Ekrem Kızıltaş
Ekrem Kızıltaş
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Suriye'yi tanıyabilmek…

GİRİŞ 20.09.2013 GÜNCELLEME 20.09.2013 YAZARLAR

Ama bütün bu öğrendiklerimizle Suriye'yi yeteri kadar olsun tanımış olabilir miyiz, işte bu tartışmalı bir husus.

Ayşe Karabat'ın Timaş Yayınları'ndan çıkan Suriye Savaşları isimli kitabını okuyana kadar, Suriye ile ilgili çok şeyler bildiğimi zannediyordum. Ne de olsa, Suriye ile alakalı çok şey okumuş, ülke ile ilgili konularda küçük çapta araştırmalar yapmış, bu arada 2003-2011 arasında birçok defa bu ülkeyi ziyaret etmiş ve yönetimin önemli isimleri ile de görüşmeler yapmıştım…

Kendisi de bölge uzmanı bir isim olan Kerim Balcı, Karabat'ın kitabına yazdığı uzunca önsözün sonunda şöyle diyor:  “Bu kitap Suriye hakkında yazılmış en güzel kitap değil, ama Suriye'ye en benzeyen kitap bu. Uzun sıra cümleler, devrik cümleler, bilinç akışı gibi birbirini kovalayan düşünceler geçidi. İşte tam da bu: Suriye hakkında değil, Suriye gibi yazılmış bir kitap. Suriye ne kadar tanınmaya değerse, o kadar okunmaya değer bir kitap.”

Ayşe Karabat ise, kitabın ortaya çıkış hikayesini şöyle anlatıyor: “İntifadayla ilgili haberleri okudukça, Suriyelilerle konuş­tukça, zihnimde birçok soru belirdi. Bu soruların yanıtlarını aramaya başladım. Yazarak düşünmeyi tercih eden biri olarak, bulabildiğim yanıtları kendim için yazmaya başladım. Bul­duğum bazı yanıtların doğru olmayabileceğini de fark ettim, tekrar yanıtlar aradım. Fakat bu arada, kendime çıkardığım notlar da birikmeye başladı, konuyla ilgilenen arkadaşlarımla bu yanıtları paylaştım, onların aynı sorulara verdiği başka yanıtlar da işin içine girdi. İlk okundukları anda dikkat edil­meyen birçok konunun, geriye dönüp bakıldığında nasıl da belirleyici etkileri olduğunu da fark ettim. Bütün bunları bir araya getirince elinizdeki metin ortaya çıktı.”

İngiltere ve Fransa'nın bölge üzerine hesapları, mavi boncuk dağıtır gibi verdikleri ama kesinlikle tutmadıkları sözler, masa başında çizilip sürekli olarak değiştirilen haritalar ve bir türlü kavuşulamayan bağımsızlık için sürekli olarak girişilen isyanlar.

Bugünkü Suriye sınırları içerisinde Fransızların böl-yönet mantığı ile oluşturduğu etnik ya da inanç farklılığına dayalı devletçikler arasındaki çekişmeler ve bunlardan her birisinin büyük Suriye'yi kurma rüyaları…

“Fakat yine de bir avuç cesur Suriyeli (…) Fransız ordusunun karşısına çıktı. Fransız ordusunun daha çok Faslı, Senegalli ve Cezayirli askerlerden kurulu olduğunu görmek, o dönemde kaleme alınan anılara bakınca, savaşa katılanların canını epey acıtmışa benziyor. (…) Araplar o zaman anladılar ki, Batılılar sözlerini tutmuyor, o coğrafyayı her anlamıyla sömürmek istiyor ve üstelik bunu yaparken, Arapları, Müs­lümanları birbirine karşı kullanmaktan da çekinmiyorlardı.

Fakat Fransa için Suriye'yi yönetmek hiç mi hiç kolay olmadı. Suriyeliler, Fransız mandasından kurtuluncaya kadar uzun bir süre mücadelelerine devam ettiler. O dönemde Fran­sızların kullandığı taktikleri bugün Suriye rejimi kullanıyor, Suriye muhalefeti de o dönemde direnişçilerin kullandığı taktikleri.

Fransızlar özellikle Nusayri Alevilere ve Hıristiyanlara, Sünni çoğunluğa karşı kullanabilmek için, önemli görevlere getirme gibi çeşitli ayrıcalıklar tanıdı. Ama yine de Suriyeli­lerin birlik içinde hareket etmelerine ya da kendi bölgelerinde ayaklanmalarına engel olamadılar.

(…) Nusayri Alevilerin talepleri Suriye'de “böl ve yönet” politikası izlemek isteyen Fransız­ların da işine geldi. Böylece Lazkiye'de, Fransızlarla işbirliği yapan Alevi kantonu kuruldu. Fransızlar, öteden beri ticari ve kültürel anlamda rakip Şam ve Halep'i de birbirinden ayırdı, Dürzilere de bir kanton verdiler.” (s.30)

Suriye'nin bağımsızlığa kavuştuğu 1946'ya kadar yaşananlar gibi, bağımsızlıktan sonra yaşananlar da baş döndürücü.

“Güçlü bir devlet arayışı, bağımsızlıktan sonraki on yıl içinde Suriye'de 20 kez hükümet kurulmasına, anayasanın dört kez sil baştan yapılmasına ve askeri darbe geleneğinin başlamasına yol açtı. Ülke “Ortadoğu'nun muz cumhuriyeti” lakabını kazandı. Bu adı hak ediyordu. 1949'daki seçimlerden sonraki bir yıl içinde ülkede üç askeri darbe yapıldı.” (s. 33)

“1949'daki üç darbenin en sonuncusunu yapan Albay Edip Çiçekli (…)  1951'de bir darbe daha yapıp siyasal partileri feshetti. Kendisini eleştiren gazeteleri kapattı. Milliyetçi, Baasçı, İslamcı liderleri sürgüne gönderdi. (…) Önce Dürziler ayaklandı. Çiçekli, bu ayaklanmaya sert karşılık verdi, şehirleri bombaladı, kitlesel tutuklamalar yaptı. (…) Göstericilerin öldürülmesi yalnızca yeni göste­rilere neden oldu. Halep'in ayaklanmaya katılmasından bir ay sonra Çiçekli hükümeti devrildi. (…)

Suriye ve Mısır, 1958'de, Kahire'den yönetilen Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni kurdu. (…) Ama Cemal Abdul Nasır'ın siyasal partileri feshetmesi ve en sonunda Suriye kabinesini de ortadan kaldırarak ülkeyi Mısır'dan yönetmeye kalkması, 1961'de Suriye ordusunun Mısır'ın atadığı yöneticiye karşı darbe yapmasına yol açtı. Aynı yıl yeniden demokratik seçimler yapıldı.

Fakat çok geçmeden yine istikrarsızlık hakim oldu ve 1963'te Baas Partisi'ne bağlı askerler yeni bir darbe yaptı. Bu sefer de Baas içinde iktidar mücadelesi başladı. 1966'da Baas Partisi'nin Araplararası birlikten yana olan kurucuları­na karşı, Suriye'yi ön planda tutan genç Baasçılar bir darbe yaptı. 1967'deki İsrail-Arap savaşında Savunma Bakanı olan Hafız Esad, Baas rejiminin dış politikasını beğenmediği için 1970'te bir darbeyle yönetimi ele geçirdi ve Suriye için de­mir yumruk yönetimi başladı.” (s.35)

Ayşe Karabat her ne kadar, “Suriye'yi ve intifadasını tam olarak bildiğimi ya da anladığımı söylemem, bu çok büyük bir iddia olur; o yüzden, okuyacaklarınızı yalnızca anlama çabası olarak değerlendirmenizi rica edeceğim” diyor olsa da; Suriye Savaşları isimli kitap, Suriye'yi tanıyabilmek ve bu ülke söz konusu olduğunda sarf edilen; Sünni, Alevi, Nusayri, Dürzi, vb. kavramları gereği gibi anlamlandırabilmek açısından çok önemli bir kaynak.

Ekrem Kızıltaş - Haber7

ekremkiziltas@gmail.com

YORUMLAR 4
  • kamil hisarlı 12 yıl önce Şikayet Et
    Klavyenin azizliği bir türlü münbit yazamadım. Bunda da bir hikmet olsa gerek. Demek ki münbiti izah etmeli. Münbit (verimli) eset gibilerin yetiştiği verimli bataklıklar anlamında. O bataklıkları desteklemek, gelecek neslin başına eset gibileri bela etmek demektir. Milliyetçilik, ulusalcılık, ırkçılık, şövenizm her ne derseniz deyin, bunlar hele bir de sosyalizm benzeri yapılarla birleşince eset gibilerin arayıp da bulamadığı ortamlar oluşur. eset gibiler normal ortam mahsulü değil.
    Cevapla
  • kamil hisarlı 12 yıl önce Şikayet Et
    mumbit değil mümbit . Düzeltiyorum
    Cevapla
  • kamil hisarlı 12 yıl önce Şikayet Et
    İşte buradan çıkartılacak ders:. 1-) Esat gibiler, ırkçı milliyetçi yapılar içinde iyi nemalanır, iyi büyürler. 2-) "Türkün Türkten başka dostu yoktur" anlayışı onlar için çok mümbittir. 3-) Kritik makamlara getirirsen altlarını kafadarları ile doldururlar. 4-) Darbelerle haşir neşir olmuş yerler onlar için munbit zeminlerdir.
    Cevapla
  • turgut1 12 yıl önce Şikayet Et
    güzel bir yazı idi teşekkürler. kitabı hediye ederseniz okuruz hocam.
    Cevapla