Eleştiri, eleştirmen ve 'Hak' meselesi
Sorumluluğun iki boyutu var. Birincisi; eleştiren açısından 'yeterlilik' ve bunun getirdiği sorumluluk. İkincisi -ve daha mühim olarak- eleştirilenin hakkının muhafaza edilebilmesi.
Görüleceği üzere 'eleştirmen' olmak, eleştirmek değil, sorumluluk sahibi olarak değerlendirebilmek manasına geliyor.
Ve tabi ki 'eleştirmek' kavramının da üzerinde durmak gerekiyor. Yalnızca 'olumsuzlamak' manasına gelmeyecek olan eleştiri, iyi tahlil, haklı bahis ile yön verici/yol gösterici sonuca ulaşmalı.
Sinema özelinde eleştiri ve eleştirmen kavramlarını ele alacak olduğumuzda mesele daha farklı bir boyuta evriliyor. Zira artık mevzubahis olan sanattır. Somutluk alanı olduğu kadar -belki daha da fazla- soyut ya da metafizik veya hissi ve sezgisel mecralar etkisini gösterir. Ortaya konan eserin şeklen değerlendirilmesinden çok daha önemli olarak içerik bağlamında yorumlanması devreye girer. Bu sebeptendir ki, sinema eleştirisi adı altında kaleme alınan metinlerin birçoğu felsefi, psikolojik, sosyolojik ve hatta ontolojik çıkarımlar barındırır. Bu, çok olağan ve hatta zaruri bir yaklaşım olmakla beraber çoğunlukla eserin biçimsel, yani esasında sanatını oluşturan (görsel bir araç olarak sinemada) yanının ihmal edilmesi sonucunu doğurabilir.
Ve anlaşılacağı gibi, sinema eleştirmeninin, teknik olarak meseleye hakim olması ile beraber kuramsal bilgiden haberdar, hissi olarak da tahlile 'açık' bulunması gerekiyor.
Som cümle başlı başına bir tartışma hususu. Zira, algısını duyularına ‘indirgeyen’ insanların sanat yapma iddiasında olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Buna karşın açıkça ifade etmek gerekiyor ki; sanat, somutluk alanının çok ötesinde etki uyandıran, etki oluşturan bir ‘hâl’dir.
Tam da burada aslında dikkat çekmek istediğim noktaya geçiş yapabilirim.
“Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz” Hadis-i Şerif’i, benim için ciddi bir sorunsalın kaynağıdır. Evet, sorun ediyorum. Çünkü açıkça bir uyarı.
‘Eleştirirken hakka riayet’ derken tam da bunu kastediyordum. ‘Kınama’ ile ‘eleştirme’ arasında ince bir çizgi var. Ortaya konan eseri eleştirirken, kınama sınırı aşılırsa, hukuki bir sorun olmuş olur.
Film eleştirirken, çoğu kez bunu düşünürüm. Haksızlık etmekten Allah’a sığınırım.
Kabul ediyorum; bazen ciddi manada sınırı zorlayan sertlikte/üslupta eleştiri yapabiliyorum. Fakat ‘hak’ mesele devreye girince önüne geçemiyorum. İnsanlar ne zorluklarla ‘sanat’ adına hayatlarını ‘feda ediyor’. Buna karşılık herhangi bir şekilde ‘kaynak’ oluşturan bir başkası, sinema yaptığını iddia ederek ortaya ‘bir şey’ koyuyor. Buna karşı ‘normal’ üslup kullanmanın, hak edenin hakkına girmek manasına gelmesi kuvvetle muhtemel.
Örnek uç olabilir. Eleştirdiğimiz her eser ‘kıymet’ bağlamında aynı sertliği hak etmiyor. Bunu da eleştiri yaparken gözardı etmemeye çalışıyorum.
Mesele şahsımla alakalı değil.
Eleştirinin okuru da, yazarı da kaleme alınan yaklaşımı bu açıdan değerlendirmeli.
Ve tabi ki okur, kendine ‘eleştirmen seçmeli’. Çünkü eleştiri, ‘yol gösterici’ olacaksa, ‘yol görmesi’ gereken kişinin seçimi ‘doğru kişi’ olmalı.
Ve ‘hakka riayet’ temelinde yazarı da okuru da ‘eleştirinin hakkını verecek yaklaşım’ için tavrını ortaya koymalıdır.
Sözün özü, eleştiri; alıcısında kıymet bulan, kıymet kıstasları vericisinde kodlanan, bütün olarak ‘sinema sanatı’ adına/için kıymet barındıran ‘yazı’dan öte, ‘hissi’ bir ‘eser’dir.
https://twitter.com/#!/_hayirlisi_