Avrupa büyük bir çıkmaza girdi! Seçimlerde oy kullanımı gittikçe düşüyor!
Yasadışı mülteci dalgası, İslam karşıtı hareketlerde yükseliş, Rusya tehdidinin yeniden alevlendirilmesi, nüfusun azalması ve post modern hayat tarzının belirsizliği. Avrupalı seçmende bir temsiliyet problemi olduğu aşikar.
Nüfus sebebiyle tıpkı ülkemizde olduğu gibi Avrupa'da da doğrudan demokrasi değil seçilen vekillerin seçmen adına kararlar aldığı temsili demokrasi sistemi uygulanıyor.
Liberal felsefeyle uyumlu olduğu söylense de çoğunluğun haklı olduğu söylemi oldukça karışık bir konudur.
Nitekim, Avrupa'yı savaşa sürükleyen faşist yönetimlerin büyük bir bölümü de halk onayını kazanmış diktatörlerden oluşuyordu.
Farklarıysa, alternatif sesleri susturmak için muhalefet partilerini susturmak olmuştu.
Halkın doğrudan yönetiminin sınırlı bir role sahip olduğu konusuna dönecek olursak bunun en büyük örneklerinden biri 2016'daki Brexit referandumunda görülebilir.
İngiltere referandum sonucunda Ortak Pazar ve Gümrük Birliği Anlaşması'ndan çekildi.
AB ülkeleriyle ticaret halindeki şirketler yeni kural ve bürokrasiyle karşı karşıya geldi.
Dolayısıyla İngiltere'nin AB'ye yönelik ticareti azaldı.
"Değişen Avrupa'da Birleşik Krallık" isimli düşünce kuruluşu yayımladığı raporda, Brexit olmasaydı İngiltere'deki yatırımların bugünkünün yüzde 25 üzerinde olacağı değerlendirmesi yapıldı.
Milyonlarca kişi zararlı etkileri görmüştü ancak hayır oyu vermelerine rağmen, karşıt görüş daha fazla olduğu için, ülke ve dolayısıyla toplum olarak zorluklarla yüzleşmek zorunda kaldılar.
Ancak demokrasinin en doğru sistem olduğu görüşü "çoğunluk tarafından" kabul görmüşken, Avrupa'da nasıl bir kriz yaşandığı konusuna odaklanmakta fayda var.
AVRUPA'DA DEMOKRASİ KRİZİ YAŞANIYOR!
Sussex Üniversitesi'nde sosyoloji profesörü olarak görev yapan Gerard Delanty son yıllarda demokrasinin krizde olduğunu ifade ediyor.
Demokrasinin tehlike durumunda bulunması için temelde iki unsur var.
Bunlar; temsiliyet problemi ya da hukukun üstünlüğü ilkesinde büyük bir kriz olarak görülebilir.
Süper güçlerin ve bölgesel etkileri yüksek olan ülkelerin büyük bölümünde otoriterliğe doğru bir yönelim görmek mümkün.
İsrail'de tüm muhalefete rağmen savaşı devam ettiren Netanyahu yönetimi, Almanya'da gençleri askerliğe teşvik eden Scholz hükümeti;
Hindistan'da aşırı sağcı Modi'nin islam karşıtı eylemlere göz yumması ve dahası...
Avrupa Parlamentosu seçimlerine bakıldığında da aşırı sağın yükselişe geçtiğini görmek mümkün.
Yabancı karşıtlığını savunan partiler, 2023 yılında Hollanda'da ve 2024 yılında Avusturya'da hükümet kurma noktasına geldi.
Bu nedenle otoriterlik hayaletinin dikkatle değerlendirilmesi ve nedenlerinin bulunması gerekiyor.
Eğilimlerin faşizme yönelik artan sempati ve mantık çerçevesinden ziyade, bir temsil krizinin ifadesi olduğu düşünülebilir.
Halkın siyasetçilere olan güvensizliği artmış durumda.
Seçimlere katılım oranları ve siyasi partilere üyelikler azalıyor.
Bilhassa gençler siyaset sahnesinden çekiliyor ve demokrasi konusunda yaygın bir kayıtsızlık var.
Bozuk bir dünyanın düzeltemeyeceği inancı da gün geçtikçe yayılıyor.
İsrail'in işlediği soykırım, Suriye'deki saldırılar, Ukrayna'daki savaş, gençleri umutsuzluğa itiyor.
GENÇLER AŞIRI SAĞA YÖNELDİ. LİBERAL GÖRÜŞ ÇÖZÜM ÜRETEMİYOR
Yönetimlere karşı duyulan hoşnutsuzluk şikayetlerin dile getirilmesini engellemiyor.
Bu durum umudun ölmediğinin bir işareti ancak hoşnutsuzluğun tezahürü tehlikeli noktalara ulaşabilir.
Toplumsal hayattan memnun olmayan Avrupalılar iktidardaki ya da sol görüşe sahip ana akım partilerin aleyhine olan düzen karşıtı tutumlar şeklinde kendini gösteriyor.
Aşırı sağ, bu meşruiyet krizinden faydalanıyor. krizin ana nedeni değil..
Zaten bu tip partiler hükümete girdikçe düzen karşıtı olma özelliklerini de yitiriyorlar.
İtalya'daki Meloni iktidarı bunun en büyük örneği.
Her ne kadar ülkeye girişlerde vize sistemi sıkılaştırılmış olsa da İtalya'da "korkulan" olmadı.
Faşist liderin iktidarı İtalya'yı Mussollini dönemine döndürecek yorumları yapılırken;
Roma'nın ABD'yle paralel bir şekilde Ukrayna'yı desteklediğini ve birçok uygulamada önceki iktidarlar gibi davrandığını gözlemledik.
Demokrasinin işlemesi için görüşlerin tatmin edilmesi gerekiyor.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra demokrasi ile yumuşatılan kapitalizmin kolektif çıkarlar ile bireysel çıkarlar arasında bir denge kurduğunu söylemek mümkün.
Ancak zaman içinde özellikle Avrupa'da kolektif çıkarlar giderek aşınmış durumda ve neoliberalizm dönemiyle birlikte bireysel çıkar siyaseti meşruiyet kazandı.
Bireysel çıkarların kısa vadeli hızlı çözümlerle tatmin edilmesi, uzun vadeli hedefler belirlemeyi gerektiren kolektif çıkara göre daha kolay olduğu için de;
Bu görüş kendisine oldukça geniş çapta destek kazandı..
Fakat zaman ilerledikçe birçok insan kendi bireysel çıkarlarının seçilmiş temsilciler tarafından temin edilemediğini düşünüyor.
Avrupa'da vatandaşların talep ve beklentilerinin artık siyasi temsil tarafından karşılanamaması önemli bir sorun olarak ön plana çıkıyor.
Bu durum kolektif çıkarlara yönelik bir arzunun olmadığı ya da bireysel çıkarların temini noktasında dayanışma yokluğu anlamına gelmiyor elbette.
Aksine, kolektif çıkarlara hizmet edilmesi için giderek artan bir talep mevcut..
Bireyin önemini savunan görüş bir anlamda zengin linçine doğru ilerlemeye başladı..
Sorun daha ziyade, demokratik temsil kurumlarının kısmen gerçekleştirilmesi daha kolay olan eski taleplerin ötesine geçiyor.
İklim politikaları ve daha karmaşık bir hal alan insan hakları gibi yeni beklentiler de kapıda.
VATANDAŞLAR BİLİNÇLENDİKÇE BÜYÜK BİR ÖLÜMÜ SİYASETTEN UZAK DURMAYI SEÇİYOR
Vatandaşların bilinçlenmesi daha fazla şüpheciliğe ve güvensizliğe yol açıyor.
Tüm bu eğilimler, siyasi partilerin ve siyasi liderlerin devletin bekçileri olma imajlarını kaybettiği bir dönemde ortaya çıkıyor.
Demokrasiler aynı zamanda hızlı kapitalizmin aksine çoğu zaman çok yavaş olma tuzağına da düşmüş oluyor.
Bu durumda kutuplaşmanın, atomizasyonun artması ve siyasetin korku ya da kişilik kültü tarafından dönüştürülmesi şaşırtıcı değil.
Ortaya çıkan istikrarsızlık henüz bir yönetim krizine yol açmadı, çünkü koalisyonlar en azından şimdilik aşırı sağın mutlak bir iktidar çoğunluğu elde etmesini engelleyebiliyor.
Ancak bir çözüm bulunmazsa, Avrupa'da aşırı sağın giderek güçleneceğini söylemek mümkün.
Zira tatmin olmayan bireylerin kolektivizme yönelmesi oldukça rasyonel.
Temel gerçek, mevcut sistemin temsil ve vatandaş beklentilerinin özdeş olmadığı kritik bir kavşağa ulaşmış olmasıdır.
Bu durum, birçok ses tarafından doldurulan belirsiz bir boşluk yaratıyor.