Dağa çıkmak değil, oradakileri indirmek gerekti…
28 Şubat Soruşturması kapsamında tutuklu bulunan eski Jandarma Genel Komutanı ve eski MİT müsteşarı Teoman Koman şöyle demiş: "Önce evlad-ı Fatihan'dık, sonra evladı müdafidan olduk. Son geldiğimiz noktada evlad-ı perişan olduk. Bilseydim 50 euro verip, poşuyu takar, PKK'ya katılırdım. Dağa çıkardım, gelip barış elçisi olurdum. 80 yaşında vatan haini oldum.”
Ağustos 1988 ile Ağustos 1992 arasında Mit Müsteşarlığı ve Ağustos 1995'ten Ağustos 1997'ye kadar da Jandarma Genel Komutanlığı yapmış emekli bir orgeneralin bu sözleri söylemiş olması, öncelikle üzüntü verici.
Bulunduğu durum sebebiyle bu sözleri sarf etmek zorunda kalması üzücü olduğu gibi, aslında söylemesi gereken başka şeyler yerine bunları söylemiş olması daha da üzücü.
Vaktiyle karşı karşıya kalınan bir problemi bitirebilmek için çıkılabilecek en yüksek makamlara kadar çıkmış birisi konuşuyor çünkü.
Poşu'nun fiyatı 50 Euro mudur, bilmiyoruz. Ama, vaktiyle çok önemli pozisyonlarda bulunmuş olan E. Orgeneral Teoman Koman'ın; dağa çıkmaktan bahsetmek yerine, birilerinin dağa çıkmaması için ve dahası dağdakileri bir şekilde indirmek için gerekenleri neden yapmadığı ya da yapamadığını anlatması, daha ilgi çekici olurdu.
Vaktiyle namaz kılmayı yasaklatmış olmasının derin sebeplerini, 28 şubat hengamesi sonrası batan bankaların birisinde yönetim kurulu üyeliğinin anlamını, Susurluk meselesi sırasında kendisini bildiklerini anlatması için çağıran TBMM Komisyonunu neden takmadığını da anlatabilirdi…
Bunları anlatmayacağını tecrübe ile biliyoruz. Ancak hiç değilse, hal şeklini beğenmediği anlaşılan meselenin nasıl halledilebileceği yönünde bazı fikirler ortaya koyabilirdi…
Problemlerin varlığı konusunda hemfikiriz. Ancak çözüme sıra geldiğinde işler biraz karışıyor.
İşlerin karışmasının esas sebebi, ideal olanla reel olanın -aslında tabii olarak- bir türlü uyuşmaması ile alakalı. Terörün bitirilmesi için sürdürülen barış çabaları konusunda itirazları olanlar, kendilerine göre ideal olanı dile getiriyor ve olup biteni kabul etmediklerini vurguluyorlar.
Tabii kendilerine göre ideal olandan hareket ettikleri için de: “Tamam, istemiyorsanız böyle yapmayalım; ama mutlaka barışa ulaşmak gerektiğine göre, nasıl yapılması gerektiğini siz söyleyin” şeklindeki bir talep karşısında söyleyebilecek sözleri yok.
Terör örgütü olmasaydı iyiydi; ama var. 80'leri ortasından beri sürdürülen mücadele sayesinde terör bitirilmiş olsaydı iyiydi; ama bitirilemedi. İsteyerek ya da mecbur kalarak örgüte destek olanlar olmasaydı ne güzel olurdu; ancak onlar da var.
Tamam, bunlar kahir ekseriyet değiller ve bölge insanının büyük bir çoğunluğu da barış ve kardeşlikten yana. Ancak hepimiz biliyoruz ki, o insanları içten içe rahatsız eden bir sürü mesele var. Ve işin garibi, özellikle de mevcut çözüm girişimlerini desteklemeyen çevreler, bu rahatsızlıkların giderilmesi için atılacak adımlara da karşı çıkıyorlar.
Abdullah Öcalan'ın bile zikretmek zorunda kaldığı temel bir gerçeği, yani İslam Kardeşliği'ni ‘işe karıştırmamak' için, yıllardan beri kıvranan da onlar.
‘Haydi çözün', deniliyor; çözemiyorlar. ‘O zaman bırakın, çözebilecek olanlar çözsünler' denildiğinde de, sadece ‘öyle olmaz' diye haykırıyorlar. ‘Böyle olmuyorsa, nasıl olacağını siz söyleyin' denildiği zaman da, dut yemiş bülbüle dönüyorlar…
Terörün devam etmesini isteyenler olduğu malum. Terörün bitmesini isteyen ama mevcut hal çaresini beğenmeyenler, çözüm tekliflerini açıkça söyleyebilirlerse, diğerleri ile karıştırılmazlar hiç değilse…
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com
-
abdullah Birisi 12 yıl önce Şikayet EtYavuz Hırsız Ev sahibini Bastırırmış. Söylenecek tek laf; Yavuz Hırsız Ev sahibini BastırırmışBeğen Toplam 8 beğeni