Ufkumuzun sınırı neresi?
- Ne hacet, dedi, İstanbul'u da size verelim.
Babalarımız için Niş, İstanbul'a o kadar yakındı.
Biz eğer Vardar'ı, Trablus'u, Girit'i ve Medine'yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk.
Çocuklarımızın Avrupası Marmara ve Meriç'te bitiyor..” (Zeytindağı, Falih Rıfkı Atay)
Falih Rıfkı Atay'dan önceki nesil için Niş'in İstanbul'a çok yakın olması, O'nun neslinin Vardar'ı, Trablus'u, Girit'i ve Medine'yi bırakırsak yaşayamayız zannetmesi ve kitabın yazıldığı Cumhuriyetin ilk yıllarının çocuklarının Avrupası'nın Marmara ve Meriç'te bitmesi… Bunlar günümüz insanı için ne ifade eder?..
“İstanbul'un savunması Bosna'dan başlar” sözü mesela… Bu söz bazıları açısından bir slogan olsa da, aslında bir slogandan daha büyük anlamlar taşır… Taşımıyor olsaydı, 1992'de başlayan Sırp saldırıları sırasında İstanbul başta olmak üzere bütün Türkiye'deki yürekler bir başka türlü çarpmazdı…
Son yıllarda ülkemizin yakın ve uzak coğrafyalarla yakından ilgilenmeye başlamasının dışımızdakileri, özellikle de bu coğrafyalarla çok daha yakından ilgilenenleri rahatsız etmesi anlaşılabilir bir şey. Ancak ‘başımız derde girmesin' şeklinde izah edilebilecek samimi yaklaşımlara sahip olanları istisna ederek söylemek gerekir ki, içerden rahatsız olanları anlayabilmek pek kolay değil…
‘Türkiye kendi haline bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir' kanaatine sahip olup, bunun gereğini yerine getirenlerin içimizdeki uzantıları sayesinde, nerdeyse kendimizle ilgilenmemizin bile hoş karşılanmadığı günler yaşadık. Dışarıdan gelecek tehlikelere karşı oluşturulmuş olan yapılar, ülkemizin kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini düşünenleri baskı altında tutabilmek için kullanıldı, uzunca bir süre…
Şimdi devran değişti… Yapması gerekenlerin farkında olan bir Türkiye var artık. Daha doğrusu dünyayı tanıyan, işlerin nasıl yürüdüğünü yakından takip eden; bulunduğu konumun ve tarihinin getirdiği mesuliyetleri iyi bilen ve yapılması gerekip de yapılmayanların, gelecekte telafisi imkansız sıkıntılar doğuracağının farkında olan bir Türkiye…
Müteahhiti, tüccarı, sanayicisi ile olduğu gibi; devlet kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle, sadece eski hinterlandını değil, bütün dünyayı çalışma alanı olarak belirleyen ve oralara kardeşliği, yardımseverliği, barışı ve istikrarı götürmeye çalışan bir Türkiye'den bahsediyoruz.
Bu alanlarda sadece emperyal niyetlerini gerçekleştirmek için bulunanların, bu durumdan memnun olmalarını beklemek, abes tabii. Ancak içerden gelen benzer itirazlar üzerine biraz düşünmek gerekiyor.
Emperyalistlerin işlerini onlara bırakıp; zinhar bulaşmamak gerek diyenlere herhangi bir şey anlatabilme imkanımız yok. Onlar ülkemizin dışarıdan kumandayla daha iyi yürüyebileceğini bile düşünebiliyorlar çünkü.
Ancak, dışa dönük çalışmaları erken veya gereksiz bulanlar; bunları, haksız bir biçimde, bir tür emperyal niyet olarak değerlendirenler ya da işbaşındaki kadro tarafından yapılıyor oluşunu hazmedemeyenler, tabiatın boşluğa tahammülü olmadığını bilmiyorlar mı acaba?..
Somali'de elçiliğimizin ek binasına saldırı, Lübnan'da kaçırılan pilotlarımız ve başkaları… Bunlar olmasaydı iyiydi tabii. Ancak oldu ve korkarız başka şeyler de olacak…
Anadolu ve Trakya'ya hapsedilip, dünyaya gözlerini kapatmış bir Türkiye, teorik olarak hoş görülebilir; ancak yakın dönemde yaşadıklarımızı düşünürsek; bu durumda iken bile başımız yeteri kadar beladaydı, unuttuk mu?..
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com