Atatürk Einstein'i Türkiye'ye çağırdı
Gazi M. Kemal Atatürk'ün, Pastör'ü Türkiye'ye getiren 2. Abdulhamid'e benzer, dünya çapında bilimsel bir hamle yapmak için Einstein'i Türkiye'ye davet ettiği ortaya çıktı.
ABONE OLBugün Cumhuriyet'in Bilim Teknik ekinde yayınlanan Osman Bahadır imzalı bir haber Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Meraşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Einstein'i Türkiye'ye davet ettiğini ortaya çıkarttı. Einstein'in Atatürk'ün teklifini kendisiyle görüşen türk bilim Adamlarından Prof. Dr. Münir Ülgür'e söylediği belirtildi.
Dergi'de yer alan habere göre, Einstein, 1949 yılında kendisiyle görüşen Prof. Dr. Münir Ülgür'e, 1933 üniversite reformu sırasında Atatürk'ün, kendisinin de Türkiye'ye gelmesini istediğini söylemiş ve 'Siz biliyor musunuz, dünyanın en büyük liderine sahipsiniz' dedi. 1933 Üniversite Reformu sırasında Atatürk'ün, kendisinin de Türkiye'ye gelmesini istediğini söyledi ve 'Arkadaşlarım hep oradaydı ama burada imkânlar çok fazla olduğu için burayı tercih ettim' şeklinde konuştu.
İşte dergide yer alan haberin metni:
Prof. Dr. Münir Ülgür'ün, Prof. Dr. Kerim Erim ve Dr. Adıvar'dan sonra, Einstein ile görüşme yapmış olan üçüncü bilim insanımız olduğu ortaya çıktı.
İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Münir Ülgür ile 9 Ekim 2006 günü Fenerbahçe'deki evinde EMO (Elektrik Mühendisleri Odası)'dan Muhittin Karahan ile birlikte bir görüşme yaptık.
Bu görüşmenin konusu, Sayın Ülgür'ün bilimsel ve mesleki yaşam öyküsünü kendisinden dinlemek ve bazı bilimsel ve tarihsel konularda görüşlerini almaktı. Prof. Dr. Ülgür'ün bu görüşmemiz sırasında söylediklerinin tümü, EMO İstanbul Şubesi'nin yayınları arasında çıkacak. Bu görüşmemizde üzerinde konuşulan konuların en ilginçlerinden biri, Sayın Ülgür'ün Einstein ile yaptığı görüşmeydi. Böylece Prof. Dr. Münir Ülgür'ün, Prof. Dr. Kerim Erim ve Dr. Adnan Adıvar 'dan sonra, Einstein ile görüşme yapmış olan üçüncü bilim insanımız olduğu ortaya çıkıyordu. Prof. Dr. Münir Ülgür, Einstein ile yaptığı görüşme konusunda şunları söyledi:
YIL 1948
'İTÜ tarafından General Electric'te eğitim çalışması yapmak üzere 1948'de ABD'ye gönderildim. Beni General Electric seçti. Çok zor bir kabuldü. Seçim için ABD'den bir profesör gelmiş, beni imtihan ederek ve sonra da benimle bir mülakat yaparak karar vermişti.
'ABD'de 2.5 sene kaldım. Philadelphia'da çalışıyordum ve Einstein'ın da Princeton Üniversitesi'nde olduğunu biliyordum. Einstein ile görüşmeyi istiyordum ama bunun gerçekleşebileceğine de çok ihtimal veremiyordum.
'1949 yılında bir gün üniversitedeki sekreterine telefon ettim ve görüşme isteğimi bildirdim. Hiç beklemediğim bir şekilde hemen cevap geldi ve Einstein'ın beni beklediği bildirildi.
'Eşim ve o zaman 2.5-3 yaşında olan kızımla birlikte Einstein'ın üniversitedeki ofisine gittik. Bizi çok sıcak bir şekilde karşıladı ve bizimle yakından ilgilendi. Küçük kızımı dizine oturttu ve ona piyano çaldı. Onu fevkalade mütevazı bir insan olarak gördük.
'Bizi hemen kabul etmesinin nedeni, benim Atatürk'ün bir evladı olmamdı. Konuşmalarımız sırasında Atatürk'ü kastederek 'Siz biliyor musunuz, dünyanın en büyük liderine sahipsiniz' dedi. 1933 Üniversite Reformu sırasında Atatürk'ün, kendisinin de Türkiye'ye gelmesini istediğini söyledi ve 'Arkadaşlarım hep oradaydı ama burada imkânlar çok fazla olduğu için burayı tercih ettim' dedi.
İzafiyet teorisi üzerine konuşurken bize bir bilim adamının adını vererek, 'Planetaryum'da şu gün şu saatte onun izafiyet teorisi üzerine konuşması olacak. O benden daha önemli bir iş yapmıştır, bu teoriyi çok anlaşılır şekle sokmuştur' dedi ve 'size iki bilet veriyorum' diyerek, o toplantının giriş davetiyelerini sundu.
Bizi de sorduğu ve memleketimize iyi şeyler götürmemizi tavsiye ettiği bu görüşmeden yaklaşık yarım saatin sonunda ayrıldık.'
***
Prof. Dr. Münir Ülgür kimdir?
24 Aralık 1917'de doğdu. İstanbul Erkek Lisesi'nin fen bölümünden birincilikle mezun oldu. Parasız yatılı sınavını kazanarak Yüksek Mühendis Mektebi (bugünkü İTÜ)'nin Elektrik Bölümü'ne girdi. 1941'de bu bölümden mezun oldu. Elektrik Fakültesi'nin kurucusu Prof. Dr. Burhaneddin Sezerar'ın asistanı oldu.
1946 yılında doçent oldu. 1948'de General Electric'te eğitim çalışması (training) yapmak üzere İTÜ tarafından ABD'ye gönderildi. 2.5 yıl ABD'de kaldı. Yurda dönüşünden sonra 1951'de profesör oldu ve 1952 yılında da İTÜ Elektrik Fakültesi dekanlığına seçildi. 1985 yılında emekli oldu.
Münir Ülgür, ülkemizde ve İTÜ Elektrik Fakültesi'nde otomatik kontrol disiplinini yaratmış ve bu disiplinin kürsüsünü kurmuş ve yıllarca bu konuda eğitim vermiş ve laboratuvar çalışmalarını yönetmiştir. Ayrıca otomatik kontrol laboratuvarlarını fakültede kuran da odur. Onun açtığı servomekanizm dersi, MIT ve Stanford Üniversitesi'nden sonra dünyada üçüncü olarak açılmıştır.
Bu anlamda elektrik teorisi ve endüstrisinin daha sonraki yıllardaki gelişimine en büyük etkide bulunmuş bilim insanlarımızdan biridir. O ayrıca Elektrik Fakültesi dekanlığı döneminde fakültenin bir bölümü olarak ülkemizin ilk meteoroloji mühendisliği bölümünü kurmuştur.
***
Kerim Erim: Einstein ile Bir Saat
Einstein ile ilk görüşen Türk bilim insanı Prof. Dr. Kerim Erim, Mühendis Mektebi Mecmuası'nda (Sayı 42, Kasım 1930, İstanbul) bu görüşmesini yayımladı. Osman Bahadır'ın yeni çıkan Kerim Erim kitabından aldığımız bu görüşmenin biraz Türkçeleştirilmiş özetini aşağıda sunuyoruz.
Stokholm'deki beynenmilel Mihanik (Mekanik) kongresinden dönerken Berlin'de Profesör Einstein'i ziyaret arzusunda idim. Bu maksat için Stokholm'deki kongreye katılan, tensor hesabatının kurucusu Profesör Levi Civita'dan bir mektup almıştım.
Öteden beri gayet basit, çekingen bir hayat yaşadığını da biliyordum. Binaenaleyh kendisini bulmak çok güçtü. Berlin büyük elçimiz Kemalettin Sami Paşa hazretleri büyük bir lütuf yaparak buluşmanın gerçekleşmesine yardımcı oldu. Berlin'e hemen yüz kilometre mesafede küçük bir köyün kenarında, orman yakınında bulunan villasında ne telefonu var ve ne de orada olduğundan kimsenin malumatı var...
Evvela Madam Einstein bizi çektiğimiz müşkülatı bilen bir tavır ile karşıladı. Hemen hizmetçi kız ile Profesör Einstein'e haber yolladı. Geçen sene bir telefonu olan villada oturduklarını, her gün her taraftan gelen telefonla fevkalade işgal edildiklerini, bu sene bu villada gayet sakin ve asude yaşayabilmeleri için katiyyen telefon almadıklarını ve hatta izlerini bile gizlemeye çalıştıklarını söyledi... Nihayet Profesör (Einstein) Aynştayn geldi. Evvela hangi lisanla konuşabileceğimizi sordu, Almanca olmasına memnun oldu. Kemalettin Sami Paşa profesörün davetine çok teşekkür etti.
ARTİST VE SANATKÂR ETKİSİ
Profesör Aynştayn resimlerinde görülen şekilde ve belki de daha yumuşak bir tesir yapıyor. Kendisi daha fazla bir artist, bir sanatkâr tesirini veriyor. Keten bir pantolon ve üzerine bir yün fanila giymişti. Ayağında çorapsız bir sandal vardı. Böylece villasında büyük bir samimiyet ve sadelik ile bizi kabul ediyordu.
Mühendis Mektebi'nde verilen dersin seviyesini anlatmak için, kendi esas eserinden başka, Weyl, Eddington, V. Laue, J. Becquerel...ve sairenin eserlerinin mehaz (kaynak) kabul edildiğini söyledim. Bunlar meyanında Eddington'un 'Gravitation and Time, Space' namındaki kitabının sırf izahtan ibaret olduğunu ve fakat 'The Mathematical Theory of Relativity' namında olan kitabının çok iyi olduğunu söyledi. Filhakika bunun Almanca tercümesinin sonunda Hamilton prensibinin tatbikatına dair Einstein'in bir yazısı vardır.. Fransızca kitaplardan J. Becquerel'in kitabının iyi ve basit bulunduğunu söyledim. 'Evet' dedi, 'Fakat bu kitabın mühim bir kısmı gayet ince bir zekâya malik olan meşhur fizikçi Langevin'e aittir.
Konuşmamız, bundan sonra, fizik âleminin en mühim meselesi olan illiyet-causalite prensibi üzerine avdet etti. Buna dair fikrini sordum.
'Malûm olduğu üzere yeni atom nazariyesinde şimdiye kadar ilmin temel taşı olan illiyet (causalite) prensibi sarsılmış bulunuyor. Bilhassa yeni dalga mekaniğinin kurucularından E. Schrödinger fizik kanunlarının istatistiki mahiyette bulunduğunu ve kanun dahilinde cereyanını tasavvur ettiğimiz hadiselerin sırf tesadüfi mahiyette olduğunu iddia ediyor. İlliyet prensibinden, her hadisenin hiç olmazsa fiziki hadiselerin bir sebebi bulunduğunu ve aynı koşullarda aynı sebeplerin, daima aynı neticeyi doğurmasını anlıyoruz.'
...Mülakatımız bu esnada iken Madam Aynştayn bizi çaya davet etti... Her zaman neşeli ve dudağından tebessümü zail olmayan bu büyük âlim hayata, cemiyete ait her mesele ile canlı şekilde alakadar bulunuyordu. Daima nükteli tarzda fakat açık bir ifade ile tartışmalara iştirak ediyordu.
İSTANBUL'A BUYURUN!
Dünyanın birçok yerlerini gezdiğini anlatırken en ziyade kendisine tesir edenin çölün güzelliği ve çöldeki gurubun azameti olduğunu söyledi. Maalesef gerek İstanbul'u ve gerekse Avrupa medeniyetinin beşiği olan Yunanistan'ı görmediğini ilave etti. Sefir Paşa hazretleri, profesörün İstanbul'a seyahatini tertip ve hazırlamaya delalet edeceğini büyük bir samimiyetle teklif etti.
Her şeyi müsbet şekilde görmeye alışmış olan Paşa ileri giderek zamanın tayini meselesine geçti. Einstein atılarak teşekkür ettikten sonra 'Biz şarklıyız, acele etmeyelim' dedi... Şuna dikkat ettim ki, Einstein bütün meselelerle canlı şekilde alakadar olmasına rağmen, daima yarı bir rüya halinde yaşayan, sanki yüksek ilahi bir muhitten inmiş bir mahluk hissini insanda uyandırıyordu. Böyle olmasına rağmen, sözü, hareketi, giyinişi hülasa bütün hayatı sade ve yakın olduğu gibi muamelesinde de çok mültefit, suni tevazudan, azametten, yapmacıklıktan ari olduğu bariz şekilde gözüküyordu. Bu da dehanın samimiyet, yakınlık ve sıcaklığını gösteren canlı, güzel ve teselli veren bir misaldi...
'YAPTIKLARIM KAĞIT SEPETİNE!'
Elektriğin mahiyetini araştırdığını söyledi. Mesela bir gün sonuçlara varır gibi olduğunu, fakat ertesi sabah diferansiyel denklemlerin çözümlerinin istenilene yeterli gelmediğini gördüğünü söyledi...
Böylece muhaveremiz devam ediyor ve saat yediye doğru ilerliyordu. Misafirperverliklerini kötüye kullanmamak üzere Kemalettin Sami Paşa müsaade talep etti... Gardroptan şapkayı almakta biraz gecikmiştim. Sefir Paşa, Profesör Einstein, Madam Einstein, refikam tarasada konuşuyorlardı... Profesör Einstein şu sözleri söylerken sohbete yetiştim: 'Yaptıklarım kağıda geçiyor ve oradan da kâğıt sepetine gitmekten başka bir şeye yaramıyor.' Madam Einstein, herkesin buna inanmadığını derhal ilave etti. Ben de herhalde beşeriyetin kendisine hizmeti dolayısıyla medyun (borçlu) olduğunu ve kendisinden daha çok şeyler beklediğini söyledim. Böylece bu büyük adamdan ve onun sakit (sessiz) yuvasından ayrıldık. Üzerimizde, bu büyük adam pek mütevazı ve samimi olmasına rağmen fevkalbeşer (insanüstü) bir tesir bırakmıştı. Kendimizi, onun yanında sanki arzdan ayrılmış başka seyyareye gitmiş ve oradan soyut olarak kainatı tetkik ediyor sanıyorduk.
***
Adnan Adıvar - Einstein Görüşmesi
A. Adıvar, matematikçi Kerim Erim'den (1894-1952) sonra Albert Einstein (1879-1955) ile görüşen ikinci Türk bilim adamıdır. 1946 yılında Princeton'da gerçekleşen bu görüşmeden sonra Adıvar izlenimlerini 'Dur Düşün' kitabında Bir Adam Gördüm başlığıyla yayınladı (Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul 1950).. Bu metnin tamamını 980. sayımızda yayımlamıştık. Şimdi, Adıvar'ın yazının bir özetini sunuyoruz.
Princeton'un çok sakin bir caddesindeki beyaz boyalı, ahşap, bizim köşk dediğimiz tarzda bahçeli evler arasından gidiyorduk. Memleketimizin ve benim çok eski dostumuz merhum Dr. Gaites'in gelini bu evlerden birini işaret etti: 'İşte Einstein burada oturur, yanındaki de bizim ev' deyince sevinçle sordum: 'Onunla görüşüyor musunuz? 'Evet, iyi bir komşudur' dedi.... Nihayet bir gün bana telefon ettiler: Einstein, sizi bugün çay vakti bekliyecek!...
...Mrs Gaites, beni kapıya kadar götürdü ve 'kapıyı açacak olan Einstein'ın hemşiresidir haberiniz olsun' dedikten sonra açık kapının önünde duran kadına 'İşte Doktor Adnan' dedi ve beni bıraktı.
Biraz sonra uzun beyaz saçlı bir büyük kafanın karşısında idim. Bir müddet birbirimize bakıştık; bu sırada dikkat ettim ki onun ayakları çıplaktır. Bana, kendisini hangi sıfatımla ziyaret ettiğimi sordu. 'Sadece bir ilim talibi gibi' dedim. Onun, büyük fizikçi Philipp Frank 'ın yazdığı ilmi biyografisini okuduğumu söyledim. Gülerek, o eserden memnun olduğunu söyledi.
İlk olarak izafiyet nazariyesinin avamileştirmeye asla gelmeyen bir nazariye olduğuna inandığımı sıkılarak söyledim. Beni bu vadide konuşmağa teşvik edecek sözlerle taltif edince sıkılganlığım geçti. Yabancı aksanla ve fakat en doğru kelimeleri kullanarak ingilizce söylüyordu. Belki kendi diliyle konuşmağı tercih eder diye kendisinin de talebelik ettiği Zurich'te bir müddet çalıştığımı ve o zamanın meşhur talebe pansiyonu olan Phoenix'de kaldığımı söyledim. Gözleri parladı. Phoenix, Phoenix, dedi. Sonra Berlin'de hocam Kraus'un tıbdan felsefeye geçtiğini, benim de onun gibi tıbdan ilim tarihine geçmeğe çalıştığımı söyledim. Kraus'u çok değerli ve hür düşünen bir kafa olarak tanıyordu. Son zamanlarda kendisile çok temas ettiğini söyledi. Fakat yine İngilizce olarak:
'Haklısınız, bu yeni nazariyelerin (benim nazariyem demedi) anlaşılması güç olduğu gibi avamileştirilmesi de güçtür. Onları anlamak için evvelkileri iyice hazmettikten sonra daha yenilerine karşı bir açlık duymuş olmak lazımdır' dedi.
GEVREK KAHKAHASI
Bu sözleri söylerken yüzüme en tatlı bir bakışla bakan gözlere baktım. Karşısındaki insanın ta yüreğine işliyen ve baktıkça insanı alan bu gözleri, ben bir kere daha görmüşüm gibi geldi. Sonra buldum ki, o defa gördüğüm gözler bir sanatkarın gözleri idi; bunlar da bir âlimin gözleri. Acaba ilim ve sanat ruh âleminde birbirile birleşiyor ve o alemin pencerelerinden gelen aydınlığın şuaları hep aynı kudreti mi taşıyordu?
Nazariyesinin felsefesini yapan bir Alman filozofunun kitabı hakkında, müsaadesini dileyerek, fikrimi söyledim.
'Kendinizi üzmeyiniz, o izafiyet nazariyesini Kant'a bağlamaktan başka bir şey yapmış değildir,' diye cevap verdi. O, benim anlatmak istediğimi bir cümle ile ne güzel ifade etmişti.
Musevi dini ile ilim arasındaki anlaşmazlık hakkında vaktiyle kendi söylemiş olduğu biraz karanlıkça bir cümlenin izahını rica ettim. Beni cidden büyük bir alime yakışacak vuzuhla tashih ve tenvir etti (aydınlattı)...
Tekaüt olarak çekildiği Institü'ye yine her gün muntazaman devam ettiğini işitmiştim. Kendi sözlerinden anladım ki mekanik, elektro-mağnetik bütün fiziki hadiseleri bir tek saha kanunu içine sokacak ve bütün nazariyeleri birleştirecek olan 'Birleşik saha' nazariyesi üzerinde hala çalışmaktadır.... Çıkarken Einstein ikimizin de hâl ve şanına bakarak 'Allahaısmarladık, ya bu, yahut öteki dünyada tekrar görüşürüz' dedi. Onun elini öpmek için garpta da bizde de olduğu gibi erkeklerin elini öpmek adeti olmasını ne kadar isterdim.'