Tarih 'senaryo edilemezse', senaryo tahrip eder!
'Okunacak şey' ile 'izlenmesi için filme alınacak olan 'yazı türü'nü ayıran en mühim fark da burada.
Altını kalınca çizmeye çabaladığım noktayı özellikle epik (tarihi) sinema örneklerinde görüyoruz. Tarihe sadık kalma veya maksada uygun olarak mesajı filme yedirebilme adına 'hikaye' öylesine senaryodan (ve elbette sinemadan) uzak hale getiriliyor ki, izlediğiniz şey, tarih kitaplarında okuduklarınızdan 'farksız' bir hal alıyor.
"Buradaki fark ne olabilir" gibi bir sorunun dillendirilmesi en makul tepki olur.
Şöyle izah etmeye çalışayım:
Sinema, yazılı olanın çok ötesinde malzemeyi kullanabilen bir sanat dalı. Sadece okumak için kaleme alınmış bir eserin (veya tarihi bilginin) sinemaya aktarılması, bu 'öte' durum nazarında mümkün olabilir.
Tarih, bir 'kahraman'ın bilmem hangi cenginde, bilmem hangi mekanda ve bilmem hangi dirayetle duruşunu ballandıra ballandıra anlatır. Aynı şekilde bilmem hangi sözünü net bir şekilde ortaya koyabilir.
Lakin senaryo, tarih biliminin sunduğu malzemeye 'dokunma' hürriyetine sahiptir. A şahsının sözünü 'tarihe sadık kalma' adına -olaya da sadık kalma çabasıyla- olduğu gibi verme ve bunu yaparken de senaryo kurallarına riayet etmeme, 'sonucun sinema olmaması' tehlikesini doğurur.
Sinemaya aktarılan 'olay', -sinemanın görsel yanının göz önünde bulundurulmasıyla- büyük oranda görüntü ile anlatılabilir. İlla da tarih kitaplarında yer alan 'şekil' ve 'sözle' verilmesi şart değil. Ve bundan uzak durulabildiği ölçüde 'sinemaya yakın durulmuş' olur.
Bu 'teknik' girişten sonra "Çanakkale 1915" filmini değerlendirmeye geçebiliriz.
Son dönemde her alanda belli ölçüde gelişim kaydeden ülke sinemamız, özellikle teknik ve sektörel gelişmenin getirisi olarak 'bütçeli' işlere yöneldi. En yüksek bütçeli filmler de tarihi olayları anlatanlar oldu. Son örneği 'Fetih 1453' olan mevzua yeni misaller eklendi.
Şu günlerde Çanakkale Savaşı'nı anlatan filmler peş peşe vizyona girdi. Sinan Çetin'in "Çanakkale'nin Çocukları" filminin hemen ardından "Çanakkale 1915" de perdeye çıktı.
"Çanakkale'nin Çocukları"nın aksine "Çanakkale 1915", Çanakkale Savaşı'nın destansı yanını vurgulayarak, tarihimizin 'gurur duyulacak örneklerinden birini' ele aldığını ortaya koyuyor (daha doğrusu işleniş tarzı bunu söylüyor). Bu iki filmin maksat bakımından kıyaslaması çok uzun mesele. Ona bu yazıda girmeyeceğim. Şimdi sadece Çanakkale 1915'i değerlendirmeye çalışacağım.
Belki sonda söylemem gerekeni en başta ifade edeyim; Çanakkale 1915, bugüne kadar çekilmiş Çanakkale filmleri arasında teknik açıdan en başarılısı (Perdeye kaç Çanakkale filmi çıktı bilemiyorum. Özellikle televizyon filmleriyle kıyaslandığında bu durum ortaya çıkıyor).
Konvansiyonel sinema argümanları başarıyla hayata geçirilmiş.
"Türkiye'nin hatırı sayılır bütçeli filmlerinden biri" olarak tanıtımı yapılan filmin maliyeti 5 milyon doların üzerinde. Binlerce figüranın rol aldığı filmin görsel efektlerini, Fetih 1453'ün dijital efekt uzmanı Serkan Zelzele hazırlamış. 20 kişilik animasyon ekibi deniz savaşları sahneleri için çalışmış. Savaşın geçtiği gerçek yerlerde çekim yapılması için Genelkurmay Başkanlığı'ndan özel izin alınmış.
Çatışma sahneleri -yerli yapımlara nispeten- başarılı olmuş. Kostüm ve sanat grubunun da başarılı iş çıkardığını söyleyebiliriz. Makyaj, çoğu yerde 'makyaj' gibi dursa da idare eder.
Yönetmen Yeşim Sezgin, vasatın üzerinde bir performans ortaya koymuş. 'Yönetmen hamlesi' bağlamında filmde çok fazla şey göremesek de, genel manada vasatın altına inmeyen bir çalışma izliyoruz.
Filmdeki en bariz yetersizlik ise animasyonlar. Maalesef bu mevzuda 'henüz olamamışken, olmuş gibi davranarak' eser üretmeye çabalıyoruz. Sonuç olarak da Fetih 1453 ve Çanakkale 1915'teki gibi -canlandırmalar bakımından- yetersizlik izliyoruz.
Senaryo çalışmalarına iki yıl önce başlanan filmin yapım süreci bütün olarak büyük emek barındırıyor. Buna şüphe yok. Ancak 'iyi niyet' ile hallolmayacak bir şey varsa, o da sinema...
Çanakkale 1915, yeni bir şey anlatmıyor. Daha önce anlatılmışa da yeni bir yorum getirmiyor. Meseleye minimal veya farklı açıdan da yaklaşmıyor.
Sadece ve sadece yaşanmışlığı ekrana yansıtma gibi bir gayeniz varsa da, bunu, en mükemmel teknikle hayata geçirirsiniz. Ki, yaptığınız işin bir özelliği olsun.
Yeni bir anlatım, farklı bir bakış veya mükemmel bir teknik uygulama olmaksızın ortaya koyacağınız epik film, kendi cürmünde yer tutmaktan öte bir işlev görmez.
Teknik olarak biraz daha başarılı bir eser ortaya koyabilmek, şimdiye kadar çok işlenmiş konuyu filme almak için yeterli sebep midir?
Kesinlikle hayır!
Çanakkale 1915, sıklıkla ajitasyona başvurarak, 'müziği dayayarak' duygu oluşturma yolunu tercih etmiş.
Trompetle Çanakkale filmi müziği yapmaktaki gariplik, Mustafa Kemal'in atını dörtnala sürdüğü sahnede mehter marşı girmesi durumundan aşağı kalır değil.
Mustafa Kemal'in tarihi filmlerde 'yürüyen büst' olarak resmedilmesine alıştık da, askerlerin namaz kıldığı, köylü kadınların 'kara çarşaf'lı olabildiği, askerlerin sevinç nidası olarak "Allahu Ekber" diyebildiği, Kürtçe diyaloga yer verilebilen Çanakkale 1915'te durumun biraz daha farklı olmasını beklemedik değil.
Itri'nin bestelediği şekliyle 'salavat'ın filmde yer alması da ilginç gelmedi değil. Zira Sinan Çetin'in "Çanakkale'nin Çocukları" filminde de aynı şeye rastladık.
Filmin bütününe bakıldığında, Çanakkale 1915'in, 'değerleriyle barışık' bir tarzda ele alındığını söylemek mümkün. Aynı yapımcının önceki filminin "Dersimiz Atatürk" olduğunu düşünecek olursak, böylesi bir eser ortaya çıkmasına şaşırmadım dersem yalan söylemiş olurum.
Peki ne oldu da 'resmi ideoloji tezleriyle' ele alınan bir epik filmde bu denli 'dini öge' yer alabildi? Galiba bu sorunun cevabı özetle 'değişen Türkiye' olur.
Ve gelelim yazının en başında belirtmek durumunda kaldığım açıdan Çanakkale 1915'i ele almaya...
Turgut Özakman'ın tarihçi kimliğini tartışacak kapasitede değilim. Lakin senarist olmadığı kesin. Tarihi bilgilere vakıf olmak, tarihi bir olayı senaryoya aktarma yeteneğine haiz olmak demek değildir. Daha önce senaryo yazmış olmanın sonucu da aynı yere varmaz.
Tarihçiden senarist olursa, ayrıntılara takılmış ve yine ayrıntılarda boğulan bir senaryo ile karşı karşıya kalırsınız.
Başta da dediğim gibi, senaryo, tarih biliminin sunduğu malzemeye 'dokunma' hürriyetine sahiptir. Bu, gerçeklerle oynama değil, olayı aktarma tarzında özgürlüğe sahip olmadır.
Ve aslına bakarsanız bir filmin senaryo aşamasındaki aksaklıktan bahsedecekseniz, ötesine geçemezsiniz (belki bu noktaya varmayı bu yüzden geciktirdim).
Çanakkale 1915, -önceki birçok örnekte olduğu gibi- sinemanın özü olan senaryoya yeterince ehemmiyet verilmemesinden ötürü genel manada 'yetersiz' bir eser olarak sinemamızdaki yerini aldı.
abdulhamitguler@gmail.com
twitter: @_hayirlisi_
http://www.facebook.com/ahg13
-
Uçan Osmanlı 13 yıl önce Şikayet Etmalesef öyle.... neredeyse 10 yıldır animasyon sektöründeyim ve kısa metraj deneme çalışmalarımız oldu. ve devam ediyor. 1453 filmide dahil hemen hemen çıkan her filmi yapacak düzeydeyiz ama yinede yeterli değiliz. o yüzden bekliyoruz daha çok çalışıyoruz. ama sizinde belirttiğiniz gibi tarih aslen kalacak yalnızca boşluklar doldurulacak şekilde ve kalitesi uzun müddet takdir edilecek bir film yapmak asıl gaye olmalı. henüz olamıyorsa beklenilmeli... bekliyoruz... bu konuyu işlediğiniz için teşekkürler abdülhamit bey.Beğen Toplam 4 beğeni