabilir. Misyonerlik yapıyorlardı. Gayet normal. Biz misyonerlik yapmıyor muyuz? Avrupa’da her yıl diyanet işleri başkanlığı açıklama yapmıyor mu? 5 bin, 6 bin, 8 bin kişi Diyanet İşlerimizin bulunduğu merkezlere gelerek Müslüman olmuşlardır diye gururla açıklamıyor muyuz? Burada birkaç tane adam Hıristiyanlığı yayacağım diye, çaba sarf ediyor diye… Biz kendi dinimize güvenmiyor muyuz? Bunların hepsi bir planın parçası. Öyle bir Hıristiyanlığa dönüş yok 

Araştırdınız mı peki?

O dönemde gazeteci olarak. “Adapazarı’nda, Gaziantep’de, Malatya’da kaç kişi Hıristiyan oldu?” diye araştırdık. Parmakla sayılabilecek kadar. Sonra ben, Viyana’ya gittim. Bir sünnet düğününe katıldım. “Bunlar Hıristiyan olarak buraya geldi” dediler. Şimdi sünnet düğününe gittim ve sohbet esnasında; “Siz Hıristiyan değil misiniz? Niye sünnet düğünü yapıyorsunuz?” diye sordum. “Ya biz buraya kapağı atmak için göstermelik Hıristiyan olduk” dediler. Bir kısım insanlar da bu memleketin ekonomik şartlarından yıldıkları için Avrupa’ya kapağı atmanın yolu olarak görüyorlar.

“TÜRKİYE'NİN RUMLARI” DOSYASINI HAZIRLADIM

Türkiye de bir araştırma yaptınız mı?

Tabii. İzmir’de, İskenderun’da ve en son yazın Mersin’deki papazla konuştum. “Aslında adamlar yoksul. Bize gelip Hıristiyan olmak istediklerini söylüyorlar. Biraz irdelediğim zaman anlıyorum ki, Avrupa’ya kapak atmaya çalışıyorlar. Bizi de bunun için kullanmaya çalışıyorlar. Bunları anlayabiliyoruz. Yoksa adamın din ya da karakter değiştirdiği yok” diyor.

Dolayısı ile bunları hepsi, bir mavaldan ibaret. Ben Rum dosyası yaptım, Hürriyet Gazetesi’nde 6 sayfa verdik. Gökçeada, Bozcaada bütün köyleri,  Oralardaki cemaatleri ve vakıfları dolaştım. Kiliselere gidip vaftiz törenlerini, düğün törenlerini, cenaze törenlerini izledim ve “Türkiye’nin Rumları” dosyasını hazırladım. Son 1244 Rum kaldı diye bir dosya yaptım. Kutup Dalgakıran da çok güzel, çok içli fotoğraflar çekti ve biz bunu yayınladık. Ertesi gün Patrikhane “Son 1244 Rum demişsiniz. Sayımızı çok az gösteriyorsunuz. Rum cemaati 1244 kişiden değil, 2 bin 400 kişiden oluşuyor" diye sert bir tepki gösterdi. Yani benim çocukluğumda, Fener'deki okulda 2 bin 400 tane talebe vardı. Sadece bir okulda. Şimdi okullarında okutacak öğrenci bulamıyorlar. Ne oluyor? Bunlar Osmanlı'nın taa ilk zamanlarından beri, daha önceden zaten buradaydı. 1454'den itibaren yani Patrikhane'nin yeniden ihdas edilmesinden itibaren 6 Ocak'ta denize haç atarlar. Onların inanışına göre Hz. İsa'nın vaftizci Yahya tarafından derede yıkanarak vaftiz edildiği gün 6 Ocak’tır. 6 Ocak'ta burada denize haç atarlar. Gençler soğukta alıp o haçı denizden çıkartılar. Çıkartana papazlar tarafından altın verilir. Şimdi 2 bin 400 tane kalmış.

TÜRKLERİN İTTİHAT VE TERAKKİ’DEN GELEN BİR PARANOYASI VAR

O dönemde Rumlar ya da azınlıklar bu kadar çok olmasına rağmen herhangi bir sorun yaşanmıyordu. Sayıları şu anda o kadar azaldığı halde niye bu kadar abartılıyor?

İşte, Bunların hepsi bir düğmeye basılmasıyla ilgili.

“Hrant Dink failleri biliyordu” dedin. O tehditleri aldığı zaman isimleri söylüyor muydu? Biliyordu derken neyi kast ediyorsun?

Hayır. Onları kimse söyleyemez. Kimin nerede yetiştirildiği ve ne şekilde hareket edildiğini bilen merkez bellidir. O merkez dediğimiz Ergenekon'dur. Burada sürekli Ergenekon'a işaret edeceğiz. Şimdi bunların hepsi bir düğmeye basılmasıyla ilgili. 6 Ocak'ta burada haç atıyorlar. Bir keresinde denizden haç çıkartan toplam 20 kişi vardı. İşçi Partisi'nin elemanları Unkapanı tarafından, Milliyetçi Hareket Partisi elemanları Ayvansaray tarafından yaklaşık 5 bin kişiyle bunları engellemeye çalışıyorlardı. Neden? Çünkü sürekli bir düşman gerekiyor. O 2 bin 400 kişiden İstanbul'u ele geçirmeye çalışan insan diye söz edeceksiniz ki düşman ortaya çıksın. Bakın İstanbul içinde 15 milyon kişiyi barındırıyor içinde. Yunanistan'ın tüm nüfusu gelse ki 8.5 milyondur, İstanbul'u ele geçirebilir mi? Böyle bir şey olabilir mi? İstanbul'u ele geçirecekler diye burada Vatikan kuruyorlar. Çünkü Türklerin hala öyle bir paranoyası var. İttihat ve Terakki'den gelen bir paranoya. Hala İstanbul'u kendi kentleri saymıyorlar. Fetih edilmiş bir yer, sürekli elimizden alınacak diye düşünüyorlar. Bunu da Ergenekon bilinçli bir şekilde abartıyor ve şekillendiriyor. Dolayısıyla misyonerlik meselesi de öyle...

RAHŞAN ECEVİT OYUNUN BİR PARÇASI

Peki Rahşan Ecevit’in Ceviz Kabuğu Programında yaptığı açıklamalar doğru mu?

Şimdi mesela Rahşan Ecevit oyunun bir parçası. Hepsi bir parçası. Ceviz Kabuğu programına çıktığı zaman; "Yunanlılar Türkiye'den toprak alıyorlar. İstanbul'dan, Bursa'dan, İzmir'den toprak alıyorlar. Arjantinliler ve Amerikalılar, Antakya'dan, Suriye'den toprak alıyorlar. İsveç, Norveç ve Danimarka gibi ülkeler de Tunceli'den toprak alıyorlar” diye bir propaganda yaptı.

Sadece bu propagramla yani bu düğmeye basma hadisesinde ne tür dinamitlerin harekete geçtiğini anlatmak için söylüyorum. Bu parçaları birleştirirsek, Hrant Dink cinayetinin nereye gittiğini ve nasıl oluşturulduğunu çok daha iyi kavrarız.

Rahşan Ecevit bunu söylüyor. Sonra ben araştırmaya başlıyorum. Selanik'ten trene bindik, Gümülcine’ye gidiyoruz.. Üç yaşlı adam, iki tane de kadın. Trakyalıların çarşafları vardır ya kadın onlardan giyinmiş. Trende sohbet etmeye başladık. Ben, "Amca ne yapıyorsun" diye sordum. "Eskiden çok kötüydü biraz düzeliyor. Eskiden çok mezalim yapıyorlardı. Şimdi AB sayesinde düzeldi. Hep ceza veriyorlardı, şimdi haklarımızı iade ediyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sayesinde vakıf mallarımızı, topraklarımızı iade etmek zorunda kaldılar " dedi. Nasıl geçiniyorsunuz? diye sordum. "Ben tarım sigortasından emekli oldum. Oradan alıyorum. Bir de benim Bursa'da iki tane apartmanım var" dedi. “Yunanistan vatandaşı değil misin?  diye sordum. "Vatandaşım" dedi. “Almanızda sorun oluyor mu?” dedim. "Bizde sorun olmuyor. Ama Batı Trakya Türkü olduğunu ispat edeceksin. Yunanlılar alamıyor" dedi.

kullan
"Benim annemin öyle bir sözü vardır. “Oğul, öyle bir yalan söyle ki doğru olsun" der. Yalanın doğrusu olur mu? Evet. İnandırıcı olabilmesi için bir parçasının doğru olması lazım."

İki ay sonra ben Atina'ya gittim. Atina Büyükelçiliği’nde  Ticaret Ataşesi ile görüşüyorum. Ticaret Ataşesi bana 1954 senesinde gizli bir kararname yayınlandığını söyledi. Kıbrıs hadisesinden dolayı orada olaylar çıktı. Türkler,  Türkiye'ye gelmek istiyoruz diye sınıra dayandı. Türkiye nüfusunu orada muhafaza etmek istiyor. “Gelirseniz sizi vatandaşlığa kabul etmeyiz ama İstanbul'un şu noktalarına, Bursa’nın şu noktalarına, şuraya, buraya yatırım yapın, şuralardan alabilirsiniz. Bilmem ne yapabilirsiniz” dediler. Ve hazine arazilerinin bir kısmını da bunlar için ayırdılar. Aslında Rahşan Ecevit'in söylediği doğru. Baktım ki 11 bin 600 tane Yunan mülkü alınmış ama bunların yüzde 99'u Batı Trakya Türklerinin. Ticaret ataşesi bana, "Rahşan Hanım bunları bilmiyor mu? Biliyor ama o da oyunun bir parçası” dedi. Ceviz kabuğu ile birlikte, bir ceviz kabuğunun içinde oynanan bir oyunun parçası.

Tunceli ile ilgili bir araştırma yaptınız mı?

Tunceli Tapu Müdürü'ne telefon açtım. Tunceli Tapu müdürlüğü Elazığ'a bağlı. Tunceli'de o işle ilgilenen adamla konuştum. "Oradan mülk alıyorlarmış" dedim. O da, "Evet, İsveçliler, Norveçliler çok mülk aldılar" dedi. Ve isimlerini saydı. Haydar, Ali, Hasan, Hüseyin, 12 Eylül'de gidip İsveç, Norveç bilmem ne vatandaşı olmuş insanlar bunlar. Şimdi parçanın bir tarafı doğru. Benim annemin öyle bir sözü vardır. “Oğul, öyle bir yalan söyle ki doğru olsun" der. Yalanın doğrusu olur mu? Evet. İnandırıcı olabilmesi için bir parçasının doğru olması lazım.

İsveçliler, Norveçliler yer alıyorlar ama kim? Haydar, Hasan, Hüseyin, bizim kovup gönderdiğimiz, işkencelerden  dolayı oraya kaçmak zorunda kalan insanlar bunlar. Dolayısıyla hepsi bir yalandan ibaret. Bütün bu propagandalar son 10 yıl içerisinde Ceviz Kabukları, Tuncay Özkanlar, ötekilerle berikilerle bir oyunun parçası olarak kademe kademe yükseltildi. Bunlar senfonik cinayetlerle sona eren bir oyunun parçası, bir bestenin notaları. Buralarda kimler nasıl ve ne şekilde rol aldılar? Hangi yalanın, hangi cinayetlerin parçası oldular? Onun için de bunların hepsini yeni baştan sorgulayıp, açığa çıkarmamız gerekiyor. Ruhlarımızı, ellerimiz, akıllarımızı ve ülkemizi ancak böyle temizleyebiliriz. Yoksa kapkaranlık bir ülke olarak varlığımızı sürdürmeye mahkum olacağız.

ERHAN TUNCEL, YASİN HAYAL MAHKEME HEYETİYLE DALGA GEÇİYORLAR

O zaman Ergenekon Davası doğru yolda…

Tabi ki. Ama Hrant Dink Davası’nın acilen Ergenekon ile birleştirilmesi gerekiyor. Benden önce ailesi ve avukatları sürekli söylüyordu. Bir türlü birleştirilmiyor. Bir de Hrant Dink Davası’nın içinde birleştirilmeyen başka şeyler de var. Polisin davası Ankara'da ayrı görülüyor. Trabzon'da ayrı bir dava, İstanbul'da ayrı bir dava var. Buradaki dava bir komedi gibi yürüyor. Erhan Tuncel, Yasin Hayal mahkeme heyeti ile dalga geçiyorlar. Mahkeme heyeti bu adamlara dersini veremiyor.  Yani Devlet Güvenlik Mahkemesi zihniyeti ile hareket ediyorlar. Hrant Dink davası Şişli'de görülüyor. Hakim Hrant Dink'i konuşturmuyordu, savunma hakkını elinden alıyordu. Hrant Dink katil miydi? Bu katiller dalga geçiyorlar, eğleniyorlar. Hem mahkeme heyeti ile hem Türkiye insanları ile bütün dünyanın gözleri önünde bir komedi oynanıyor. Onun için de bu davaların birleştirilmesi ve bunların çok ağır bir cinayet davası, yüz yılın davası olarak ele alınması gerekiyor. Bütün düğümler Hrant Dink Davası’nda. Hrant Dink ve Ergenekon Davası tek fırsatımız.

Medyanın buradaki tutumunu nasıl buluyorsunuz?

Medyadan önce hakimlerin davranışına bakmamız lazım. 

Sanki dava çözülmesin diye bir çaba var…

Aslında komedi şöyle başladı. Bu adam Samsun'da yakalandı. Jandarma ve polis bunlarla fotoğraf çektirdi. Bütün Türkiye ile bütün insanlarla alay ettiler. Bu davanın buraya geleceği belliydi zaten. Bu adamların derhal topyekun davaya hakim olacak hakimlerin eline, Ergenekon savcılarına teslim edilmesi gerekiyor. Yani cinayet işlemiş adamın adaletin karşısında titremesi lazımken, orada gülüp eğleniyor. 

ADALETE GÜVENMİYORUM

O zaman adalete güvenmiyor musun?

Hayır güvenmiyorum. Çünkü bu konuda Hrant Dink'i yargılayan Mahkeme, “zehirli Türk kanı” sözü ile ne demek istediğini çok iyi bildiği halde Hrant Dink'i mahkum etti. Yargıtay bunu onayladı. Onaylayan Yargıtay'ın yargılanması gerekiyor. Bilirkişi raporlarına rağmen bu cezayı veren ve dımdızlak hedef halinde gösteren,  “Türk adaleti cezasını vermiştir, şimdi sıra sizdedir koçlarım” diye pas atan o adamların da hesabının görülmesi lazım.

Yani orada görevli hakimlerin de Ergenekon’un oyuncuları olduğunu mu söylüyorsun?Şu anda hakimler oyunlarını mı oynuyorlar?

Yargı her zaman bu rolün bir parçası olmuştur. Mehmet Ali Ağca, Yasin Hayal, Ogün Samast davaları aynı komedi ile yürüyor.

VİCDANLI ADAMLARIN ELİNE TESLİM EDİLMEDİKÇE ADALET, ADALET OLMAKTAN ÇIKAR

Peki bu değiştirilemiyor mu?

Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu Ergenekon'un savunuculuğuna çıkarsa, demek ki burada bir çözülmüşlük söz konusu. Bir onursal başkansın sen. Biz adalet sistemimizi yıkacağız ve yeniden kuracağız. Vicdanlı adamların eline teslim edilmediği müddetçe adalet adalet olmaktan çıkar.

"Tabi katiller akraba. Dolayısı ile öldürülenler de birbiriyle akraba. Ya insanlar bundan sonra ölmeye devam edecek. Ya da bu aileyi biz ortadan kaldıracağız. Yani Corleone Ailesi gibi, her tarafa sirayet etmiş bir aile."
kullan

Hrant Dink davası son şansımız dedin. Bugüne kadar faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkmasında Hrant Dink Davası’nın önemli olduğunu mu kast ediyorsun?

Öldürülenlerin hepsi aynı ailenin bir parçası, aynı şekilde hedef seçilmişlerdir.

Katiller, yabancı değil akraba diyebilir miyiz?

Tabi katiller akraba. Dolayısı ile öldürülenler de birbiriyle akraba. Ya insanlar bundan sonra ölmeye devam edecek. Ya da bu aileyi biz ortadan kaldıracağız. Yani Corleone Ailesi gibi, her tarafa sirayet etmiş bir aile. Al Capone ailesini ortadan kaldırmadığımız, gladioyu temizlemediğimiz müddetçe hepsinin birbiri ile kan bağı var. Kan bağı dediğimiz zaman damarlarda dolaşan kan değil, döktükleri kan…

DENİZ SOM, EMİN ÇÖLAŞAN İSİM VERDİLER VE İNSANLARI HEDEF GÖSTERDİLER

Televizyon programında Hrant Dink'in öldürülmesinde basını sorumsuzlukla suçladın. Basını suçlu mu görüyorsun?

Hrant Dink'in öldürülmesi senfonik finallerden bir tanesi. Hrant'ın öldürüldüğü dönemde Zirve Kitabevi ve Rahip Santoro cinayetini de ortaya koymamız gerekiyor. Onların üçü aynı anda ve birlikte planlandı. Hepsi tek merkezden, Ergenekon, tarafından planlandı. Hiç birisi rastlantı değildi.  

Basın nasıl bir sorumsuzluk yaptı?

Bakın isim vereyim, Deniz Som, Emin Çölaşan. Onlar isim verdiler ve insanları hedef gösterdiler. Ağca meselesinde tartışma var. Deniliyor ki; Abdi İpekçi cinayetinden 10 yıl yattı. Az görülebilir, çok görülebilir bilmem ne görülebilir ama bence az. O karanlıktan hiç çıkartılmaması gerekiyordu. Ama basına bakalım. Onun için de bizim yakın çağımıza şöyle hafiften inmemiz gerekiyor. Biliyorum hayat uzun sayfa kısadır ama bunu nereye koyacaksınız?

Şimdi Şemdin Sakık'ın ifadelerine bakmamız lazım. Şemdin Sakık'ın ifadeleri belli bir merkezden verildi  ve bütün gazetelerde yayınlandı. Bütün basın bunu kullandı. Orada ne olmuştu? Şemdin Sakık’ın ifadelerine göre; Akın Birdal, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar Apo'dan para almıştı. Daha ilginç bir şey var. Ermenistan PKK'ya üst vermişti. Gazetecilerin de ismi, İnsan Hakları Derneği yöneticilerin isimleri verilerek günlerce bütün gazetelerde manşetlerden yayınlandı. O manşetlerin yayınlanmasından 1.5 ay sonra Akın Birdal Ankara'da 7 kurşunla vuruldu. Kurtarılması şanstı aslında. Sonra Cengiz Çandar koruma çemberi içine alınarak kurtuldu. Mehmet Ali Birand işinden atıldı. Sonra ben bu ifade gerçek mi diye merak ettim ve araştırmaya başladım.

Şemdin Sakık'ın açıklamaları kim tarafından gönderildi?

Belirli bir merkez tarafından sızdırıldı. Bir oyunun parçasıydı.

O dönemde Oktay Ekşi'nin gazetecilerin para aldığına dair bir yazısı vardı. Gazeteler hiç araştırmadan direk bunu haber yaptılar…

Tabi öyle dosyalar gelir. Dosyalar yukarıdan gelirse, nereden geldiği bilindiği için sorgusuz sualsiz yayınlanır.

Bireysel olarak mı araştırma yaptın?

Evet. O dönem Radikal Gazetesi’nde çalışıyordum. İsmet Berkan ve Mehmet Yılmaz yayın yönetmeniydi. Diyarbakır mahreçli güvendiğim bir kaynağa sordum. “Ben sadece ifadenin kaç sayfa olduğunu öğrenmek istiyorum. Savcıda bulunan ifade kaç sayfa” dedim. 2 gün sonra bana 105 sayfa olduğunu söyledi. Peki yayınlanan ifade kaç sayfaydı? 138 sayfa. Andıçlanmıştı yani. Sonra o dosyayı ben bir şeklide ele geçirdim.

ŞEMDİ SAKIK’A HAKSIZLIK YAPILDI

Gerçek dosyayı mı ele geçirdin?

Evet gerçek ifadeleri. Biz onu Radikal'de yayınladık. Gerçek ifadelerde soruyor. Diyor ki: "Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar Apo ile görüşmeye geldiğinde ne yaptılar? Para aldılar mı? Şemdin Sakık; “Bildiğim kadarı ile Mehmet Ali Birand zengin, Apo’nun parasına mı ihtiyacı var? diyor. Cengiz Çandar için de, “Hayır öyle bir şey mümkün değil” diyor. İnsan Hakları Derneği Başkanı için de aynı şeyi söylüyor. Ankara, İstanbul, izmir'de PKK tarafından destekleniyor muydu? diye soruluyor. Sakık; “Hiç öyle bir şey hatırlamıyorum. Bildiğim kadarı ile onlar kiralarını bile zor ödüyorlar” diye cevap veriyor. Ondan sonra Ermenistan'a üs kurdunuz mu? diye soruluyor. “Evet Laçin bölgesine kurduk. Fakat aradan bir hafta veya 15 gün geçti. 300 kişilik falan bir asker grubu gelip kampı kuşattı. 24 saat içerisinde boşaltmamızı istediler. Yoksa zor kullanacaklarını, hepimizi vuracaklarını söylediler. Biz kampı 24 saat içinde boşalttık” diyor. Andıçlanan ifadede ise; “Evet, bize üst verdi, silah verdi ve aynı zamanda Ermeni ordusundan gelip eğittiler” diyor.

Orada Şemdin Sakık'a büyük bir haksızlık yapıldı. İfadeleri aslında çok düzgün.

Ermenistan ile Türkiye arasında savaş çıkarmak istiyorlardı. Sadece içeride değil, dışarıda da savaş çıkarmak isteyen bir andıçlamaydı bu.

Röportajın devamı için tıklayınız: Veli Küçük tutuklandığında oturup ağladım

KAYNAK : Haber7
YORUMLAR 5
  • Tuvad Nıdya 14 yıl önce Şikayet Et
    cahilin başka türlüsü. Bir kafkas dili olan lazcayı ,rumca yaptı, Lazlıkla hiç alakası olmayan aslında çoğu safkan oğuz olan trabzonluları rum yaptı,Trabzonda kırım tatarı,dağıstan ve anadolu göçmenide vardır ama bu göçler 150 yıl öncesine dayandığı için kayıtlarını bulmak zordur.Rumlara gelince yüzde doksandokuzu yunanistana gönderilmiştir.Tüm trabzonda birkaç tane rumdan dönme köy vardır onlarda ta osmanlı döneminde müslüman oldukları için baya dindar köylerdir.lazlar rizenin doğusu ile artvin arasındaki bölge halkıdır.
    Cevapla
  • ömer demir 14 yıl önce Şikayet Et
    Kaderden kaderimizi seçiyoruz.. Devlet tecrubemizi ittihat-terakkiyi kullanarak yok ettiler. Halk,inanarak yaşarken,100 senedenberi inandırılarak korkutulan bir yığın haline getirildi. Bizi halimize bırakmadılar. Rabbimiz kullarını, entrikalara karşı kitabında(hucurat 6)ve bizzat rasulleri ile kollar. Bugün doğruları söylememekte israr ediyorlar. Artık onların ısrarlarını anlamalı,tahkik etmeliyiz
    Cevapla
  • Tuvad Nıdya 14 yıl önce Şikayet Et
    masal gibi ev. masal gibi ev dediği balat gibi istanbulun en mütevazi semtinde 50 metrekarelik bir şey ...kıymeti tarihinden eski istanbul olmasından geliyor parasal değerinden değil...Eleştirileriniz ne kadarda cahilce...Zaten halk sizin gibi cahil olmasa bu ülkede 100 yıldır bu cuntacılar astığı,astık kestiği,kestik yaşayabilirlermiydi..
    Cevapla
  • mehmet tokat 14 yıl önce Şikayet Et
    İŞTE ERGENEKONUN PİS VE ÇİRKİN YÜZLERİ BUNLAR. oyun buralarda kalmıyor. hsyk görevini yapan, ergenekoncuyu tutuklayan savcıyı görevden alıyor. paşalar balyozlarla, kafeslerle oynamakla meşgul. uğur mumcular, gaffar okanlar katlediliyor, katledenlerin helikopterleri düşürülüyor. eşref bitlisin helikopteri düşürülüyor. daha binlercesi ama ergenekon medyadan büyük destek aldığı için hala ayakta kalmayı başarıyor. haydi türkiyem, ergenekonu bitirelim artık!!
    Cevapla
  • volkan gürel 14 yıl önce Şikayet Et
    bulandırma. ülkemizin ilerlemesini demorkratikleşmesini istemeyen belli başlı güçler cumhurbaşkanlığı seçinlerini ergenekon terör örgütünün gerçekliğini örtbas etmeyi başbakanın eşinin başörtüsünü ekonomik krizin etkilerini abartarak kabartarak basın yayın yoluyla gündem bozmaya çalışmakta nemalanmaktadır.
    Cevapla

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR