Aşırı iyimserlik…
İbretlik; çünkü en azından ülkemizin milli savunma sanayini kurabilmek için atmaya çalıştığı adımların engellemesi konusundaki rollerini Erbakan Hoca'nın affedebileceğini düşünüyor olmalılar!..
‘Vaktiyle Başbakan olarak amirliğimi yapan Erbakan Hoca sağ olsaydı, lehime şahitlik yapardı' manasına gelen sözler söyleyen emekli generalle ilgili söylenebilecek söz de; sadece aşırı iyimserlik içinde bulunduğu…
Erbakan Hoca'nın İTÜ Makine Fakültesi Doçenti olduğu 1950'li yıllardan itibaren yaptıkları, yapmaya çalıştıkları ve o dönemden beri ordunun üst kademesinde bulunanların bu hususla alakalı yaptıkları ve yapmadıkları; üzerinde önemle durulması gereken ayrı bir konu…
Bu arada, 28 Şubat duruşmalarında birkaç kişinin tahliye edilmesi, sıranın bir gün kendilerine de gelebileceği korkusuyla uykusuz geceler geçiren bazı kişileri rahatlatmış gözüküyor.
Rahatlama ihtiyacı içinde olanlardan bazıları, o dönemde medyanın 1. güç olduğu ham hayaline kapılanlar. Bunlar, kalemlerini hayat standartlarını mümkün olduğu kadar yükseltmek uğrunda kullanmışlar, bunun için de, her türlü insanı değeri bir kenara itebilmişlerdi.
Ancak rahatlamaları için vakit çok erken. Malum, tahliyeler ‘adli kontrol şartıyla' yapıldı ve beraat manasına gelmiyor.
Rahatlama ihtiyacı duyanlar, ‘adli komedi'den ya da ‘iddianamenin sakatlığı'ndan filan bahsedenlerin sözlerinden medet umuyor ve sıranın kendilerine gelmemesi için bilebildikleri bütün duaları tekrarlıyorlar muhtemelen.
İşin ilgi çekici tarafı, 28 Şubat döneminde yaşananlarla alakalı olarak aslında en korumasız durumda olanlar da, kendilerine henüz sıra gelmeyenler. Resmi kurumlarda ‘minare ve kılıf' meselesini halletmek, yani bazı şeyleri gizleyebilmek nispeten kolaydır.
Güç sarhoşluğuna kapılıp akıl almaz işler yapan medyacıların kaçıp gizlenme şansları yok mesela; her şey ama her şey ortada; arşivler bütün marifetlerini açıkça ortaya koyuyor…
Yine o dönemin şartlarında kasalarını tıka-basa dolduranların izlerini takip etmek de kolaydır. Ne derler bilirsiniz; parayı takip et, suçluyu bulursun. Fırsattan istifade malı götürenlerin, izlerini kaybettirme şansları yok.
Kim ne derse desin ve kim hangi türden hayallere kapılırsa kapılsın, meselenin şaka götürür bir yanı yok!..
‘Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak'le suçlanan ve haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edilen 103 kişi ile alakalı 1.309 sayfalık bir iddianamede var ortada… Dönemin belki de milyonlarca mağdurundan 465 kişi de, davacı ya da müdahil…
Uzun iddianame şöyle neticeleniyor:
“Sonuç olarak yapılan soruşturma ve toplanan delillere göre; dönemin Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanının bilgisi dahilinde, Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay karargahı ve bağlı birliklerinde görevli general ve amirallerin fikir ve eylem birliği içinde Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ancak hiyerarşik yapı dışında oluşturdukları Batı Çalışma Grubunda görevli bulunan suç tarihinde muvazzaf askeri personel ile Batı Çalışma Grubu temel belgelerinden yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebir ve şiddet yoluyla devirme suçuna iştirak ettiği belirlenen askeri personel ve YÖK personelinin 765 sayılı TCK'nun 64. maddesi aracılığıyla 147. maddesinde düzenlenen suçu işledikleri kanaatine ulaşılmış, şüpheliler hakkında iddianame düzenlenmiştir.”
İddianamede, sanıkların çoğunun ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla tecziyeleri' talep ediliyor… Yani işin şaka götürür tarafı yok!..
Ne diyorduk?.. Birilerinin şimdiden sevince kapılmaları ve bir yandan yargıyı etkilemeye çalışırken, bir yandan da kendilerini ve etraflarını rahatlatmaya çalışmaları boşuna… ‘Sor ki neden yaptık?' diyeceklerin, sorulduğu zaman söyleyecekleri, olacakları bekleyenleri yakından ilgilendirecek muhakkak!..
Çünkü nasıl olsa ‘gaza getirildiklerini' söyleyecek olanlar çıkacak aralarından…
Yani, “28 Şubat meselesinde acaba sıra bize de gelecek mi?' heyecanını yaşayanlar da ‘aşırı iyimserlik' duygusuna kapılmamalı!..
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com