Ahmet Anapalı
Ahmet Anapalı
HABER7 YAZARI

Bu Yazıyı Chp'liler için yazdım. Okurlar mı ki?

GİRİŞ 09.12.2017 GÜNCELLEME 11.12.2017 YAZARLAR

Şu an Türkiye’de bir parti var. En eski parti. Hatta cumhuriyeti ilan eden parti. İsmi her geçtiğinde ülkenin dört de üçünün yüzünü ekşiten, bir kere olsun seçimlerden birinci parti çıkarak iktidar olamayan, seçilemeyen ama her darbe sonunda atanan, bu milletin sosyal dinamiklerini bilmeyen, her dönemde köklerimizle çatışan söz ve eylemlerde bulunan bir parti. Adı;

CHP…

İsmindeki halk ibaresine rağmen halktan olabildiğince uzak, kopuk ve ilgisiz olmayı siyaset olarak benimseyen bu parti, “Halk” kelimesi geçtiğinde inmek kavramı ile birlikte kullanıp, “Halk inelim” derler.

Anlamadıkları şey işte tam olarak bu;

Halka inilmez, çıkılır…

İşte idare etmeye talip olduğu milletle bu kadar uzak ve mesafeli olan bu CHP denen parti, geçmişine, geçmişte bu millete yaptıklarına bakmaksızın, ya da bilmeksizin bugün devleti idare eden “Reis”e inanılmaz kötü muhalefet yapmakta ve devlete diz çöktürmeye çalışan dış düşmanlarla aynı argümanları kullanmaktadır.

İnkılap; kelime manası ile var olan bir yapının aksayan, işlemeyen ve tıkanan taraflarını düzeltip çağın ve zamanın ihtiyaçlarına göre tekrar dizayn etme faaliyeti ve çabasıdır. Devrim ise; var olan bir yapının aksayan veya aksamayan kısımları gözden geçirilmeden o yapının tamamının değiştirilmesi ve elden çıkartılmasıdır. İşte bu inkılap-devrim paradoksu içinde dünya üzerinde gelişmiş ne kadar ülke mevcutsa hepsinde mutlaka inkılaplar, devrimler ve ilerleme hareketleri yaşanmıştır. Meselâ Almanya’da 1920’li yılların başında yaşanan Eğitim alanındaki o müthiş devrim veya İtalya’da yaşanan Ağır Sanayi İnkılâbı, Amerika’daki şehirleşme İnkılabı, Fransa’da yüzyılın başında meydana gelen sosyal yapıdaki değişme hareketleri bu sosyal inkılaba ya da devrime örnek gösterilebilir.

Dünyada bizim dışımızda bulunan bu ülkelerde böylesine mühim inkılaplar yaşanırken elbette Türkiye’de de inkılap adı altnda çok keskin ve sert devrimler yaşanıyordu. Hem de peş peşe. Avrupa’da yaşanan ve sosyal hayatı müsbet manada etkileyen bu devrimlere karşılık bizde ise kara bir kâbus misali üzerimize çöküyordu.

Devrimler, iktidarı ele geçiren zümrenin, toplumun devlet eliyle yeniden şekillendirme projesinin bir ürünüydü. İktidar, halkın geçmişiyle olan tüm bağlarını koparıp yepyeni bir sayfa açmak istiyor, ancak bu sayede halk nezdinde meşruiyet kazanacağını düşünüyordu. Avrupa karşısında “yenilmişlik psikolojisi”, devrimleri uygulayan kadronun bilinçaltını motive eden en etkin unsurdu. Bu unsur, söz konusu kadronun kendine ait tüm değerlerden nefret etmesine yol açtı. Buna batı değerlerine olan hayranlığı da eklemek gerek. İşte devrimler, bu psikolojik arka planla yapıldılar.

Devrimleri yapan kadro, kendi değerlerine her baktığında “yenilgisini” hatırlıyor ve bu  öz değerlerine olan kinini bir kat daha arttırıyordu. En sonunda bu süreç “kendinden nefret” noktasına varıp dayandı. Zaten devrimlere yönelik tepkiler karşısında devrimci kadronun uyguladığı şiddet ve kanlı uygulamalar, ancak böylesi bir psikoloji ile izah edilebilirdi.

Bütün bu devrimler halka rağmen yapıldı. Sadece bu ülkede değil, dünyanın neresinde olursa olsun, böylesi bir mühendislik projesi tepkiyle karşılanırdı. Tabiatıyla bu ülke insanı da, “tepeden adam etme” operasyonlarını tepkiyle karşıladı.

 Kanunla, yasayla, sopayla, kurşunla bir halk kendi kültüründen bir çırpıda koparılıp bir başka kültüre eklemlenemezdi. Yani kendisi olmaktan çıkarılıp başkası yapılamazdı. Nitekim öyle de oldu. Anadolu insanı bu tepeden yürütülen mühendislik operasyonuna yer yer çok şiddetli tepkiler verdi.

Halkın bu tepkileri hemen her zaman sivil itaatsizlik adı verilen türden tepkilerdi. Fakat her seferinde bu tepkiler silah zoruyla bastırıldı. Devrimlere yönelik her sivil tepki, devrimciler tarafından bir “isyan” olarak telakki edildiğinden, şiddet yöntemiyle kan dökerek bastırılma yoluna gidildi.

Sivil tepkilere karşı en kanlı eylem “kıyafet devrimi” adı verilen şapka iktisası hakkındaki kanunun yürürlüğe girmesi ile başladı. Nitekim cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal 22 Ocak 1923’te Bursa’da;

“ Kan ile yapılan inkılaplar daha muhkem (sağlam) olur, kansız inkılap ebedileştirilemez.” Demiştir. Bunun yanı sıra Harbiye marşında;

“Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti” mısrası yer bulmuştur. Yine aynı şekilde Şapka İnkılabını tanıtmak için gittiği Kastamonu’da Mustafa Kemal, şapka giymek istemeyenleri kastederek;

“Bu kadar yüksek ve önemli amaca ulaşabilmek için, gerekirse bazı kurbanlar verilir.” Demekten kendini almayacaklardır.

Ve zaman içinde devrim denen şey önüne kim çıkarsa dozer gibi ezdi arkasında gözü yaşlı bir yığın insan bıraktı. Hatta şapka giymeyenler asıldı ve halka teşhir edildi.

Ne diyelim Allah akıl sağlığımızı muhafaza etsin.

 

YORUMLAR 3
  • v.ali 6 yıl önce Şikayet Et
    hayır hayır işin özü öeti şu batılılara verilen söz : siz bize emaneti verin ilelebet emrinideyiz sizin adınıza ne isterseiz yaparız.bize yardımcı olun islamı sırdışına çıkarırız siz den gelen çümle emir başımız üstüne namuz ve şerefimize söz veririz.yeterki arkamıza dayanın.0/099 lada gelseler ikdidar yaptırmayız. mesele bu lozan meselesi....
    Cevapla
  • mizan 6 yıl önce Şikayet Et
    Keferenin yaptığı öyle olur elbet.
    Cevapla
  • murat bozkurt 6 yıl önce Şikayet Et
    Ve bu partinin başkanı ise chp'li değil.
    Cevapla