Unutulan Bir İnsanlık Harikası “Diş Kirası” 1
Hadi gelin bugün siyaset ya da siyasi tarihle alâkalı bir yazı yazmayalım ve bu meseleleri konuşmayalım. Zira, ilgili ve ayet ve hadislerden anladığımız kadarı ile Allah-u Teala, bu mübarek Ramazan-ı Şerif’i dünyaya ve hayata dair her ne var ise bir kenara koyup insanlık, merhamet, medeniyet ve kulluk duygularına ayıralım ve bu meselelere kafa yoralım istiyor.
Biz de bu ilahi emre “eyvallah” deyip baş göz üstüne sayalım.
“Ah Nerede o eski ramazanlar” deyişinizi duyar gibiyim. Yaşı kemale ermiş herkes aynı şeyi söyler; “Bizim zamanımızda Ramazanlar bir başka yaşanırdı” doğruluk payı olmakla birlikte romantik duyguların bir ifadesi olan bu söz, bugünler için söylenmese, söylenemese gerek.
“Osmanlı zamanında Ramazan” konusunu araştıran herkes, kendini bir anda binbir renkli bir karnavalın içinde bulur ve önüne şu kavramlar çıkıverir; İftardan sahura kadar süren Şehzadebaşı’ndaki “Direklerarası” eğlenceleri, Hacivat ve Karagöz oyunları, renk renk ve birbirinden hoş Ramazan macunları, tatlılar, helvalar, şekerler, iftariyelik reçeller, cami cami gezilerek ve sanki bir eğlenceye gidiliyormuşçasına ailecek gidilen teravih namazları, sokakların boş arazilerine kurulan mini ve çok ucuz lunaparklar, zengin konak sahiplerinin fakir komşularına evlerinde yedikleri yemeklerin karşılığı olarak verdikleri ve bir nevi gizli sadaka mahiyetindeki “Diş Kiraları”, evin büyüklerinin anlattığı ve merakla sonları beklenen binbir gece masalları, heyecanla kalkılan sahur yemekleri, evin küçük çocuğunun öğleye kadar tuttuğu ve sonra dedeye sattığı çocuk oruçları, büyük camilerin minarelerine asılan “Mahya”lar ve birbirinden muhteşem can alıcı sayısız güzellikler…
Ramazan aylarında sokaklar geceleri‚ sahura kadar özel olarak aydınlatılır ve caddeler insan kaynardı. Resmi dairelerde de Ramazan mesaisi düzenlemesi yapılırdı. İstanbul'da Ramazan’ın gelişi neşe ve mutluluk ile karşılanır‚ şehir geceleri adeta bir şenlik alanına dönüşürdü. Normal zamanlarda yatsı namazından sonra sokağa pek çıkılmaz insanlar erkenden evlerinde istirahata çekilirlerdi. Fakat Ramazan’da durum birden bire değişirdi İstanbul'da Avrupa'da olduğu gibi gece hayatı olmadığından‚ yatsıdan sonra herkes evinde uykuya daldığı halde‚ Ramazan geceleri halk sokaklara dökülür‚ kahveler‚ dükkânlar sahura kadar açık bulunurdu. Dükkânların içerisi hınca hınç dolu olurdu. Bunların kandilleri‚ fanusları‚ lambaları ile caddeler aydınlanır‚ bazı kahvelerin önüne resimlerle süslü ve kâğıttan yapılmış fenerler konur‚ aileler Ramazan gecelerinde birbirlerine misafir giderlerdi. Bu sebeple ıssız olan sokaklar bile karşılıklı evlerin kafesleri arasından sızan ışıkla aydınlanırdı.
Camilerde mukabele okunmasına Ramazandan onbeş gün önce başlanırdı. Bazıları da sabah namazlarını büyük camilerde kılmayı adet ettiklerinden semtlere göre‚ Ayasofya‚ Sultanahmet, Beyazıt‚ Süleymaniye‚ Fatih‚ Eyüp, Üsküdar camilerine giderlerdi.[1]
Osmanlı kültüründe farz olan Ramazan ibadeti, eğlence ile süslenmiş ve insanlara dini bir dayatma gibi değil de keyifli bir faaliyet gibi sunulmuştur. Bizim şu an şuursuzca ayak bastığımız bu topraklarda yaşayan atamızın Ramazan aylarında uyguladığı geleneklerden biri bugün hemen hemen hiç kimse tarafından bilinmeyen ve zengin tarafından fakire sunulan dünyanın en zarif yardım metodudur ve adı da eskilerin “Müzd-i Dendan” dedikleri “DİŞ KİRASI”dır. Osmanlı döneminde zengin köşk veya konaklarda iftara davet edilen misafirlerin yanında fakir halk içinde sofralar hazırlanır, çat kapı gelen Allah misafiri geri çevrilmez, içeriye alınırdı.
İftarın verildiği köşk veya konak ziyafet evi halini alırdı, iftar sofralarında deyim yerindeyse kuş sütü hariç her şey bulunurdu. Misafirler iftarını yapıp teraviye gitmek üzereyken hane sahibi tarafından kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tesbihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler, misafirlere hediye edilirdi. Misafirlere verilen hediyelere diş kirası denirdi. Fakir fukaraya ise hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak içinde gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde diş kirası olarak verilirdi. Yemeğini bitirenler diş kiralarını aldıktan sonra "Kesenize bereket", "Allah daha çok versin", "Ziyade olsun" gibi dualarla konaktan ayrılırlardı. “Diş kirası” denilen bu hediyenin zarif gerekçesi, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olması olarak tanımlanabilir. Tabii işin aslı, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak onları sevindirmektir.
Birinci Bölümün Sonu.
[1] Dünyabülteni’nde konu ile ilgili yayınlanan makaleden.
-
Dilek Kale. 8 yıl önce Şikayet EtAh,hocam ah diyesim oldu yazinizi okuduktan sonra ve keskee o donemde yasasaydim diye hayiflandim.Simdi insanlarin unuttugu ,ramazan davetlerinin yerini , calisiyorm musayit degiliz bahaneleri aldi .Beğen Toplam 1 beğeni
-
murat Acar 8 yıl önce Şikayet Etne Ayasofya kaldı ne direkler arası .nede Saraçhane eğlenceleri . ne oruç tutana saygı ne tutmayana saygı kaldı .ne akraba bağı kaldı ne komşu ahbapligi.Beğen Toplam 3 beğeni