Ahmet Anapalı
Ahmet Anapalı
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

İstanbul’da Yaşamak mı, İstanbul’u Yaşamak mı?

GİRİŞ 18.10.2016 GÜNCELLEME 19.10.2016 YAZARLAR

Alman İmparatoru 2. Wilhelm 1898’de İstanbul’a geldiğinde bu şehre olan hayranlığını gizleyemez ve der ki; “İstanbul, ah İstanbul… Eminim Allah İstanbul’u cennetten bir köşe olarak yaratmıştır.

Eski İstanbul ile şimdi ki İstanbul arasındaki farkı müthiş bir şekilde anlatan üstadlardan biri olan merhum Abdulbaki Gölpınarlı’nın “Dün Bugün” isimli o müthiş yazısını hatırlamanın sanırım zamanı geldi. Diyor ki dün ile bugünkü İstanbul’u mukayese ederek üstad;

İstanbul’da Dün Bugün;

Bir çeşit gidiş vardı,. bir çeşit dosta gidiş: Yanları açık, tek yahut çift atlı sayfiye arabasına kurulurdunuz. Yanınızda torununuz, ön tarafta damat bey... yaya bir saatte varılacak yola, sağı-solu seyrede ede  yarım saatte varırdınız. Siz arabaya binerken arabacı yerinden iner, “Dur!” dediniz mi, gene hemen yerinden atlar, önünü kavuşturur, hizmete amade bir hal alır; gerekirse tutunmanız için “elini” değil, “kolunu” uzatır; parasını alınca da “teşekkürler” eder, “hayırlar” dilerdi...

Bir çeşit gidiş vardı... Bir çeşit söz söyleyiş: Kadına “hanımefendi” denirdi; erkeğe “beyefendi”...Yaşlıca ve sakallı zata “efendi hazretleri”... Erkeğe “paşam” diyenler bulunurdu ve bunlar ekalliyetlerdi; yani azınlıklar. Arabadan inen, “hayırlı işler” dilerdi arabacıya... Arabadan inene “güle güle” derdi arabacı...

Bir çeşit vapur yolculuğu vardı.. Bir çeşit dostluk: Aynı semtte oturanlar, aynı yola gidenler buluşurlardı vapurda. Hemen herkesin oturduğu yer belliydi. Yerden temennâlar... İçten iltifâtlar... Hal hatır soruş... Biraz belki “riya” da vardı... Bir çeşit iltifat: Oğul sorulurken, “mahdum, beyefendi” denirdi. Oğuldan söz edilirken, “mahdum bendeniz”... Babaya “peder” denirdi, anneye “valide”... Kızdan “kerime cariyeniz” diye söz edilirdi. “Peder duacınız” denirdi babadan bahsedilirken... Ve muhatap her sözü bir estağfurullah’la karşılardı. Gidilirken babanın eli öpülürdü, annenin eli... Ve duaları alınırdı. Küçükler öpülürdü. Yaştaşlarla görüşülürdü. Evde kalanların gönülleri hoş olurdu... Gidenler kutlulukla, sevinçle giderlerdi...

Ezan, namaz kılmayana bile bir “ruh sûkunu”ydu... bir müzik vakfesi... Bir huşu anı... Sabah salâsı “dilkeş-i haveran”dan, ezanı “saba”dan... Öğle, ikindi, yatsı ezanları önce hazırlanmış makamlardandı. Akşam ezanının ise bambaşka bir ahengi, bambaşka bir okunuş tarzı vardı...”

Nerede o eski mekânlar, eski insanlar, eski zamanlar.” Demek bize nostaljik duygular

ötesinde ne kazandırır? Yeni nesiller sadece göremedikleri güzellikleri, yetişemedikleri devirleri, tanıyamadıkları insanları, artık unutulan tatları, duyulmayan, duyulamayan kokuları anlatmak yerine, gelin hali hazırı dile getirelim, o çok güzel deyişle “ele geçmezse eğer sevdiğimiz, eldekini sevelim, sevdirelim”

İstanbul’da erguvan zamanı boğazda Kuru Çeşme’de , Vaniköy’de, hisarlar’da, Papaz Korusu’nda, Mihrabat’ta seyre çıkmak, Salacak sırtlarında, Bebek tepelerinde, Hisarların sırtında bu aziz ve kadim şehre bir tepeden bakmak, Çengelköy’de Kız Kulesi açıklarında Kumkapı’da yazın sandalla istavrit, eylüllerde ise lüfer avına çıkmak, artık o şirket-i Hayriye’nin o eski yandan çarklı vapurları kalmasa bile denizcilik işletmelerinin boğaz hattında çalışan bir vapuruna binerek şöyle Eminönü’nden kavaklara gitmek Fenerbahçe’de, Kalamış’ta, Moda’da, Topkapı Sarayı üzerinden şöyle kızara kızara güneşin batışını seyretmek, Ağustos ayında Kanlıca körfezinden Yesari Asım’dan;

“Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne kıştan,

  Bir taze bahar almaya geldik Kalamış’tan”

Şarkısını dinleyerek mehtaba çıkmak, mayıs ayında Çubuklu Hidiv Kasrı’nın boğazı gören bahçesinde elindeki çayla bülbül dinlemek,

Kasım ayında Emirgan Korusu’nda paltonun kulaklarını kaldırarak üşüye üşüye saka kuşunun melodilerine kulak vermek, hala kalabilen birkaç İstanbul konağında, bahçesindeki mor salkımların izlerini araştırmak,

Baltalimanı sahilindeki o tarihi manolyaların bir yaz sonu kokusunu duyuvermek, yine Baltalimanı’nda bulunan Beyzade Abdurrahman Sami Efendi’nin konağına bakarak oradan Anadolu’ya kaçırılan askerî cephaneyi ve milli mücadeleyi düşünmek,

Yedikule Zindanları’ında boğularak öldürülen Genç Osman’ın balta ile kırılan kürek kemiğindeki acısını zindanın binlerce senelik drama şahitlik yapan ve hala çığlıklar atan o soğuk zindan duvarlarındaki nemi ciğerlerine kadar çekerek hissetmek,

Ramazanda Üsküdar’da Atik Valide Camii’ni, Kocamustafa’da Sümbülefendi’yi Fatih’te Hırka-i Şerif’i ziyaret etmek, mutlaka bir sabah yahut bir cuma namazını Eyüp’te, bayram namazını ise Süleymaniye’de kılmak,

Beyazıt’ta, Fatih’te Kur’an-ı Kerim’i en iyi tilavet eden bir imamı, bir mevlitte Kani Karaca’yı duymak,  segâh bir akşam ezanını da mesela Fenerbahçe Camii’nde Yunus Balcıoğlu’ndan dinlemek,

Muharrem ayından bir Bektaşi-alevi cemevinde aşura pişirilmesine, aynı işlemin Safer ayında bir cerrahi tekkesinde yapılmasına, Bağlarbaşı İlahiyat Fakültesi Camii’inde Enderun usulü cumhur müezzinlikle, ya da Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nde hatimle bir teravih namazına katılmak,

Üsküdar’da Seyit Ahmet Deresinde, Halkalı’da Caferilerinden Mersiye, Tophane’de Kadirhane Tekkesi’nde Mir’aciyye okunmasına şahit olmak, Galata Mevlevihanesi’nde sema seyretmek sizin için her sene yapma ihtiyacı duyduğunuz genel bir gelenek olmuşsa siz İstanbul olmuşsunuz demektir. 

Şimdi o elinizdeki binlerce liralık fotoğraf makinelerini bırakın da gerçekten İstanbul’da İstanbul olun ve kıymetli hocam İlber Ortaylı’nın dediği iki İstanbul’da yaşamayın İstanbul’u yaşayın…

 ANLATABİLİYOR MUYUM?

YORUMLAR 6 TÜMÜ
  • Ömer çınar 9 yıl önce Şikayet Et
    Ah ah gittim bir yerlere Döndüm işte.
    Cevapla
  • murat acar 9 yıl önce Şikayet Et
    Elinize sağlık hocam .istanbula bakmak ile görmek arasındaki farkı ablatmissiniz
    Cevapla
  • zafer buyruk 9 yıl önce Şikayet Et
    harika bir İstanbul aşığı olarak çok beğendim, üstadın şiiri ile bitirilseydi daha da doyurucu olurdu. saygılarımla
    Cevapla
  • CEM ONGU 9 yıl önce Şikayet Et
    İstanbul u hisseden ve hissettiren güzel bir yazı...
    Cevapla
  • Nizam Kul 9 yıl önce Şikayet Et
    Ahmet Bey, Bir İstanbul aşığı olarak yazınız yüreğimizi titretti. Bu Şehr-i İstanbulu ki ben de beldetün tayyibetün olarak düşünüyorum. Helal dairesinde İstanbulu doya doya yaşamağı Cenab-ı Hak herkese nasip etsin diyorum.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle