'Refah-Yol Erbakan'a kurulan bir tuzaktı'

28 Şubat'ın ve Refah Partisi'nin en önemli simalarından Şevki Yılmaz, Refah-Yol'un Erbakan'a kurulan bir tuzak olduğunu söyledi. 28 Şubat'ın bir bakıma hayırlı olduğunu belirten Yılmaz çok tartışılacak yorumlar yaptı...

ABONE OL
GİRİŞ 20.04.2010 12:15 GÜNCELLEME 20.04.2010 12:15 RÖPORTAJ
'Refah-Yol Erbakan'a kurulan bir tuzaktı'
'Refah-Yol Erbakan'a kurulan bir tuzaktı'

Nursel Tozkopran'ın röportajı

Geçen hafta bir misafirim vardı.
Fatih belediyesi meclis üyesi Ahmet Çamlı.
Belediyecilik, siyaset, güncel konular derken sohbet hala etkileri devam eden 28 Şubat sürecine kadar geldi.
Refahyol koalisyonu ve devamında yaşananları hatırladım.
Neler yaşandı, ne günlerden geçtik...
Refah Partisini iktidara taşıyan o dönemin ünlü isimlerini elbette zaman zaman hatırlıyorsunuzdur.
Yaş kararlarıyla ordudan atılan subaylardan tutun da siyaset yasağı getirilen milletvekilleri ve Refahyol'u Refahson'a getiren türlü oyunların sahnelendiği kabus dolu günler...
elbette pekçok isim vardı konuştuğumuz ancak benim merakımı celbeden isim Şevki Yılmaz'dı..
Konferans salonlarını, seçim meydanlarını hıncahınç dolduran, gidemediği yerlerde kasetleri dinlenen iyi bir hatipti.
Eski Rize Belediye Başkanı Şevki Yılmaz Refah Partisini iktidara taşıyan en önemli isimlerden biriydi.
Şimdilerde ne yapıyordu acaba?
Ahmet Bey kendisi ile görüştüğünü söyledi. Biraz hayatından bahsetti. O anda karar verdim. Şevki Yılmaz ile röportaj yapmam lazımdı tek merak eden ben olamazdım sonuçta. Ahmet Bey vasıtası ile kendisine ulaştım. Röportaja ikna etmek çokta kolay olmadı.
Şu ana kadar birçok teklifi geri çevirdiğini söyledi. Neticede sohbete ikna ettim ve yıllar sonra ilk defa Şevki Yılmaz ile bu röportajı gerçekleştirmiş oldum. 

  
SUSTURULAN KİŞİ, İDAM EDİLMİŞ DEMEKTİR

Şevki Yılmaz’ı sohbetleriyle, kasetleriyle çok geniş kitlelere ulaşan popüler bir isim olarak biliyorum. Şimdilerde Şevki Yılmaz ortalarda görünmüyor. Siz kendiniz mi sustunuz yoksa susturuldunuz mu?
Ünlü düşünür Sokrat’ın başından geçen ibretlik bir hadise vardır. O dönemin kokuşmuş düzenine karşı mücadele eden Sokrat’a yargıçlar; “Neden tanrılarımızı inkâr ediyor ve ilahlarımızı reddediyorsun? Bundan vazgeç ve özür dile, seni affedelim” dediklerinde Sokrat; “Tek Tanrı inancını reddederek yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim.” yanıtını verir, ardından yargıçlar; “Madem öyle bu inancı kalbinde sakla, konuşma, sus ki seni affedelim” derler, bu teklif karşısında Sokrat’ın tarihi yanıtı ise çok anlamlıdır; “Susturulan kişi, idam edilmiş demektir.”

Yani...
İşte bizde aynen Sokrat gibi, halkımızın ezildiği ve değer yargılarının dejenere edilmeye çalışıldığı dönemde verdiğimiz siyasi mücadelenin en hassas virajlarında Hak’tan ve halktan aldığımız güçle ilerlerken cezalandırılmak istendik, aslında hedef şahsımız değil fikir ve düşüncelerimizdi! Biz de fikir ve düşüncelerimizi hapse attırmamak, ideallerimizi idam ettirmemek için kutsal yolculuğu yani hicreti tercih ettik ve susmadık.

Hicret yolculuğunuzda neler yaptınız?
Hicret hayatımız boyunca teknolojinin imkânlarından yararlanarak tebliğ ve davetimize devam ettik. Çevremizde ve yanımızda olduğunu düşündüğümüz birileri ise meğer korkuyormuş, bize adeta radyasyonlu muamelesi yapılmaya başlandı. O günleri hiç unutmadım, unutmayacağım.
Kendi ellerimizle kurduğumuz teşkilatın kürsüleri bize yasaklandı. Gerek 28 Şubat’ın ve gerekse 11 Eylül olaylarının Avrupa’da estirdiği fırtınalar yüzünden emperyalistler ve işbirlikçilerinin gölgesinden korkanlar, Türkiye’de bizi susturmak isteyenlerin kervanına katıldılar ve bizi Avrupa’da da susturmaya kalktılar.

Nasıl?
Onların bir planı vardı ama Rabbimizin de bir planı vardı... Onlar kürsüleri ve tv ekranlarını bize kapadılar ama günümüzün kürsüsü olan İnternet teknolojilerini göz ardı ettiler, bizde Hicret hayatımız boyunca hiçbir saniye susmadan, ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmeler karşısında sessiz kalmayarak fikir ve düşüncelerimizi vefakar arkadaşlarımızın kurdukları internet sitelerinden halkımıza duyurmaya devam ettik ve halende devam ediyoruz.

Tebliğde bulunuyorsunuz ama eskisi kadar gündemde değilsiniz...
O zaman sahada bizzat mücadeledeydik, siyaset takımında oyuncuyduk. Forvet oyuncusu olarak gol atmaya çalışıyorduk. Şimdi siyasi sahada yoğuz ancak tribünde de değiliz, yani oynanan maçı izlemiyoruz, sahada mücadele eden yepyeni, genç kardeşlerimiz var onlara moral-motivasyon sağlamak için gayret ediyoruz. Kardeşlerimiz bu alandaki hizmetlerini büyük bir aşkla sürdürüyor. Verilen bu kutlu ve onurlu mücadeleden dolayı aynen halkımız gibi bizde kardeşlerimiz için dua ediyoruz. Bizde olaylara bigane kalmıyor, zaman zaman arkadaşlarımıza geçmiş tecrübelerimizi aktarmaya çalışıyoruz. Adeta bir teknik direktör gibi, antrenör gibi...

SİYASET YAPMAK, KOLTUĞA OTURMAK DEMEK DEĞİLDİR

28 Şubat sürecinden sonra iki parti (Saadet Partisi ve Ak Parti) kuruldu. Siz kendinizi ne tarafta görüyorsunuz?
Türkiye’nin gerçekleri neredeyse oradayım. Vatanına, milletine, ülkesine hizmet için çıkmış samimi partilerin olması Türkiye’nin lehinedir. Bunu iki parti ile sınırlandırmak uygun değildir. Şu anda Türkiye’nin geldiği noktada bölünmenin, parçalanmanın faydası olmayacağına inanıyoruz. İki oy atma hakkımız olsaydı inanın her iki partiye de desteğimi verirdim ama tek oy kullanma hakkımız var. Onun için gelinen noktayı başa almak ve yeniden maça başlamak için santra yapmanın akıllıca olmadığına, ferasete ve basirete uygun olmadığına inanıyorum. Parti tutmuyorum. Herhangi bir partiye üye değilim. Mühim olan koltuk değil, hizmettir. Siyaset yapmak, koltuğa oturmak demek değildir. O koltuğa ehil ve ülke aşkıyla çalışanların oturması için gayret etmektir ve biz hiçbir zamanda Milli Siyaset çizgisinden uzak durmadık, durmayacağız.

kullan
Çalışma ofisinde Nursel Tozkoparan'ın sorularını yanıtlayan Şevki Yılmaz, 28 Şubat postmodern darbasiyle birlikte Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra Necmettin Erbakan'la görüşme imkanı bulamadığını söyledi.

VADİYİ DE BOŞ BIRAKMAYIZ

Tamamen siyaseti bırakmadınız o zaman.
Hayır. Vatanını, milletini, dinini seven bir insanın ülkesinin selameti için tarafsız ve bigâne kalması uygun değildir. Çünkü o zaman aslanlar yatağını tilkilere bırakmış olursunuz. Biz siyasi görüşlerimizi anlatıyoruz, aktarıyoruz. Tavsiyelerimizi söylüyor, tecrübelerimizi aktarıyoruz. Ta ki vadiye tilkiler girinceye kadar! Biz mevcut konjonktürde tavsiye ve nasihat makamında olmanın daha yararlı olduğu inancındayız ancak tilkilerin de aslan ininde yer kapmaya başladığını görürsek vadiyi de boş bırakmayız.

Her iki partinin yöneticileri ya da üyeleri ile görüşüyor musunuz?
Kapımız herkese açık, üst seviyede olmasa da kardeşlerimiz ziyaretimize geliyorlar. Biz; A Parti, B Parti, C Parti diye ayırmayız, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da gelse, tavsiyelerimi söylerim. Bilhassa ülkemizin nazik bir süreçten geçtiği, tarihi fırsatları yakaladığı bu hassas dönemde Sayın Baykal’a da ülkemin selameti adına görüşmeyi arzu ederim. Çünkü çok nasihate ihtiyacı var. 

BAYKAL’A İHTİLALLARE KARŞI ÇIKMASINI SÖYLERDİM

Peki Sayın Baykal gelse tavsiyeleriniz ne olur?
Genel Başkan’ı olduğu partisinin ismine sadık kalmasını tavsiye ederdim. Cumhuriyet’e ve halka saygılı olmasını, o ismi istismar etmemesini, halkın önünü tıkamamasını, Hak ve Özgürlüklerin önünü, açılıma karşı gelerek kapamamasını tavsiye ederdim. Meclis kürsüsündeki yeminine sahip çıksın ve partinin ismine sadık olsun. Cumhuriyet’i baltalamasın. Halkı da bir avuç rantçı mutlu azınlığa sömürttürmesin. Cumhuriyet rejimini diktaya dönüştürecek eylemlerden, sözlerden kaçınmasını, post modern darbelere, ihtilallere karşı çıkmasını söylerdim… CHP’nin bazı huylarından vazgeçmesi lazım.

SARIGÜL CHP’Yİ BARAJIN ALTINA DÜŞÜRECEKTİR

Mesela hangi huylarından?
Maalesef CHP’nin DNA’sında yer etmiş kötü bir huyu var, iktidarları sandıkta yenemeyince bazı kurumların gölgesine sığınmaya çalışıyorlar. Bu huy CHP’nin vücudunda bir hastalık oluşturmuştur.. İlla darbelere tetikçilik yapacaklar. Bu huyundan vazgeçerse CHP’nin önü açılacaktır. Ama vazgeçmediği sürece Mustafa Sarıgül’ün hareketi O’nu barajın altına düşürecektir. Gidişat bunu açıkça göstermektedir…

Sarıgül’den ümitli misiniz?
İnsanlara ümit bağlamam. “İnsana güvenme ölür, ağaca yaslanma çürür” diye güzel bir deyişimiz vardır. Meclis’te CHP yerine, TDH hareketinin muhalefet yapmasını Ülke çıkarları için faydalı olacağını düşünüyorum Sarıgül’ün, Deniz Baykal’ın yaptığı yanlışları yapmayacağını temenni ediyorum. Ancak kadrosunu yorulmuş yalama olmuş koltuk kolik kişilerden kurmakta olduğunu duyuyorum. O zaman hareketi doğmadan ölür. Yani düşük doğum yapar. Genç, yeni, zinde tabir caizse bakire kadrolarla adaylarını belirlerse başarılı olabilir.

kullanSADDET MUHALEFETİN MUHALEFETİ OLURSA BAŞARILI OLUR

Gelelim Ak Parti’ye… Ak Parti’nin gidişatını nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de yapıcı muhalefetin olmayışı Ak Parti’nin lehine bir durumdur. Bu da Türkiye’mizin aleyhinedir. Meclis’te millet ve halk adına ciddi ve yapıcı bir muhalefetin olmaması Ak Parti’ye kar, Türkiye’ye zarardır… İlkeli ve ciddi bir muhalefete olan ihtiyaç boşluğunun en kısa zamanda doldurulması lazımdır. Bunu Saadet Partisi yapabilir ancak, farkında değil. SP, Ergenekon’un mücadele ettiği iktidarla mücadele halindedir. SP bu huyundan vazgeçer de bu günkü yanlış çizgide politika üreten muhalefet partilerinin muhalefetine soyunursa ve onların geçmişteki sabıkalarını bu millete anlatırsa, iktidarın ihanet odaklarıyla yaptığı mücadeleye zarar vermeden meclise girme şansının olduğuna inanıyorum. SP, iktidarın değil muhalefetin muhalefeti olursa başarılı olur. Rahmetli kardeşim Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Büyük Birlik Partisi’nin bu misyonu üstlendiğini memnuniyetle takıp ediyorum.

O zaman Büyük Birlik Partisi, Saadet Partisi’ne göre daha akıllıca bir yol mu çiziyor?
Evet, şu anda gözüken tablo bu. İktidarı uyarıcı muhalefet… Hırçın, yıkıcı ve millete hiç bir fayda sağlamayan muhalefet partilerine karşı da yapıcı muhalefet yapılmalı. Yani; hayra, iyiliğe, güzele ve barışa motor, şerre, zulme, haksızlığa ve kavgaya firen olmak. Her şart ve zeminde asla adalet ölçüsünden ayrılmamak, milletin hizmetine yönelik eylem gerçekleştirmek, zaten inancımızda bunu gerektirmiyor mu? Kendi iktidarımızda yapamayacağımız şeyleri, mevcut iktidardan istemek adeta bir şark kurnazlığıdır.

AK PARTİ İKTİDARDA DEĞİLDİR, HÜKÜMETTEDİR

Şu anda hükümeti başarılı buluyor musunuz?
İktidar partisi; kuşatılmışlığına, hareket alanını kısıtlayan dahili ve harici bunca menfi muhalefete rağmen belirli bir çizgide sabırla ilerlemeye çalışıyor. Yargı ambleminde yer alan Adaletin sembolü teraziyi tutan kadının gözlerini bağlayan mendil, yargı tarafından İktidarın elinin, kolunun, ayağının bağlanması için kullanılmış durumda. İktidarın her yaptığı ve yapacağı hayırlı hizmetlerin yargıdan döndüğü bir ülkede başarılarını yeterli bulmasam da takdir ediyorum. Çünkü engellemeler yüzünden yavaşta olsa devamlı ivme kazanan bir çizgide hareket ettiklerini görüyorum. Daha güzel hizmetler yapmaları gerekiyor. Türkiye’de sadece hükümet olmakla iktidar olunmuyor. Ak Parti iktidarda değildir hükümettedir ve bunun mücadelesini vermektedir.

ÖNCEDEN BİR PADİŞAH VARDI, ŞİMDİ TÜRKİYE’DE ÇOK PADİŞAH VAR

Peki ne zaman iktidarda olacak?
Ne zaman kurumlar haddini bilir, her kurum bulunduğu konuma razı olur, nöbetine, sırasına dönerse o zaman iktidar, milletin gerçek iktidarı olmuş olur. Bunu geçmişte her parti için gördük. Hükümete geliyorsun ama iktidar değilsin. İktidar bazen sivri güç, bazen medya, bazen sermaye, bazen de yargı oluyor. Önceden bir padişah vardı onunla uğraşıyorduk. Şimdi Türkiye’de çok padişah var. İşimiz zor. Hükümet, o padişahlardan başını kaldırıp, beklenen gerçek hizmetleri yapamıyor. Yani yiğidi öldür, hakkını ver. Sağlıkta, sanayide, ihracatta, fert başına milli gelirin artmasında, eğitimde ve tüm yolların inşasında büyük mesafeler kat etmiştir. Fakat Ak Parti hükümette değil de iktidarda olsaydı bu yaptıklarının daha fazlasını yapacağına inanıyorum. Çünkü Türkiye’ye sevdalı olduklarını çok iyi biliyorum. Kadrolarındaki bir kısım şahısların hatalarına ve yanlışlıklarına rağmen içlerinde kendilerini Halkına hizmet etmeye adamış kardeşlerimizin çoğunlukta olduğuna inanıyorum. Her iktidar döneminde bu tip menfaat ve çıkar çevrelerinin varlığı sosyal bir vakıadır. Ben bunlara paraşüt ekibi diyorum. Varlık anında gelirler, sıkıntı ve çile anlarında hemen uçar, kaçarlar. Bu fırsatçı kargalara karşı kurmaylara düşen görev; ceza ve mükâfat müessesini çalıştırıp bu paraşüt ekibinin iktidarın güzel ve hayırlı hizmetlerine gölge düşürecek oyunlarını engellemek ve beraber yürüyüp beraber ıslandığı kader arkadaşlarını unutmadan birlikte yola devam etmektir…

ERGENEKON ENGEREK YILANIDIR, KUYRUĞUNU TUTTUK ELİMİZDE KALDI

Sohbetlerinizde Ergenekon’un çok eskiye dayandığını söylüyorsunuz. Hatta Genç Osman’a kadar gidiyorsunuz. 1997’de hükümet olduğunuz dönemde ki iktidar partisi Ergenekonla neden  mücadeleye etmedi? Sizce Ak Parti Hükümeti nereden cesaret aldı?
Ergenekon bir engerek yılanıdır. Ben Ergenekon’a “Engerekon” diyorum. Tam bir yılan… Biz bu yılanın kuyruğunu tuttuk. Kuyruğu elimizde kaldı ve yılan daha da büyüdü. Susurluk’la yılanın kuyruğunu tuttuk ama belini tutamadık. Çünkü ortağımız ve kendi içimizdeki bazı milletvekillerinin maalesef karşı tarafa geçmesi ile bu mücadele o dönemde yarım kaldı. Biz belinden tutamadık ama 28 Şubat süreci ve sonrasıyla gelecek siyasiler için bir rahmet olmuştur, yol haritası olmuştur. 28 Şubat şer gözüküyor ama her şerde bir hayır vardır. Gelecek nesillerin siyasi yol haritasını 28 Şubat ile altın kapta sunduk. Bu yılanı tanıttık.

Yılanı neden belinden tutamadınız? Engelleriniz neydi?
Tek başına hükümette değilsiniz. Zaten iktidarda hiç değiliz. Bir de hükümet kısa dönem oldu. Bu yılanın kuyruğundan tuttuk, yılanı rahatsız edecek bazı eylemler yaptık. Mesela havuz sistemi ile bankaların ülkemizi sömürmesine mani olduk. Kumarhaneleri yasak ettik. Yılan iyice rahatsız oldu. Türkiye kumarhanenin merkeziydi. Kanunen yasak ettik. Bu yılanın ülkemizin milli servetlerini, halkımızın alın terini sömürmesine mani olacak adımlar attık. Fakat o zamanlar Refah Partisi tek başına hükümet olacak sayıda değildi. Maalesef ortağımız Engerekon yılanının belinden tutmamıza fırsat vermedi.

Vermedi mi, veremedi mi?
Veremedi. Çünkü onun da gücü yetmedi. İkiye bölündü. Transferler, mebus pazarlıkları oldu. Bu açıdan o gün Susurluk olayı Refah Yol’a Allah’ın en büyük ikramıydı. Önümüze bu dosyalar geldi. Dosyaları açmaya, içine girmeye cesaret edilemedi. Belki Susurluk dosyaları pazarlık konusu olsaydı 28 Şubat süreci o gün bile bertaraf edilebilirdi. Aslında Refah Yol Hükümeti’nin kuruluşuna baştan karşı çıkanlardan biriyim. Bize hazırlanan bu tuzağı o zaman görmüştük.

REFAH-YOL KOALİSYONU BİR TUZAKTI

Siz Refah-Yol koalisyonunu istemiyor muydunuz?
Tabi. O döneme ait basın arşivlerinde mevcuttur. 21 arkadaşımızla karşı çıktık.

Neden?
Necmettin Erbakan Hoca’ma ve bizlere yönelik kazılan bir kuyunun olduğunu o zaman söyledik. Refah-Yol Koalisyonu bir tuzaktı.

TANSU ÇİLLER’İN AKLANMASI İSTENDİ

Sayın Erbakan ile bunu paylaştınız mı?
Paylaştık. O zamanlar karşı çıktık. Bizden hükümet kurulmadan önce Tansu Çiller’in aklanması istendi. Hükümet olmadan önce yıkama yağlama. Ben ve 20 arkadaşımız Çiller’i aklama oylamasında oy vermedik, parti içinde isyancılar olarak ötekileştirildik. O güne kadar Refah Partisi halkın gözünde bembeyaz bir sayfa gibi berrak ve netti, dürüstlüğün simgesiydi. Altında benim de imzamın olduğu soruşturma önergesiyle Çiller’i yolsuzlukla itham edip Yüce Divan’a gitmesini istedik ancak ardından hükümet olmak için, yolsuzluk yaptığını iddia ettiğimiz karşı çıkmamıza rağmen Çiller’i akladılar. Çiller yolsuzluk yaptıysa neden aklayacaktık? Dürüst ise niçin yolsuzlukla itham ettik? İşte biz buna karşı çıktık. 

GİRMESEYDİK KAHVE İÇEREK İKTİDARA GELECEKTİK

Sizin karşı çıkmanıza Sayın Erbakan’nın tepkisi ne oldu?
Onların da kendilerine göre içtihatları, görüşleri vardı. “Refah Partisi’ni Türkiye’de hükümete getirmezler” görüşünü kırmayı düşündüler. Merhum Mehmet Altınsoy, Anavatan Partisi döneminde Ankara Büyükşehir Belediye başkanlığı yapmış. Daha önce de Demokrat Parti döneminde milletvekilliği yapmış ve tecrübeli bir ağabeyimiz o gün partimiz kurmaylarına “Bu bir oyundur, oyuna gelmeyelim” diye yalvarıyordu. Eğer biz o koalisyona girmeseydik kahve içerek iktidara gelecektik. O dönemin Türkiye’sinde Refah Partisi dışında iktidar alternatifi yoktu.

Neden?
ANAP ile DYP horoz gibi dövüşüyordu, koltuk kavgası dışında başka bir kinleri, düşmanlıkları, ayrıldıkları nokta yoktu. Türkiye siyaseti çıkmaza girmişti. Millet bunalmıştı. Biz Refah Yol Hükümeti’ni kurmasaydık erken seçim kaçınılmazdı. Bugün Ak Parti’nin elde ettiği başarı o gün elde edilecek ve Türkiye 28 Şubat döneminin ürünü olan 40 haramiler devrini yaşamayacaktı.
Böylece 20 banka batırılarak bilinçli ve kasıtlı bir şekilde  içi boşaltılıp 50 milyar dolar bu milletin sırtına yüklenmeyecekti. Halkın kendi paralarıyla kurduğu İmam Hatip Liselerinin önü kesilemeyecekti. Kur’an Kursları’nın kapılarına kilit vurulamayacaktı..Velhasıl; milletimiz ANAP, DSP ve MHP’nin oluşturduğu iktidarların maddi ve manevi zulüm sendromunu yaşamayacaktı. Bu gün elde etmek için uğraşılan hak ve hürriyetlerimize onbeş yıl önce kavuşmuş olacaktık.

Bu yaşanan olumsuzlukları daha sonra Sayın Erbakan ile konuştunuz mu? Kendisi haklı olduğunuzu söyledi mi?
Ondan sonra Hocamızla görüşme imkânımız olmadı. Çünkü parti kapatıldı. Hizmetlerimize Avrupa’da devam ettik. Keşke gelişen üzücü olaylar bizi haklı çıkarmasaydı.Ve o gün partimize karşı ortaya koyduğumuz muhalif görüşlerimizde biz yanılsaydık. Çiller aklanmasaydı hükümet kurulmayacaktı. Türkiye’mizi 28 Şubat’ın post modern bataklığına sürüklemek isteyenlerin oyununu bozmuş olacaktık. Türkiye’miz on beş yıl kaybetmeyecekti.

28 Şubat için kimileri askerin demokrasiye bir balans ayarı olduğunu söyledi. Kimileri askerin siyasete antidemokratik müdahalesi olarak yorumladı. 28 Şubat size göre nedir?
28 Şubat Türkiye’de, aristokrat takımının, ülkeyi sömüren sermaye çevrelerinin, gelişen milli sermayeye karşı yeniden cuntayı kullanma hareketidir. Milli medyaya, gelişen milli sermayeye, onların ifadesi ile ‘yeşil sermayeye’ müdahaledir. Yoksa demokrasiye balans ayarı falan hepsi hikâyedir. Bunların demokrasi, Cumhuriyet diye bir dertleri yok. Bunlar emekli olduğu zaman, isimlerini vermeyeceğim büyük holdinglerin yönetim kurullarında soluğu alıyorlar. O sermaye çevrelerinin inşa ettiği Fransa’nın Marsilya deniz sahillerinde hangi emekli general ve bürokratların villalarının olduğunu çok iyi biliyoruz.

28 ŞUBAT KESKİN VİRAJLARININ GÖRÜNMESİ AÇISINDAN HAYIRLI OLDU

28 Şubat’ın hayırlı olduğunu söylüyorsunuz. Yani Sayın Erbakan’ın önü kapatılarak, aslında Ak Parti’nin yani Tayyip Erdoğan’ın önü açıldı diyebilir miyiz?
Hayır, asla !

Peki neden?
Bugünkü iktidarı  zaten o gün öngörmek mümkün değildi. Öyle bir şeyi hayal etmek inancımız ve ahlakımıza sığmaz. “Hocamız yasaklansın meydan bize kalsın’’ düşüncesi aklımızın ucundan geçmez. 28 Şubat darbesi Türkiye’de siyaset yapacak insanlara mayın tarlalarını, siyasetin keskin virajlarını göstermesi açısından hayırlı olmuştur.‘’Bir musibet bin nasihatten evladır’’ derler. 28 Şubat bize,  Türkiye'de ihtilaller önlenmedikçe, kurumların halkın egemenliği üzerindeki tahakkümü ortadan kalkmadıkça, yüzde doksan oy alınsa bile halkın mutlak iktidarının gerçekleşemeyeceğini bir kez daha öğretti. 28 Şubat bir turnusol kağıdı olmuş, bir kısım cunta mensubu, siyasetçi, medya ve holdinglerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. O yüzden 28 Şubat çok hayırlı neticelere sebebiyet vermiştir diyorum.

PERŞEMBE:

- Şevket Kazan'ın kitabındaki iddialara ne dedi?
- Kendisini Refah Partisi'nin kapatılma sebebi olarak görüyor mu?
- Ona göre Refah Partisi'nin iktidara gelmesinde katkısı var mı?
- 28 Şubat'tan sonra ne yaptı?
- Niçin Avrupa'ya gitti?
- Aktif siyasete neden geri dönmedi?
- Şu anda tam olarak neyle meşgul?
- İddia edildiği gibi Atatürk düşmanı mı?

RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

KAYNAK : Haber 7

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR