Abdulhamit Güler
Abdulhamit Güler
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Anna Karenina ve Pi'nin Yaşamı

GİRİŞ 30.12.2012 GÜNCELLEME 30.12.2012 YAZARLAR

Tayvan asıllı ABD'li yönetmen Ang Lee'den Pi'nin Yaşamı ve İngiliz yönetmen Joe Wright'tan Anna Karenina...

Her ikisi de romandan uyarlama olan filmler, biçimsel olarak başyapıt seviyesinde.

Önce Anna Karenina...

Rus yazar Leo Tolstoy'un klasik eserinden aynı isimle sinemaya aktarılan filmin tarzı tek kelimeyle mükemmel.

Daha önce Aşk ve Gurur ile Kefaret filmleriyle dikkat çeken Wright, Anna Karenina'da yepyeni bir üslup kullanmış. Benzer denemeler daha önce yapılmış olsa da özgünlüğüne halel getirmeyecek şekilde romanı filme alan yönetmen, hem izleyicinin hayal dünyasının kapılarının beyaz perdede kapanmamasını sağlıyor, hem de -aynı oranda- sinema tekniklerini kullanarak mükemmel bir eser ortaya koyuyor.

Nasıl mı?

Şöyle ki...

Bütün sinema kuramları Hollywood'un üretim şekline karşı doğar. İlk itirazı dile getiren Rus Vertov, "Senaryoyu inkar ediyoruz" diyerek, "Sahtekarlığını kıracağız" çığlığıyla kamerayı 'dışarı' çıkarır. "Hollywood sahte, dekorlar sahte, oyunculuklar sahte, senaryolar sahte ve yönlendiriyor" diyerek yola çıkan Vertov'u 80 seneden fazla zamandır o kadar çok kişi takip etti ki, artık Hollywood bile -o zamanki manasında- yapay değil.

İşte yapaylığa itiraz ederek kamerayı dekorların ve kapalı mekanların, yapay olguların uzağına taşıyan bu anlayıştan 85 sene sonra biri çıkıp tam tersini yaparak aynı minvalde mesaj ortaya koyuyor.

Başlarda uzun zaman 'tiyatronun perdeye aktarılması' şeklinde oyalayıcı bir aşama geçiren sinemaya inat büyük bölümü tiyatro sahnesinde ve binasında geçen Anna Karenina, ironik anlatımı ve göndermeleriyle üslubunu özgün bir noktaya taşıyor.

Kah sahnenin üst katında şehrin arka sokaklarını görüyorsunuz, kah seyircinin bulunduğu alanda aristokrat dans eğlencesini veya memur çalışmasını...

Yapaylığı anlatmanın yolunu, yapaylığın tam içine girmekte bulan Joe Wright, teknik imkanların kullanımını da kusursuza yakın bir oranda başarınca, başyapıt kıvamında bir eser perdeye gelmiş.

Lars Von Trier'in Dogville'ini izlediğimde de benzer duygulara kapılmıştım. Tam olarak birbirini karşılayan tarzda olmasalar da, kitlelerin sahteliğini, görünmez duvarları görünür kılarak ve görünenin göründüğü gibi olmadığını göstererek anlatan iki film de sinema tarihinde çok özel bir yere sahip.

Anna Karenina, Tolstoy'un ismine yakışır estetik, sanat ve hissettirme gücüne sahip.

Ve özellikle vurgulamak gerek ki, Anna Karenina, bir romanın sinemaya nasıl uyarlanabileceğine dair çok özel ve özgün bir örnek...

Filmin Konusu:

Yüksek bir sosyal konuma sahip Anna Karenina, erkek kardeşi Oblonsky'den evliliğini kurtarmasına yardım etmesine dair aldığı mektup üzerine Moskova'ya hareket eder. Yolculuk sırasında tanıştığı Kontes Vronsky'nin oğlu, subay Vronsky ile aralarında bir çekim oluşur. Anna, St. Petersburg'a döndüğünde Vronsky de peşinden gelir. Başlayan tutkulu aşk, halk arasında skandal oluşturur.

Ve Pi'nin Yaşamı...

Uzak Doğu ve Güney Asya'ya olan özel ilgisini eserleriyle ortaya koyan Tayvanlı yönetmen Ang Lee, son olarak Pi'nin Yaşamı ile karşımıza çıkıyor. Daha önce Kaplan ve Ejderha ile Dikkat Şehvet eserleriyle Uzak Doğu kodlarını işleyen Ang Lee, Pi'nin Yaşamı ile Hint kültürünü perdeye aktarıyor.

İki eşcinsel kovboyun hikayesini anlattığı Brokeback Dağı filmi çok tartışılan Lee, 'uçlarda' dolaşan bakışını Pi'nin yaşamına da aktarmış.

Aynı isimli romandan uyarlanan filmde 'Tanrı sayısı' üzerinde aforizmalar ve ironiler dolaşıyor. Hem Hindu, hem Hristiyan, hem de Müslüman olma çabasındaki bir çocuktan, "bir ya da milyonlarca tanrı,  fark etmez, hepsi aynı yere ulaştırır" mesajı bütün hikayeye akıtılıyor.

Pi'nin Yaşamı, görsel olarak tam bir şölen sunuyor.

Fragmanından da anlayacağınız üzere film, sinemanın bütün nimetleri (hileleri) kullanılarak tam bir sinema resitali yaşatıyor.

Aslına bakarsanız fragmanda gördüğünüzden çok fazla bir şey yok filmde; genişletilmiş sahneler ve küçük birkaç sürpriz...

Romandan filme yansıyan mesajlar sorunlu olsa da, Pi'nin Yaşamı'nı farklı kılan zaten sinematografisi.

Fırtına sahneleri, kaplan ve diğer hayvanların yakın plan sahneleri ve bol ışıklı/yıldızlı gece görüntüleriyle Ang Lee, filmografisinin en özel filmlerinden birine imza atıyor...

Filmin Konusu:

Hindistan'dan Kanada'ya giden bir yük gemisi, içindeki hemen hemen tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batar. Bir can kurtaran filikası, uçsuz bucaksız vahşi Pasifik Okyanusu'nun ortasında yapayalnız kalır. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16 yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Pi'nin hayvanat bahçesi işleten ve hayvanlarıyla göç yoluna koyulan ailesi, batan gemide yaşamını kaybetmiştir.

Pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma savaşı verir ve keskin zekası ve zooloji bilgisiyle besin zincirine kurban gitmez. Ama şimdi Bengal Kaplanı ile teknede baş başa kalmıştır. Dev kaplana yem olmamak için hayvanla anlaşmanın ve yakınlaşmanın yollarını bulur. Sıra dışı yolculuk sona ermeden büyülü bir adaya varacaktır...

Abdulhamit Güler - Haber 7

abdulhamitguler@gmail.com 

twitter: @_hayirlisi_

YORUMLAR 1
  • Vatandaş 12 yıl önce Şikayet Et
    peki... bu filmlere çocuklarımızla gidebilirmiyiz acaba?
    Cevapla