Konuşamayan insanı konuşan film
'Kevin Hakkında Konuşmalıyız', çocuğun doğarken 'kana bulanmış olması' gibi kırmızılar içinde bir sahne ile açılır. Eva, 'domates festivali'nde eğlenceli bir şekilde kırmızıya bulanır. 'Germe' konusunda çok başarılı olan film, daha ilk sahneden soru işaretlerini ve muhtemel sürprizlerin tohumlarını zihnine atar, izleyicinin.
Eva, Kevin'a istemeden hamile kalır. Bütün kariyer planlarını Kevin için 'heba eder'. Bu isteksizlik hali Kevin'a daha annesinin karnında aksedecektir ki, uzun süre Eva'ya anne demez, ne derse aksini yapar, dahası, 'kötülük' planlar. Çocuğuna karşı o denli tahammülsüzdür ki, sokakta ağlayışını duymamak için bir iş makinesinin yanına 'sığınır'.
Ve filmin sonuna geldiğinizde de zaten doğrudan anneyi hedef alan bir 'intikam' ile sahne kapanır.
'Kadınlığa yabancı bir anne' ve aynı zamanda 'anneliğe yabancı bir kadın' olarak film boyunca kah kızıyor, kah haline üzülüyorsunuz.
'Sorumsuz ebeveynin sorunlu çocuğu' olarak Kevin, hem ceza çekiyor, hem çektiriyor.
Bir çocuk düşünün ki, annesini üzdükçe mutlu oluyor. Kelimenin tam anlamıyla anne ile oğlu arasındaki mücadeleye tanıklık ediyorsunuz.
Ve bir intikam yolu olarak Eva, ikinci çocuğuna hamile kalır. Bu sayede anne, oğluna karşı büyük bir zafer kazanır. Fakat Kevin meseleye hiç de böyle bakmaz. Nihai hedefe ulaşana kadar çok defa küçük intikamlar alsa da, asıl olarak intikamını sona bırakır. Öyle bir şey yapar ki, doğrudan zarar gören (ölen) bir sürü kişi vardır ancak aslolan, annenin geride yalnız kalması, acı çekecek olması ve hayatının kalan kısmını vicdan azabı ile geçirmesidir.
Filmin başrolleri bir anne ve oğludur. Mesele büyük oranda annelik üzerine bina edilmiş. Şeklen böyle olmakla beraber aslında 'modern zaman insanı'nı cins ayrımı yapmadan sorgulayan bir yapım. Sadece anne olmayı başarabilme meselesi değil, ebeveyn olabilmek zordur. Bir defa en başta 'fedakarlık' ister. Ya da modern ifadesiyle; 'kendinden ödün verme'...
Kendinden ödün vermek istemeyen modern zaman insanı, birey olabilmenin peşinde koşarken fıtratından çok uzakta bir yaratık olmaya doğru evrilir.
Modern zaman insanının hedefi 'mutlu olmak'tır. Hapishanede oğlunu ziyaret eden Eva, 'mutlu musun' diye sorduğunda Kevin'dan aldığı cevap manidardır: Daha önce mutlu muydum ki!
Ve yine annenin sorması üzerine Kevin, -modern zaman insanının saplandığı çukurlardan biri olarak 'bildiğini sanma' halinin emaresi olarak- bütün bunları neden yaptığını bildiğini sandığını, ancak şimdi emin olmadığını söyler.
'Kevin Hakkında Konuşmalıyız' diyen film aslında başlı başına bir 'Kevin ile konuşma hâli'. Kevin'ın temsil ettiği ise 'fıtratına yabancılaşmış modern zaman insanı'nın aile olmayı becerememesinin tam ortasında, 'olamayan aile'nin 'istenmeyen' üyesi konumudur.
Modern zaman insanı öylesine bir role sahiptir ki, kendisi dışındaki her 'müdahil şahıs', bertaraf edilmesi gereken 'engel'dir. Ve dahası, 'bireyselleşme'nin önünde engel olan her ne varsa mücadele edilmesi gereken alan/cephe/düşmandır. İşte bu cendere içindeki insan, kendini tüketmeye ve çevresindekilerle birlikte tükenmeye de mahkumdur.
Film dilinden bahsedecek olursak...
Ara sıra tercih edilen öznel kamera kullanımı maksada çok uymuş. Oyunculuklar harika. Başroldeki Tilda Swinton (anne), kelimenin tam anlamıyla mükemmel bir oyunculuk sahneliyor. John C. Reilly (baba) ve özellikle de Ezra Miller (Kevin), film dilini üst düzeye çıkaran harika oyunculuklarıyla övgüyü hak ediyor.
Filmle ilgili önemli bir husus daha var ki; bu film, bir uyarlama. Lionel Shriver'ın romanından Lynne Ramsay ve Rory Kinnear tarafından senaryoya aktarılıyor ve Ramsay yönetmenliği üstleniyor. Edebiyat uyarlamalarına mesafeli olan biri olarak, belki de ilk defa bir filmin uyarlama olduğunu izledikten sonra 'anladım'. Zira -daha önce defalarca dile getirdiğim gibi- edebiyat uyarlamaları riskli bir alan. Senaryoya aktarımı hiç kolay değil. Fakat Kevin Hakkında Konuşmalıyız, tam puan alacak bir senaryoya sahip.
Abdulhamit Güler - Haber 7
abdulhamitguler@gmail.com
https://twitter.com/#!/_hayirlisi_