Virüsler hangi resmi dili konuşur?
Bugün dilini henüz tam öğrenemediğimiz bir ‘tehdidi’ bir kez daha en azından kendi dost çevremin gündemine getirmeyi görev biliyorum. Bu tehdit Türk ve Kürt ayrımı yapmıyor. Hangi dili konuştuğunuza bakmıyor. Bu tehdidin her yıl öldürdüğü Kürt ve Türk sayısı, terörün öldürdüğü Kürt ve Türk sayısından en az 10.000 (yazıyla, on bin) kat daha fazla. Terörü ya da terör kurbanı insanlarımızın kaybını küçümsediğim gibi bir yanlış anlama olmayacağını umarak soruyorum bu insan kaybı hangi Türkçü ve Kürtçünün umurunda...?
Bundan yaklaşık 1,5 yıl önce ‘’Olmaya tehdit cihanda virüs gibi...’’ başlıklı yazıyla virüs tehlikesine ucundan kıyısından temas etmiştim. New Yorker dergisinde okuduğum bir makalenin üstüne ABD’nin Virginia ve Connecticut eyaletlerinde geyik avcılarının parmaklarında garip görünümlü yaralar yapan bir virüse rast gelindiği haberleri de gelince, bir kez daha bu tehdide dikkat çekmek vacip oldu.
Bırakın Kürtü ve Türkü, hiçbir insanı diğerinden ayırmayacak bir tehdit. Irkçı kafatasçı arkadaşlarımı üzmek istemem ama insan soyu ‘genetik’ olarak çoğulcu bir tür değil. Bu sebeple dünyanın bir köşesinden bir tek insanı öldürebilen bir hastalık dünyanın en uzak köşesindeki bir başka insanı da öldürebilir.
Kıyametvari bir tehdit
Şu anda yeryüzünde viral bir salgından daha yakın daha ciddi daha yok edici kıyametvari bir küresel tehdit yok insan soyu için. Henüz adını bilmediğimiz bir virüsün bir hayvandan bir insana sıçramasına bakıyor bütün olay. Nükleer tehdit bile bu kadar yakın ve ince bir dengede değil. Şu anda dünyanın en önde gelen virüs avcılarından biri olan Nathan Wolfe, ‘’Yakın gelecekte milyonlarca insanı hangisinin öldürmesi muhtemel? Nükleer silah mı, virüs mü? Eğer yarın Las Vegas’a gitsem ve bundan sonraki toplu katliamın sebebi üzerine bahse girsem bütün servetimi virüse oynarım’’ diyor ve ekliyor: ‘’HIV gibi bir virüsün kontrolden çıkmasıyla başedecek potansiyelimiz yok’.
1995 yılı yapımı Outbreak(salgın) filmi, 2 yıl önce kaybettiğimiz Nobel ödüllü moleküler biyolog Joshua Lederberg’in, ‘Yeryüzü üzerinde insan varlığının devamını engelleyecek biricik tehdit virüstür’’ lafı ile başlar. Filmde, Zaire’den California’ya yolculuk yapan şirin mi şirin bir maymunun taşıdığı ve bulaştığı insanı 2-3 günde öldüren ‘motaba virüsünün’ ürkütücü yayılma senaryosu anlatılır.
Filmin çekildiği tarihe göre erken bir kehanet, ancak Sars, Ebola ve Domuz gribi fırtınalarından sonra artık çok daha açık ve yakın bir tehlike virüs salgını. Virüslerin kökeni hakkında çok fazla bilgimiz yok çünkü bu yaratıklar fosilleşmiyor. Canlı sayılıp sayılmayacakları bile tartışmalı. Çünkü metabolizmaları yok. Vücudumuz bunlar ve bakteriler gibi mikroplarla dolu. Ortalama insanın vücudunda hücre sayısının 10 katı mikrop var.
‘’Onca ciddi politik konu dururken şimdi mikropla mı uğraştıracan bizi. Başımıza Tuncay Kantarcı kesilme’’ diye çıkışacaklarla bu noktada vedalaşıp kalan dostlarla bir sonraki sahneye geçiyorum.
1967 senesinde Beyaz Saray’ın toplantı odası... Birleşik Devletler Askeri Başhekimi (Surgeon General) William Stewart, toplantı halindeki ülkenin en yüksek tıp heyetine ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın huzurunda, ‘’Bulaşıcı hastalıklar defterini kapatmanın zamanı geldi’’ diye gururla seslenmekte... Çünkü en azından Batı dünyasında, çocuk felci, tifo, kolera ve hatta kızamık tarih olmuştur. Her hangi bir savaştakinden çok daha fazla insanı öldüren çiçek hastalığı da çok geçmeden bu listeye katılacak.
‘Bulaşıcı hastalıkların kökünü kazıdık’ efsanesi
Ancak askeri hakimin ‘bulaşıcı hastalıkların kökünü kazıdık’ övünmesinin boş bir efelenme olduğu 20–30 yıl içinde ortaya çıkacaktı. 1967’den sonra hayvanlardan insanlara en az 50 tehlikeli virüs daha bulaştı. Bunların bazısının ismine adını duyunca bizi ürkütecek derecede aşinayız (Ebola, Sars,). Bazısı ise halen lokal kalabildiği için çok fazla insanın ilgi-bilgi alanına girmiş değil...
Şimdi, 25 yaşına kadar olanlarımızı ‘bir yaş daha büyüme’ heyecanı, 25’inden sonrakileri ‘bir yaş daha yaşlanmış sayılma’ endişesi içinde olduğu yılın şu gününde sizi Kamerun’un güneydoğusundaki ormanlar içindeki Mindourou adlı bir köyün toprak yolundaki bir başka sahneye davet ediyorum.
Arabada, Küresel Viral Gelişme Tahmin Merkezinin (Global Viral Forecasting) müdürü biyolog Nathan Wolfe ve birkaç meslektaşı ile New Yorker dergisinden Michael Specter var. Başkent Yaounde’den çıkalı yaklaşık 10 saat olmuş. Merkezin, Afrika tropik ormanlarında ölümcül virüslerin gelişimini takip etmek için kurduğu ‘virüs karakollarından’ birinin bulunduğu Ngoila köyüne gitmekteler. Derken yanlarından bir Çin yapımı motorsikletle Kamerunlu bir çift geçer. Arkada oturan kadını gösterir Wolfe, New Yorker muhabirine. Kadın bir eliyle motorsiklet sürücüsünün belini sarmalarken diğer eliyle bir bölgede sık bulunan bir maymunun leşini kuyruğundan tutmaktadır. ‘’Bu maymunlar virüs ambarıdır’ diyor Wolfe muhabire. Kamerunlu çift, maymunu köyün pazarında satmaya götürmekte.
Türkçe’de tam bir karşılığı var mı bilmiyorum ama yenilmesi gelenek olmayan, maymun, şempanze, kirpi, karıncayiyen gibi yabani hayvanların etine İngilizce’de ‘bushmeat’ diyorlar. İnsanoğlu aslında bu tür hayvanları binlerce yıl boyunca yemiş. Afrika’nın bu köşesinde ise bu halen çok yaygın. Bu insanların nerdeyse biricik protein kaynağı bu tür et. Michael Specter, sadece Orta Afrika ülkelerinde yılda 2 milyon ton ‘bushmeat’ tüketildiği bilgisi veriyor.
Pazarlardaki maymun ölüleri
Motorikletli çiftin taşıdığı kuyruklu maymunlar insanları etkileyen birçok virüs taşıyan canlılar. Mesela ‘t hücreli lösemi’ virüsü. Tabii ki alternatifi açlık olan bu insanları, ‘’durun canlar, bu maymunların etleri, size, atalarınıza dedelerinize olduğundan çok daha büyük tehdit’’ diye ikna etmek zor.
Yaklaşık 10 yıldır Afrika cangıllarında virüs avcılığı yapan 40 yaşındaki Nathan Wolfe, ‘’Böyle sokaklarda pazarlara taşınan maymun ölülerini gördüğümde patlamaya hazır dolu bir silaha bakıyormuşum hissine kapılıyorum. Beni korkutuyor.’’
Şimdi bu virüs tehdidi artık sadece o Afikalı için değil hepimiz için geçerli. Bugüne kadar 30 milyon kişiyi öldüren ve iki katı kişiyi de etkileyen HIV (Human İmmunodeficiency Virus – İnsan bağışıklıkyetmezliği Virüsü) mesela... Acquired İmmune Deficiency Syndrome (Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) ya da bilinen adıyla AİDS hastalığına neden olmakta virüs. HIV, yaklaşık yüz yıl kadar önce Kamerun’da bir şempanzeden onu avlayan, kesip satan ya da yiyenin kanına bulaşarak hayatımıza girdi.
Michael Specter, Kamerun, Kongo’daki gezilerinde gittikleri köylerde, kasapların, avcıların goril, şempanze, maymunları maskesiz eldivensiz kestiklerine şahit oluyor. Wolfe ve ekibi bu incelemeleri sırasında maske takıyor eldiven giyiyor ama Afrika köylüsünü ikna etmek zor. En azından ormanlarda kendi kendine ölmüş hayvanları almamaları konusunda ikna etmeye çalışıyorlar. ‘’Onu öldüren sebep sizi de öldürebilir’’ diyorlar ancak inandırması, yılların alışkanlığını değiştirmesi zor.
Virüs, sadece enfekte ettiği hücre kadar gidebilir. Bu nedenle de insanlık tarihinin büyük bölümünde virüslerin çoğu mahalli alanda kaldı. Specter, birkaç yüzyıl önce HIV insana bulaşsaydı, o insanı öldürürdü en azından sadece o köyü etkilerdi diyor. Ancak şimdi o maymunu daha büyük kasabalara satmaya götürenler, oralardan Paris’e New York’a restoranlara uçaklarla gönderenler var. Afrika’da yeni yollar ulaşım imkanları sadece insanlar için artmıyor aynı zamanda virüslerin de dolaşımı daha kolay hale geliyor.
Bizi virüslere yakınlaştıran neden
Aslında yer yüzünde geçen yüzyılda başlayan ve devam eden orman katliamı da tehlikeli virüslerle bizi daha yakın kılıyor. Çünkü ormanlar azaldıkça bu tehlikeli virüsleri taşıyan yabani hayvanlarla insanların karşılaşma ihtimali de artıyor. Richard Preston, 1994 yılında yayınlanan The Hot Zone kitabında, ‘’Muhtemelen biyosfer, 5 milyar insan fikrine sıcak bakmıyor. İnsanlardan parazitlerle kurtulmaya çalışıyor. AIDS, yağmur ormanlarının onu yok eden insandan intikamıdır.’’ diye yazıyor.
Ancak Wolfe, iletişim ve ulaşım imkanlarındaki gelişmeler bu virüslerin yayılmasını kolaylaştırdığı gibi, bunlarla mücadeleyi kolaylaştırmak için de bir fırsata dönüşebilir ümidinde. Daha çok virüse daha çok bilgiye ulaşıyoruz. Virüslerle ilgili kümülatif bilgimiz artıyor.
Nathan Wolfe, tıp dünyasının bulaşıcı viral hastalıklar karşısındaki halini, 1960’lı yıllardaki kalp rahatsızlıklar karşısındaki durumuna benzetiyor. Yani doktorların, kalp krizi geçiren kişinin hastaneye yetiştirilmesini bekleme ve ancak ondan sonra onu kurtarabilmek için bazı çabalar harcamaktan başka pek fazla birşey yapamadığı yıllar… Ancak, beslenme ve sigaranın etkileri, tansiyon hakkındaki bilgiler derinleştikçe, kalp rahatsızlıklarına tıbbın müdahalesi, ‘tedavi’ ile sınırlı olmaktan çıkıp önleyici boyuta da geçti.
‘’Risk nedir biliyorsanız, göreviniz onu düşürmenin yolunu bulmak. Ve viral salgınlarla ilgili risk nedir bilmeye başlıyoruz artık yavaş yavaş. Ancak halen çoğu zaman riski bildiğimizde çok geç kalmış oluyoruz. Bakın H1N1 virüsüne (domuz virüsü). Dünyada yüz milyonlarca insan bulaştı kısa sürede.’’
Domuz Gribi virüsü vakası
Domuz gribinin çok fazla insana bulaşmakla beraber çok öldürücü olmadığı ortaya çıktıkça, ‘bütün o gürültü fos çıktı’ diye dudak bükenleriniz olabilir. Devletlerin, hükümetlerin, medyanın konuyu abarttığı, olabildiğince insanı aşılama gayretinin lüzumsuz olduğu şeklinde yığınla söylentileri kapladı ortalığı. Wolfe diyor ki, ‘’Bu kesinlikle yanlış, yanlış, yanlış, yanlış bir yaklaşım! Yanlış! Yetkililer de medya da ne yapması gerekiyorsa onu yaptı. Her ne kadar bu salgının kısa sürede küreye yayılmasına engel olamasa da… Eğer H1N1 çok daha öldürücü olsaydı on milyonlarca insan ölmüştü. Çok şanslı bir virüse denk geldik. Kendimizi kandırmayalım. Böyle şans her zaman karşımıza çıkmaz.’’
Daha sonra Wolfe, Specter’ı yarasaları görmeye davet ediyor. Bu uçan memeliler, yer yüzündeki en kayda değer virüs kaynaklarından biri. Birçok virologun hayatı laboratuvarda geçiyor. Ancak Specter, Wolfe’un, 20’nci yüzyıl biyologlarından çok 19’ncu yüzyıl kaşiflerine benzediğine dikkat çekiyor. Bir keresinde sıtmaya yakalanmış ve ölüm sınırına gelmiş. İnsanoğlunun, 10 bin yıl önce yerleşik tarım düzenine ve hayvan evcilleştirmeye başlamasıyla tanıştığı ölümcül virüslerle ilgili herşey onun hayatı olmuş durumda. Sadece Orta Afrika değil, birçok salgının sık sık başladığı Çin, Malezya, Madagaskar ve Laos da onun ve ekibinin çalışma alanlarından. Son 10 yılda avlanarak beslenen 150 binden fazla kişiden ve onların yedikleri hayvanlardan kan örnekleri almışlar.
Wolfe ve ekibi deprem uyarı ekibi gibi salgınları henüz patlamadan insanlığa duyurmanın yollarını tedbirlerini arıyor. Örneğin son zamanlarda yayılmaya başlayan ‘’simian foamy virüsü (SFV)’’. AIDS’e de dönüşebilen bu virüs, gorilla ve diğer maymunlarla kontağa geçenlerin yüzde birine bulaşıyor. Bu da bölgede binlerce kişinin hastalanmasına neden olabilir. Retrovirus (RNA) ailesinden olan bu virüs henüz hastalık belirtileri göstermese de, tıpkı HIV virüsü gibi yıllar içinde öldürücü sonuçlarıyla karşılaşmak mümkün.
Wolfe’un bir büyük amacı var. Virüslerin genetik bilgilerine ait bir havuz oluşturup, birgün bütün virüslerde ortak olan bir genetik özelliği keşfetmek. Böylece standart bir aşı geliştirmek mümkün olabilir. Ancak insanoğlu böylesi bir neticeden henüz çok uzak. Özellikle yakın gelecekte biyolojik silahların çok daha etkili olacağını öngören askeri unsurlar, böylesi çabaların yoğun şekilde içinde. Wolfe da araştırmalarına, raporlarına Savunma Bakanlığı uzmanlarının ve askerlerin büyük ilgi gösterdiğini belirtiyor.
‘’Virüslerin insanlara nasıl bulaştığı hakkında bilgimiz arttıkça onları durdurma kapasitemiz de artabilir.’’ diyor Wolfe. Ancak insanoğlu için bugün bir viral salgını ortaya çıkmadıkça bilmek çok zor, salgın başlamadan müdahale etmek ise ondan da zor. ‘’Bir tek virüs insan hücresine nasıl yerleşiyor?’’ , ‘’Neden bazı virüsler diğerlerinden daha öldürücü?’’ bu tür soruların çoğunun henüz bir cevabı yok. Wolfe virüslerin de yılanlar gibi, kötü niyetli, zehirli, öldürücü türleri bulunduğunu aktarıyor.
İyi huylu virüsler de kötüleşiyor
Aslında, tıpkı yılanların çoğunun zararsız olması gibi tehlikeli virüsler de nadir. Virüsün zararlı sınıfı içine girmesi için bazı biyolojik engelleri aşması gerek. En başta bağışıklık sistemimizde sicilinin temiz olması gerek. Bu sistemi koruyan antikorlardan yakasını sıyırabilmeli. Ve insanı hasta edebilmeli. Son olarak, etkili şekilde bulaşabilmeli. Öksürükle, öpmeyle, el sıkışmayla… Virüslerin çoğu bu kriterlerden birini, bazısı ikisini çok azı üçünü birden gerçekleştirme kapasitesine sahip. Wolfe, bu noktada dikkatimizi HIV’e çekiyor: ‘’Eğer bu öldürücü virüs, grip gibi öksürükle bulaşıyor olsaydı, yer yüzünde kaç insan kalırdı düşünebiliyor musunuz?’’
Daha kötüsü, iyi huylu olan virüsler sonradan kötü huylu bir virüse de dönüşebiliyor. Bilgimiz çok zayıf. Wolfe devam ediyor: ‘’19’ncu yüzyılda bir an geldi ki o kadar çok memeli yeni hayvan türü ile karşılaşıldı ki bilimadamları, bu gezegendeki hayvan türlerinin bir listesini yapmamız asla mümkün olamayacak ümitsizliğine kapıldı. Memeli hayvanlar için bu endişe artık komik kalıyor. Günümüzde yeni bir hayvan türü keşfedebilmek için nerdeyse bütün hayatınızı bu uğurda harcamanız gerekebiliyor. İşte virüsler hakkında da biz şimdi 19’ncu yüzyıldaki bilimadamlarının noktasındayız.
Biz virüsleri mi, onlar bizi mi fethedecek?
Bu mümkün mü? Birgün virüslerin de tümünü deftere kayıt edebilecek miyiz? Celtech’in Nobelli rektörü David Baltimore, Michael Specter’e, ‘’Virüsleri tamamen fethedebileceğimizi söyleyemem ama onların da bizi tamamen fethedememesinin yolunu bulabiliriz’’ diyor.
Gitmeden bir hakkı da teslim edeyim. Amerikalı araştırmacılar virüsleri tararken, Amerikalı sivil yardım kuruluşları da bir yandan Orta Afrika’da beslenme ve tarım programları konusunda çalışmalar yapıyor. Medyası, ‘uzun demeden’ enine boyuna bunları yazıyor. Bu ‘uzun’ yazıları yayınlayan dergiler ülkenin en itibarlı en çok okunan dergileri oluyor. Politikalarına ne kadar kızarsak kızalım, ‘küresel güç’ olmanın hakkını başka herkesten fazla veriyorlar. Aydınları, bilimadamları, medyası, ‘küresel sorunlarla’ başka her milletin aydınından, bilimadamından, medyasından daha fazla ilgileniyorlar.
Sizlere, güzel ülkeme, tüm insan kardeşlerime, biricik dünyamıza ‘kötü huylu virüssüz’ yıllar dilerim.
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
-
Halil Büyüktufan 14 yıl önce Şikayet EtNano Teknoloji. Bazı Yahudi bilim adamlarının kendileri dışında bütün insanların genlerini hedef alacak virüs çalışmaları içinde olduklarına ilişkin bilgiler özellikle Arab ırkıyla ilgili çalışmaları bilinmeyenler arasında değil. Kendi ırklarının azlığı dikkate alındığında yapabilecekleri de sürpriz olmaz. Sayın yazarın bu yazısını bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda var.Ayrıca sayın Cemal Demire bütün yazıları için teşekkür ediyoruz. Herkesin bir hesabı varsada ALLAH cc ında bir hesabı var.Bir yaprak bile olsa.Beğen
-
güven kurtul 14 yıl önce Şikayet Et****. Domuz gribindeki tantanayı, tam da yazarın tarif ettiği gibi lüzumsuz ve kasıtlı bulmuştum. Fakat Üstadın kısacık yazısı bu hususta da yeni bir bakış açısı kazandırdı her zamanki gibi. Sık yazman, sağlığımıza iyi geliyor üstat. Sanal virüslere karşı bağışıklığımız güçleniyor :)Beğen
-
baybars can 14 yıl önce Şikayet Etvirüslerde ekmek verir..... yanlız yazarımız şunu atlamış virüslerin insanları feth edip,insanların varlığını onlara bağlaı olduğu argoda,ekmeğini yiyip suyunu içtiğimiz hale gelebileceğini unutmuş olmalı,virüslerin hakim olduğu bir ülke olduğunu unutuyorsun o ülke bu ülke türkiye,güya ilerleme adına batıdan aldığı haşerat ve bilumum virüsler ve onların hakimyetini kuracakibir hayat tarzının varolduğunu bilmiyorsunuz gibi,bakın bilmem kaç senedir bizi bölmeye çalışan batıcılık son asırda,kemalizimle bizi nasıl bölmeye çalışıyorlar.Beğen
-
Eyyup KARADAĞ 14 yıl önce Şikayet EtEL CİZİRİ KÜRT BİLİME. Kendinizi mağdr gösterip Türkü Katil ilan etmen en amiyane söylemle.edep dışıdır TÜRKİYENİN ekmeğini yiyip Türkü virüse benzetmen terbiye sınırının dışındadır.bende kürt kökenli bir türk vatandaşı olarak üzüntü duydum ve sizin gibiler bu memleketin ekmeğini yiyip ,ev sahibini virüs ilan eden insanlarla dolu değüil şükürki azınlıktasınız sizin düşüncelerinizdeki insanlar.yazık bu ülkenin ekmeği yiyenleri virüslerden koruyor ki tersi zihniyet azınlıkta.VesselamBeğen
-
Kerim41 14 yıl önce Şikayet EtUzun Yazı Ne anlama Geliyor?. amerikan Medyası, &8216uzun demeden&8217 enine boyuna bunları yazıyor. Bu &8216uzun&8217 yazıları yayınlayan dergiler ülkenin en itibarlı en çok okunan dergileri oluyor. krtik nokta da burası işte. insanlar okumaya, öğrenmeye meraklı. bizde de bu yönde eğilim var ama uzun yaz(abilen)an az. cemal bey bu işin hakkını veriyor: hem uzun hem okunabilir yazılar. şunu da eklemek lazım cemal demirin kısa yazmaya başladığı gün, bittiği gündür.:) biz onu öyle sevdik.Beğen