Abdulhamit Güler
Abdulhamit Güler
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Hiçliğe tapanın Melankoli'si ve ölüm-hayat denklemi

GİRİŞ 15.01.2012 GÜNCELLEME 15.01.2012 YAZARLAR

Melancholia, dünyanın sonunda başlıyor. Filmin konusunun ne olduğunu söyleyebilirim ama nasıl ve niye yaptığımı söyleyemem. Böylece oturup filme kadar komplo teorileri kuracaksınız. Bir planım var ve bu planı asla anlamayacaksınız. Bir düğün ve melankoli var. İki kız kardeş (Kirsten Dunst ve Charlotte Gainsbourg) hakkında psikolojik bir felaket filmi. Melankolik kardeş, kaya gibi sakin, karanlık dünyasına baktığınızda kaderi bekler gibi davranıyor. Diğer kız kardeş ise giderek panik yapıyor."

Danirmarkalı yönetmen Lars Von Trier, filmi için bu cümleleri kurmuş. Dünya sinemasının en önemli isimlerinden olduğuna şahitlik edebileceğim Trier, Melancholia (Melankoli) konusunda ya zihnindekini hayata geçirememiş ya da dile getirdikleriyle ortaya koydukları arasındaki farkı anlayamayacak derecede bir aşkınlık halinde veya aşkınlığın ötesinde yegane bir manzaradan 'kendisini hiçbir şekilde anlayamayacak zavallı insanlar' topluluğunu fildişi kulesinden seyreyliyor.

Evet, Trier'in tam olarak ne anlattığını 'teorize' edemeyiz. Fakat bu Trier'e özel bir durum değil. 'Sanat sineması' dediğimiz alana giren her eserde farklı yorumlar dillendirilir. Hatta yönetmen, perdeye yansıttığı şeyin neyin izahı olduğunu bazen bu yorumlardan 'öğrenir'. Trier'in böylesi bir tevazu sergilemesini elbette beklemem. Zira kendisi gerçek manada 'aşkın yönetmen' kategorisindedir. Ancak deha sınırını zorlayan Trier'i anlayabilecek çokça insan 'vardır'. Kaldı ki bırakın da izleyici 'alabildiğini' alsın. Yorumcu da 'birikimi' doğrultusunda filmi okusun.

Ve bu noktada dönelim filme...

 Filmlerinde sıkça kıyamet, ölüm, inanç (tersten) kavramlarını işleyen ve sapasağlam içine battığı 'hiçlik çukuru'nda sinema adına topraktan harikalar oluşturan Trier, 2009'daki Deccal'in (Antichrist) aynısı (teknik olarak) bir girişle filmine başlıyor. Ağır çekim sabit çerçeveler klasik müzik eşliğinde tam yedi dakika içinize işliyor. Başlı başına bu bölüm bile sayfalarca izahata yol açar. Bu müthiş girişten sonra film başlıyor ve hemen her Trier filminde olduğu gibi 'elde kamera' çekimlere 'mahkum oluyorsunuz'.

Tamam, 'Dogma 95'* akımının en önemli ismi belki de Trier. Lakin Melankoli'nin bu haline bir türlü uyum sağlayamıyorsunuz. Ne var ki Trier izlemek için bu riske girmek zorundasınız ve genelde değer.

Deccal'in sonrasında ortaya konacak 'iş', bir ustalık dönemi eseri olmalıydı. Melankoli ise geri adımdan başka bir şey değil. Genel olarak kıymetli bir eser olsa da Trier bağlamında Deccal sonrasına layık film olduğunu söyleyemeyiz.

 'Uzun bir limuzinle sapa yola girmek', orman içindeki bu yollarda ilerleyememek tam da modern zaman insanının 'doğası'na yabancılaşmasının sahnesi. İnsanlığın yaşadığı bunalıma işaret eden Trier, bedenimize büyük gelen elbise, 'doğaya mahkum ama doğaya aykırı' halimize dikkat çekiyor.

Cinsellik, Trier'in bir gerçeği. Filmi izleme ihtimali olanlar için bunu özellikle belirtmek isterim. Zaten bu yanı olmasa belki de 'dogma bir tarkovsky' olurdu, Trier.

Bir yerinden sonra film, 'klasik burjuva eleştiri' tuzağına düşecek gibi olsa da kıvrak bir hamleyle tehlikeden uzaklaşıyor. Hiç de Trier tarzına yakışmayacak 'sloganvari' ifadeler duymak rahatsız ediyor. "Dünya kötü, dünya için üzülmemeliyiz" veya "Sadece dünyada hayat var ve hayat çok uzun değil" cümleler filmin en suskun karakterinin dilinden işitilince bütün büyü dağılıyor. 'Hiçliği' bir slogan gibi kullanan Trier, içinde yüzdüğü 'bataklığın etkisi' ile filmlerinde de çaresizliğini ortaya koyuyor. Katıksız bir 'hiççi' olarak maksadı doğrultusunda harika işler başaran Danimarkalı, 'hasta' olarak nitelendirilen karakterlerden bir üzerinden 'kim hasta' sorusunu dillendiriyor. E tabi ki biz de düşünmeden edemiyoruz; "ölümden korkan mı, hayattan korkan mı"...

Açıkçası filmin gidişi de bitişi de beklentiyi karşılamıyor.

Trier'i her izlediğimde aklıma gelen bir şey vardır; "Bu manyak adam biraz inançlı olsaydı nasıl işler yapardı acaba?"

 İnançlı olsaydı bu kadar 'rahatsız' olmaz ve delilik edecek cüreti de bulamazdı belki. Mahiyet açısından böyle olsa da sinemasal manada ustalık açısından 'Triervari işlemecilik' özlemindeyim.

Trier sinemasını ele aldığınız takdirde ölüm ve inanç üzerine sayfalarca neşretmeniz gerek. Buradaki alana sığdırabileceğim ölçüde söylemek gerekir ki, biz ölüme karşı soğukkanlılığımızı hayata bağlılığımıza değil, inancımıza borçluyuz. Biz hayatı ölüm için sevenlerdeniz. Melankoli'nin nihayetindeki gibi yanıverecekse de hayatımız ve aslında ölüme uzaklığımız; biz, ölüme yakın olduğumuz kadar hayata yakınız...  

*

"Dogma 95" 1995'te Danimarkalı yönetmenler Lars von Trier, Thomas Vinterberg, Kristian Levring, ve Søren Kragh-Jacobsen tarafından başlatırmış avangart film yapım akımıdır. Stüdyo dışında çekim yapmak, doğal ışık kullanmak, doğal mekanlar kullanmak, sesi görüntülerden ayırmadan üretmek, elde kamera kullanmak, optik atraksiyon ve filtre kullanmamak ve kesinlikle 35 mm formatında kayıt yapmak akımın 'ant içtiği' kurallarının başlıcalarıdır.

Sinema tarihinin ilk manifestosu olan Rus yönetmen Dziga Vertov'un 'Sinegöz'ünü çağrıştırıyor. Zira Vertov da Hollywood'un 'yapmacıklığına' ve seyirciye saygısızlık olan 'dekor' ve senaryo'ya karşı çıkmıştı. Her iki akım da sinema tarihine, tarihe sığamayacak derecede gelişim katmıştır.

YORUMLAR 2
  • mete bilge 13 yıl önce Şikayet Et
    SAYIN YAZARIN SAKALI TAKMA MI?. eski yeşilçam filmlerindeki cüneytin sahte sakalına benziyor yazarın sakalı. Gerçekten sakal takma mı?
    Cevapla
  • Nasuh BİLEN 13 yıl önce Şikayet Et
    Yazının başlığından anladığım. Hiçlikle ölümü sıfırlayanlar hayatın denklemlerinin sıfırcısıdırlar.
    Cevapla