Şiddetin izi silinir mi? Nasıl şiddetsiz yaşanır?
Doğuştan gelen şiddete yatkınlık ve şiddete özendirme nasıl engellenir? Şiddetin en düşük düzeye indirilmesi için ne yapılmalıdır?
ABONE OLUğur Canbolat'ın röportajı
Gün geçmiyor ki, şiddete dair haberler okumayalım, görüntü görmeyelim… Sarmal şeklinde hayatın her alanını kuşatan şiddetin insan üzerinde meydana getirdiği etkiler ne yazık ki yeteri kadar bilinmiyor.
Her yaştan insan hayatının belirli dönemlerinde neredeyse şiddetin her türü ile yüz yüze gelmektedir. Ev yaşamı, okul hayatı, sosyal ve iş dünyasında şiddetin pek çok görüntüsüne tanık olurken centilmenlik olarak bilinen sporda da sıkça görülebilmektedir. Sözel şiddetten başlayan şiddet, ihmal ve istismarla da desteklenerek fiziksel şiddettin ilerlemiş boyutlarına kadar varmaktadır.
Tüm gerçeklerden hareketle şiddeti, alanlarını insan ruhunda meydana getirdiği örselenmeyi ve bu konudaki pek çok gerçeği Üsküdar Üniversitesi Feneryolu NP Polikliniğinden Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Orhan Doğan ile değerlendirdik.
-Şiddet nedir, tanımlar mısınız?
Şiddet kavramı, bir kişi veya grubun bir başka kişi veya grup üzerinde egemenlik kurmak, isteklerini kabul ettirmek, gözdağı vermek, baskı oluşturmak gibi amaçlarla uygulanan her tür maddi, manevi, kaba, aşırı ve saldırgan davranışları gösterir.
-Tek bir türden söz edemeyiz herhalde değil mi?
Elbette… Şiddet deyince genel olarak fiziksel şiddet anlaşılsa da, şiddetin bunun yanı sıra sözel, duygusal, cinsel, ekonomik, siyasal türleri de vardır. Bu kavrama mobbing de, çocukluk çağındaki ihmal de girer.
-Şiddet bir yatkınlık ya da eğilim midir? Şiddete kişisel yatkınlıktan bahsedilebilir mi? Bu konudaki yaklaşımlar nelerdir?
Şiddetin kökenleri konusunda doğuştan gelen bir dürtü, yaşamı sürdürmeye yönelik bir davranış, öğrenilmiş bir davranış biçimi gibi yaklaşımların olduğu görülür. Tüm davranışlarımız beyinden köken alır. Beyindeki yapısal ve biyokimyasal özellikler/değişmeler şiddetin temelini hazırlar. Doğuştan gelme özelliği ile evet kişisel bir yatkınlıktan söz edilebilir.
-Hayatın birazda öğrenildiğini biliyoruz. Peki şiddetin öğrenilen yanı ne kadardır? Bireyin beslendiği kültürel yapı ne kadar şiddet duygusunu besler?
Şiddet toplumsal ilişkilerde ortaya çıktığı için, toplumbilimciler şiddetin toplumsal ortam ve kültürle ilişkisi üzerinde durur. Buna Ekolojik Kuram denir. Toplumsal ilişkilerin temelinde erken çocukluk yıllarından başlayarak öğrenme yattığı için şiddet davranışında da öğrenme önemlidir. Bu özellik önce büyükleri taklit ederek, sonra özdeşim örneği olan özel insan ve grupların etkisiyle ortaya çıkıp gelişir.
-O halde kültürel alt yapı önemli ve belirleyici…
-Evet. Kültürel değer yargıları şiddete bakışı ve toplumda ne kadar onaylanıp onaylanmadığını belirler. Bu açıdan yaşam biçimi ve yaşam olayları, insan ilişkileri, değer yargıları, inanışlar, gelenekler, atasözleri, deyimler şiddet duygusunun gerek gelişmesinde, gerekse sürdürülüp davranışa dönüşmesinde önemlidir. Feministler kadına yönelik şiddeti, erkek egemen toplumda erkeklerin kadınlara baskı aracı olarak görür. Şiddet her toplumda, her eğitim ve gelir düzeyinde vardır.
-Şiddette artma ya da eksilme söz konusu mudur? Kişide artan veya eksilen bir durum şeklinde görülür mü?
Şiddet duygusu ve davranışı görünüm olarak artabilir, azabilir. Gerçekte artan ve azalan durum, belli koşullarda ortaya konan davranışlardır. Belli koşullarda saldırganlık dürtüsünü denetleyemeyen kişide şiddet davranışını artmış olarak görürken, örneğin eğitimle bu denetimi yapabilen kişilerde azalmış olarak görebiliriz.
-Peki şiddeti körükleyen, ajite eden durumlardan bahsedebilir miyiz?
Elbette, şiddet şiddeti besler. Toplumsal değer yargıları ve yaşam biçimi şiddeti prestij sağlayan ve olumlu bir özellik olarak sunarsa, o gruptaki kişilerin şiddete başvurması "normal" olarak kabul edilir.
-Antisosyal kişilerdeki şiddet duygusu giderilebilir mi?
Eğitimle şiddet duygusu ve davranışının giderilmesinden çok, azaltılması daha olasıdır.
-Şiddetin aileye yansıyan biçiminde nelerle karşılaşıyorsunuz?
Aile içi şiddet daha çok erkeğin kadına yönelik şiddeti olarak algılanır. Buna uygun olarak Dünya Sağlık Örgütü aile içi şiddeti "kocanın veya (eski ve yeni) partnerin kadına uyguladığı şiddet" olarak tanımlamıştır. Oysa toplumuzda farklı görünümler olabilmektedir.
-Ne gibi?
Örneğin, bir çalışmaya göre aile içi şiddeti % 71 oranında kocalar, bir başka çalışmaya göre % 95 oranında kocalar uygulamaktadır. Geriye kalanlar kaynana, kayınpeder, kayınbirader, çocuklardır. Tanımda eksik kalan bir başka nokta, çocuğa yer verilmemiş olmasıdır. Oysa çocuklar aile içi şiddetin mağdurlarındandır. Şiddete tanık olmak da doğrudan şiddetle karşılaşmak kadar yıkıcı olabilmektedir.
- Paradoksal bir konuyu sormak istiyorum. Eğitim öğretim ile şiddet bir araya geldiğinde ortaya nasıl bir manzara çıkar?
Böyle bir "senaryo" çok tehlikelidir. Senaryo desek de, ülkemizde kısmen böyle kurumlar veya ilişkiler vardır. Eğitim-öğretimle şiddetin bir arada düşünülmesi bile korkunçtur. Bunda kültürel özellikler kadar, kişisel özellikler de rol oynayabilir. Bazı atasözleri veya deyimler de böyle bir senaryoya temel hazırlayabilir: "Dayak cennetten çıkmadır", "Eti senin, kemiği benim", "Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek" gibi. Böyle bir senaryo şimdi ve gelecek kuşaklar için "felaket" demektir.
-Şiddet unsurlarının çok kullanıldığı film ve dizilerin daha çok izlenmesini nasıl açıklıyorsunuz? Bunların etkilerini nasıl anlayabiliriz?
Doğuştan gelen saldırganlık dürtüsü varsa, bunun doyurulması gerekir. Şiddet uygulamadan doyurulması, ancak bu dürtünün (bilinçdışı olarak) yüceltilmesiyle olur. Sonuçta bu dürtüler toplumun kabul edip onayladığı, desteklediği ve üstüne para verdiği davranış biçimlerine dönüşerek doyurulur. Örneğin, patlayıcı uzmanı, boksör, Amerikan futbolu oyuncusu olmak.
-Dizi veya sinema filmlerini izlerken bir tavrımız oluyor. Kahramanlarımızın güçlü, kuvvetli, yenilmez olmasını istememizin altında şiddet eğilimi olabilir mi?
İnsanlar şiddet gibi bazı gereksinmelerini dolaylı olarak giderir. Güçlü ve güvenli olmak, toplumda saygın olmak gibi istekler doğaldır. Bu istekler gerçek yaşamda giderilemezse, bizim kahramanlarımız sanki bizim için bunu yapar. İnsanlar da kendilerini kahramanlarıyla özdeşleştirerek güçlüymüş ve kuvvetliymiş gibi hisseder. Bu biçimdeki bir ruhsal doyum herkes tarafından da kabul edilir.
-Siz hem Üsküdar Üniversitesi’nde hocasınız hem de Feneryolu Polikliniği’nde klinik yapıyorsunuz. Bu iki açıdan değerlendirmenizi rica edeceğim. Günümüzde daha çok hangi alanlarda şiddet eğiliminin tırmandığını görüyorsunuz?
Evet… Kliniğe dikkat çekmeniz önemli… Günümüzde şiddet her alanda giderek tırmanıyor: Günlük yaşamda, aile içinde, ekonomide, iş yaşamında, siyasette, ülkeler arasında… Burada savaşları düşünebiliriz... Klinik başvurular, şiddete bağlı olarak yaşanan psikiyatrik şikayetleri ortaya koyuyor. Şiddetin her türü insan ruhunu örseliyor ve onda travma etkisi yapıyor. Bu ise hayat kalitesini bozuyor.
-Spor bir centilmenlik iken zaman zaman bu alanda da şiddete tanık oluyoruz. Siz sporla ilgilisiniz. Spor bir centilmenlik iken şiddetle nasıl oluyor da şiddetle bir araya gelebilmektedir?
Spor sözcüğü disport sözcüğünden köken alır. Eğlence, işten uzak durma anlamları taşır. Seyircilerde şiddet davranışı daha çok kitle psikolojisi/kültürü ile açıklanmaktadır. İnsanlar kalabalık içinde daha kolay etkilenip yönlendirilebilir. Sporda şiddeti kişilik özellikleri, madde kullanma, kültürel özellikler, gelir düzeyi, sporu ve yarışmayı algılama biçimi, grup baskısı, ortamın özellikleri, spor dalı, yarışma sırasında sporcuların saldırgan davranışları etkileyebilir. Dürtü kontrolünü denetlemede güçlük çekenler sporda şiddetin potansiyel kaynaklarıdır. Kalabalık içinde diğer ortamlarda boşaltamadıkları enerjilerini boşaltabilir, saldırganlık dürtülerini giderebilir.
-Trafikteki müsamahasızlığı ve en ufak tartışmaların hemen şiddete dönüşüvermesini toplumsal şiddetin bir göstergesi sayabilir miyiz?
Evet, toplum içindeki ve toplumsal ortamlardaki şiddeti bu grupta görebiliriz.
-“Dayak cennetten çıkmıştır” kavramı sizce nereye oturtulabilir?
Yanlış bir değer yargısı olduğunu söyleyebiliriz.
-“Yılanın başını küçükken ezeceksin” sözünde de şiddete özendirme yok mudur?
Bu sözde de şiddet, başkasına ve başka görüşlere tahammül edememe vardır; şiddet uygulamak meşrulaştırılmaktadır.
-Sözel şiddet konusunda düşünceniz nedir? Mobbingte bir nevi şiddet değil midir?
Birçok çalışmada sözel şiddet en yaygın şiddet türü olarak bulunmuştur. Söz hakkı tanımamaktan, aşağılamaya ve hakarete kadar tüm olumsuz sözel anlatımlar bu gruba girer. Mobbing de iş yerindeki şiddettir.
-Toplumumuzda yaşanan en yaygın şiddet türleri nelerdir?
Toplumumuzda Aile Araştırma Kurumu, KAMAR, PİAR tarafından yapılan araştırmalarda, Sivas ve Denizli'de en yaygın şiddet türünün fiziksel şiddet olduğu bulunmuştur. Bir psikiyatri polikliniğine başvuran evli kadınlarda ise, en yaygın şiddet türünün fiziksel şiddet olduğu, sözel şiddetin beşinci sırada yer aldığı bulunmuştur.
-Göç olgusu ve şiddet dendiğinden neler söylemek istersiniz?
Göç olgusu uyum sorunu yaşanmasına neden olur. Kültürel farklılıklar, farklı gruplaşmalar, farklı yaşam biçimleri, gelir düzeyleri arasındaki aşırı farklar şiddeti artırabilir.
-Şiddete maruz kalan kişilerin ruh halleri nedir? Şiddetin insan ruhunda bıraktığı izinden bahseder misiniz?
Şiddet davranışı insan onurunu zedeleyen bir davranıştır ve insanlık suçu olarak kabul edilir. Şiddete uğrayan kişiler kendileri değersiz, işe yaramaz, haksızlığa uğramış, gururları incinmiş, öfkeli veya sıkıntılı olarak hissedebilir. Yaşanan olayın etkisi (miktarı değişebilmekle birlikte) yaşam boyu sürer. Bu açıdan, şiddetin yalnız iz bırakmasından değil, "geçmeyen iz" bırakmasından söz edebiliriz.
Toplumuzda ilginç bulgulara da rastlıyoruz. Toplum temelli bir araştırmada, kadınların yaklaşık 2/3'ü erkekler tarafından uygulanan şiddeti doğal karşıladığını, şiddet uygulanan kadınların %35'i de kendilerine şiddet uygulanmasını hak ettiklerini belirtmiştir. Şiddete uğrayan bazı kadınlar "çaresizlik", bazıları "şiddetin sürekli olmadığı", bazıları da "kocamdır, sever de, döver de" duygu ve düşüncelerini belirtmektedir.
-Çocukluğunda şiddete maruz kalan ya da bu ortamlarda büyüyen kişileri ne gibi riskler beklemektedir?
Çocukluğunda herhangi bir tür şiddet uygulanan veya şiddet ortamında büyüyen kişilerde, erişkin yaşamlarında psikiyatrik bozukluklar daha yüksek oranda görülmekte, kişilik gelişmeleri zarar görmekte, insan ilişkileri bozulmakta, güvenli bir bağlanma geliştirememekte, genel olarak mutsuz insanlar olmaktadır.
-Şiddet uygulayan kişinin ruh hali nedir? Burada nasıl bir tablo vardır?
Şiddet uygulayan kişi genellikle haklı olduğuna, şiddet uygulamak için bir gerekçesi olduğuna inanır; üstelik karşısındaki bunu hak etmiştir. O sırada karşısındakinin ruhsal durumunu düşünmez. Gözü hiçbir şeyi görmez. Bu tür kişiler genellikle bir kişilik patolojisi olan, dürtülerini frenleyemeyen, fevri, aralıklı ani patlama gösteren kişilerdir.
-Şiddetten arındırılmış bireylerin oluşturduğu bir huzur toplumu için öncelikle nelerin yapılmasını kaçınılmaz görürsünüz?
Böyle bir huzur toplumu kulağa hoş gelmekle birlikte, bunun bir ütopya olduğu söylenebilir. Şiddetin olası en düşük düzeye indirilmesi daha gerçekçi bir hedeftir. Bu hedefe ulaşmak için:
* Önce eğitimin düzenlenmesi, özellikle kadınların eğitilmesi önemlidir (Burada kastedilen öğretim değil, bir davranış değişikliği yaratmaya yönelik olan eğitimdir). Hem erkek egemen bir toplumda yaşamamız, hem bu erkekleri kadınların (annelerin) yetiştirmesi, hem de en çok şiddete uğrayanların kadınlar olması karmaşık bir durum yaratmaktadır. Şiddet uygulayanlar adli-tıbbi-toplumsal yönlerden mercek altına alınmalıdır.
* İnsanlar arasında sevgi ve saygıya dayalı iletişime önem verilmesi,
* Hedef için öğretim kurumlarında şiddetin olmaması, eğitimde insan haklarına ve yaşama hakkının en temel insan hakkı olduğuna ağırlık verilmesi,
* Eskiden olan "Vatandaşlık Bilgisi" dersi gibi, "İnsan ve Toplum İlişkileri" dersinin uygulamalı olarak programa konup uygulanması,
* Eğitimin ardından bireysel ve toplumsal her tür şiddet davranışına hiç tolerans gösterilmemesi, toplumun uygun göreceği en üst düzeyde ceza verilmesi,
* Sorularda olmayan, fakat toplumsal kültürde ve davranış biçimlerinde en önemli etkenlerden biri olan yazılı ve görsel basının rolleri, etkileri ve işleyişlerinin gözden geçirilmesi, "çeki düzen" verilmesi sayılabilir.
(Haber 7)