Tarih Der ki; Saraya Hep Hainler Yürüdü…
“Eğer ülkemize yönelen hain ve hasmane saldırıların önü alınamaz Erdoğan’ın komplo ve tuzakları ısrarla devam ederse, benzerlerine birçok ülkede rastlanan tarihi nitelikli büyük saray yürüyüşünün icrası da kaçınılmaz olacaktır” dedi.
Bu talihsiz ve amacını aşan konuşma, bana tarihte Osmanlı hükümdarlarının içinde yaşadığı saraylara doğru yapılan, hain ve kötü niyetli yürüyüşleri hatırlattı. Acaba bu sözlerin sahibi Bahçeli konuşmasında fütursuzca ifade ettiği bu hususu biliyor mu? Yani bir ferdi olmakla gurur duyduğu Türk milletinin yaşayarak yazdığı şanlı Türk Tarihi boyunca saray yürüyüşlerini yapan ve bazen de hükümdarı tahttan indiren bu yürüyüşlerin şer güçler tarafından projelendirildiğini biliyor mu?
Meselâ; 1451’de başa geçen ve şehzadeliği zamanından beridir Avrupa’nın kalbine kadar girmeyi ve hatta Vatikan’ı alıp Hıristiyanlık fitnesini bitirmeyi planlayan genç hükümdar Fatih Sultan Mehmet Han’ın sarayına doğru yüründüğünü biliyor musunuz? Avrupa’daki efendilerinden aldıkları emirle içerideki bir takım saf, cahil ve hatta vatan haini diye vasıflandırılabilecek şuursuzlar saraya doğru yürümeye kalkıştılar. Bunu beceremeyince de cihan hükümdarını ayaklarına Buçuk Tepe’ye çağırdılar. Ahlak sukût edince iz’an ve vatan sevgisi biter, tamamen şahsi ve parti çıkarları gündeme gelir ve Fatih Sultan Mehmet Han bile olsa saraya yürünür ve tahttan indirilmeye çalışılır…
1632’nin şubat ayında Topkapı Sarayı’nın önü bir kez daha böylesine hain bir “saraya doğru yürüme” ihanetine şahit olur. Osmanlı tahtına çıkan genç sultan 4. Murat Han, her tarafta toprak kaybeden ve Avrupa’nın gözünde imajı sıfıra doğru inen Osmanlı Devleti’ni tekrar şahlandırmak için çılgın diye ifade edilebilecek projelere girişiyor ve Osmanlı’yı yani Türkiye’yi dünya hakimi bir güç haline getirmeye çalışıyordu.
Bu durum elbette ve tabi ki dış güçlerin ve onların ülke içinde bulunan hain uzantılarının hiç hoşuna gitmedi. Bu yüzden icraatçı ve gözü ileride olan genç padişahı baştan indirip “aciz ve söz dinleyen” bir şehzadeyi padişah yapmak için “gaza gelmiş” yeniçeri birlikleri ile beraber saraya doğru yürüyüşe geçip saray içindeki işbirlikçilerinin de yardımıyla bir anda orta kapı önüne geldiler.
Ayaklanmacılar Orta Kapı’yı açtırıp meydana girdiler ve Sultan Murat Han’ı ayak divanına çağırdılar. IV. Murat Babussaade önünde bir tahta oturarak isyancıların hezeyanlarını dinledi. Sultan bunlara uzun uzun bu hâllerinin din ve devlete münâsib olmadığını anlattı. İsyancılar söz dinlemedi ve memleketin hayrına iş yapan devlet bürokratlarını öldürmeleri için kendilerine verilmelerini istediler. Hatta birkaç edepsiz sultanın canına kastedercesine üzerine yürüdü. Sultan zor zahmet kalabalığın elinden alınıp saraya sokuldu.
İsyankârlar bir türlü sakinleştirilemiyor ve olaylar bitirilemiyordu. Sürekli saraya kendilerine verilmeleri için icraatçı ve iddialı devlet adamlarının isim listeleri gönderiliyordu. Bunların başında iman ve samimiyet heykeli Sadrazam Hafız Ahmet Paşa bulunuyordu. Bu sırada abdest alıp Bâbüsseâde önüne gelen Hâfiz Ahmed Paşa, isyankâr yeniçerinin padişah sözünü dinlemediklerini görünce;
“Padişahim! bin Hâfız gibi kulun yoluna fedadır. Ancak ricâm budur ki, beni sen katletmeyip bu zâlimler haksız yere kanımı döküp beni şehîd etsinler ve lütfedip cesedimi Üsküdar’da defnettiresin ve yetimlerime lütf ve inayetini ricâ ederim” diye yer öptükten sonra âsî güruhunun içerisine daldı. Hafız Ahmet Paşa, meydana girince yer yer ayaklanmacılar önüne çıkıp hücum ettiler ve ellerinde hançer ve kılıçlarla hep birden üzerine çullandılar. Başına, göğsüne ve vücûdunun her bir yerine hançerlerle vurdular. Sultan’ın gözü önünde on yedi yara ile kana bulayıp şehîd ettiler.