Ahmet Anapalı
Ahmet Anapalı
HABER7 YAZARI

Ekonominin konuşulduğu şu günlerde biz de Lozan’daki ekonomiyi konuşalım mı? “2”

GİRİŞ 06.10.2018 GÜNCELLEME 08.10.2018 YAZARLAR

Perşembe’den devam;

Lozan Konferansı’nda Yunanistan ile Türkiye arasında savaş tazminatının konuşulduğu bir süreçte gözlemci ve masanın hakimi olarak masada oturan İngiliz Temsilci Lord Curzon Türkiye temsilcisi İsmet İnönü’ye diyor ki;

 

 

“Siz bu tazminat konusunda Yunanistan’a esnek davranın ki, biz de size, bize olan borçlarınızda esnek davranalım.”

Bu inceden tehdide Türk heyeti geri adım atarak cevap verdi ve bu konuda yüzde yüz haklı olmamıza, dünyanın tüm hukuk sistemlerine göre haklı olmamıza ve hatta Yunan vekili Venizelos’un vicdanında bile haklı olmamıza rağmen en hafif tabirle siyasi basiretsizliğimizden dolayı bu durumu lehimize çeviremedik ve hiçbir şey alamadan elimiz boş döndük.

Yani hem dayağı biz yedik, hem hesabı biz ödedik. Hey gidi zavallı, aç, hasta ve yorgun Anadolulu, elin Yunanını dünya savunurken, seni savunsun diye Lozan’a gönderdiğin ekip bile senin hakkın için masaya yumruk vurmuyorken, vuramıyorken senin hakkını kimler savunacak?

Görüşmelerin ilerleyen safhasında Türkiye’den, Türkiye’ye verdiği zarardan dolayı özür dileyen Venizelos sözüne “ama” ile devam ederek demiştir ki;

“… Evet biz Türkiye’yi yakıp yıkarak büyük zararlara uğrattık ama, bunları siz bize karşılık veriyorsunz, bizim işgalimizi kabul etmiyor ve direnç gösteriryorsunuz diye yaptık. Siz bizim Anadolu’daki varlığımızı kabul etseydiniz biz oraları yakıp yıkmayacak, harabeye çevirmeyecektik. Yani, evet biz suçluyuz ama siz de bizim kadar suçlusunuz…” [1]

Bunlar ne pervasız ve ne utanmaz sözler değil mi? Savaşın çıkmasında ve zararların büyümesinde Türkiye’nin de suçlu olduğunu söyleyecek kadar çılgın, pervasız ve ahmakça söz edebiliyorlar. Bu sataşmalara karşı söz alan İnönü ise sadece;

“…Bizim yaptıklarımızı kim olsa yapardı demekle yetiniyor…” Ne anlaşılmaz bir

durum değil mi?

Bilindiği gibi, Osmanlı devleti, tahvil çıkartmak suretiyle en fazla dış borcu Fransa’dan almıştır. Lozan’da bu Osmanlı borçları meselesi gündeme geldi. Çoğunluğunu Fransızların teşkil ettiği bu alacaklılarla Türkiye arasındaki müzakereler bir hayli uzadı ve zaman zaman gerginliklere sebebiyet verdi. Nihayet 13 Haziran 1923’de imzalanan anlaşmalarla ödenecek borcun miktarı ve ödeme şekli bir formüle bağlandı. Bu anlaşmayla Osmanlı Duyun-u Umumiye’si de tamamen tarihe karışıyordu[2].

Osmanlı borçlarının doğduğu günlerde Osmanlı 13 milyon km. idi. Avrupa devletlerine borçlanılarak alınan bütün paralar Yemen’den Orta Avrupa ovalarına kadar, o zaman ki bütün şehirler ve kasabalarımızın imar ve müdafa ihtiyaçlarına sarfedildi. Hatta bu borçlanılarak elde edilen paraların büyük bir kısmı, Osmanlı’nın Avrupa kıtasında bulunan ve Lozan esnasında Türkiye’den kopmuş olan topraklara harcandı.

Yani Osmanlı’nın aldığı dış borcu adil bir biçimde bizden ayrılan ülkelere de bölünmesi gerekirken biz bu borcun % 60’ına sahip çıktık ve ödemeyi taahhüt ettik. İki yüz yirmi milyon altın İngiliz sterlini olan borcumuz 1952’ye kadar periyodik olarak ödendi.

Halbuki 13 milyon km. iken aldığımız ve tüm Osmanlı coğrafyasına dağıttığımız bu borcun, Lozan’a oturduğumuzda elimizde bulunan 770.000 km lik kısmını yani toplam borcun %5’ini ödememiz gerekirdi. Ama İsmet Paşa, bu dış borcun % 60’ına sahip çıktı. Bu durumu anlamak mümkün değildir.

Bizim Lozan’da siyasi uzmanımız olmadığı gibi iktisadi uzmanımızda yoktu. Lozan’a mali ve iktisadi işler uzmanı olarak 3. Başkan Hasan Saka isminde konuya uzak biri gönderildi. Rıza Nur hatıralarında Mali İşler Uzmanı 3. Başkan Hasan Saka ile ilgili bir hatırasını paylaşmış. Bakın ne diyor;

“… İsmet şiddetle Hasan’ın aleyhinde. Bu eşek herifi nerden başımıza sardık diyor. Türlü küfürler ediyor ama bu konuda yerden göğe kadar hakkı var. Mesela bir gün ismet Hasan Saka’ya  dedi ki;

…Hasan Bey, bizim Avrupa’dan aldığımız borç ne kadardır?

Hasan, hesaplayayım da söyleyeyim dedi ve gitti. Bir müddet sonra geldi ve;

…Yüz elli milyon lira dedi.

Bir hafta sonra İsmet, Hasan’a bir daha dış borcumuzu sordu. Hasan yine bir hesap edeyim de öyle söyleyeyim dedi. Gitti bir müddet sonra geldi.

…Doksan dokuz milyon lira dedi. İsmet kızdı,

…Hasan Bey, bir hafta evvel yüzelli milyon lira diyordun. Şimdi Doksandokuz milyon diyorsun. Bu nasıl iş? Bunun hangisi doğru? Fark yüzler binler, yüzbinler olsa iyi ama hayır arada milyon liralar var dedi. Hasan ne cevap verse iyi;

…Ben ne yapayım canım, o zaman hesapladım öyle çıktı, şimdi hesapladım böyle çıktı.

Bu adam güya hesap ve maliye uzmanı. Hadi görülüyor ki uzmanı olduğu maliyede sıfır, ama şu soruya verdiği cevaba bakın. Ne kadar adi ve ahmakça…”[3]

İkinci Bölümün Sonu.

[1] Kadir Mısıroğlu, Lozan Zafer mi Hezimet mi?., s. 290-294

[2] Lozan’daki 1928 Osmanlı Borçları Antlaşması için bak: Düstur 3. Tertip, 10.Cilt, s.48-122 ve 122-125.

[3] Dr. Rıza Nur, Lozan Hatıraları., s. 1117.

YORUMLAR 1
  • İsmail 5 yıl önce Şikayet Et
    Allah razı olsun,Yalan söyleyen tarih utansın..
    Cevapla