Özdil herkesi şaşırtmış!..
Hürriyet yazarlarından Yılmaz Özdil'in, misafir olarak katıldığı Uğur Dündar'ın programında yayınlanan Beşar Esad röportajı sonrası söylediklerinin bir bölümü, hakikaten şaşırtıcı idi… Özdil'in, “Hiçbir yabancı ülke liderinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na hakaret etme hakkı yoktur” şeklinde başlayan sözlerine şaşıranlar arasında, ondan böyle sözler beklemeyen takipçileri de olmalı ki, Özdil'e çok sayıda tepki mesajı gelmiş.
‘Mesaj yağdı' diyor Özdil ve bunlardan 50 kadarını alıntıladıktan sonra da, durumu şöyle izah ediyor: “Bir başka ülke liderinin “umut” olarak görülmesi, dışarıdan medet umulması, sadece hükümetin değil, kendilerinden umut kesilen muhalefet partilerinin de can kulağıyla irdelemesi gereken bir tablodur.”
Söyledikleri kısmen doğru Özdil'in. İlave edilmesi gereken ise şu: Konuyu can kulağı ile irdelemesi gerekenler arasında, sahibi oldukları ve yönettikleri medya organlarını ve gazete köşelerini keyiflerine göre kullananlar da var. Hatta bu işin başı çekmesi gerekenler de onlar.
Objektif hiçbir kritere istinat etmeden, sadece ideolojik karşıtlık sebebiyle, olup biten her şeyi, ama her şeyi ‘kötü' olarak damgalamaya başladığınızda, bir şekilde sizi takip edenlerin bunun ötesine geçmesine mani olamazsınız…
Beşar Esad röportajına haklı olarak karşı çıkan Özdil'in muhatap olduğu tepkiler, bunu açıkça gösteriyor.
Malum; ne söylediğin değil, muhatabın ne anladığı önemlidir. Burada önemli olan da, Özdil'in söylediklerinin nasıl anlaşıldığından daha çok; kendisi ve benzerlerinin söylenenleri anlama ve yorumlama konusunda muhatap kitleyi ne hale getirdikleridir…
Olup biten her şeyi bütün detaylarıyla bildiklerini zannederek, önemli konular hakkında oldukça iddialı fikirler serdetmeye ciddi şekilde merak salan köşe yazısı yorumcuları ve özellikle de sosyal medya erbabı tarafından kaleme alınanlar, insanoğlunun ne kadar birbirinden farklı olduğunun en açık ispatı.
Suriye'de yaşanan bir iç savaş var ve ölenlerin sayısı çoktan yüz binin üzerine çıkmış durumda. Savaşın bir tarafı uçağı, helikopteri, tankı ve topu ile silahlı kuvvetler; diğer tarafı ise basit silahlarla onlara karşı mücadele etmeye çalışanlar. Bu insanları silahlı kuvvetlerle karşı karşıya getiren husus ise haklarını talep etmek için başlattıkları barışçı gösterilerin kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılması.
Kimin haklı olduğu tartışması bir yana; basit olan husus, Suriye Devlet Başkanı'nın kendi halkına karşı orantısız bir güç kullanmakta olduğu. Kimyasal silah kullanımı ve gözlerini kan bürümüş Şebbiha vb. paramiliter unsurlar yanında kadın, ihtiyar, çocuk demeden uygulanan vahşet de durumun vahametini artıran olgular.
Devlet ve millet olarak derin bir geçmişi olmayıp, emperyalist odakların çizdiği sun'i sınırlar üzerinde var kılınmaya çalışılan ve ortaya çıktığı tarihten itibaren sürekli karışıklıkların merkezi olmuş bir ülke, Suriye. Halkının büyük çoğunluğu ile çeşitli şekillerde ters düşse de, devlet baskısı ve belki de daha çok mafyavari yöntemlerle hükümranlığını sürdürmeye çalışan ve normalleşmeye yanaşmayan bir yönetim işbaşında.
Ortak bazı yönleri olduğu zannıyla Suriye yönetimi ve liderini savunanlar olsa da, aklı başında hiçbir insanın yaşamayı arzu edebileceği bir yer değildi Suriye… Hele şimdi hiç değil. Yönetimi elinde bulunduran bir avuç mütegallibenin çiftlikleri gibi idare ettiği bir ülkeydi ve muhaliflerin derdi de, sürmesi mümkün olmayan bu halin değişmesi idi, sadece.
Suriye'deki temel soru, bölgesel şartların ve ileriye yönelik birtakım hesapların ayakta tuttuğu Baas yönetiminin, ülke insanına yönetimde söz hakkı tanıyıp tanımayacağı meselesiydi. Beşşar'ın şahsında temsil edilen yönetim; halkla uzlaşarak yeni bir sistem oluşturmak yerine, katı hükümranlığın devamını tercih etti. Sahip olunan hükmetme imkanları, paylaşılamayacak kadar önemliydi onlar için. Halkla beraber yönetilecek ve böylelikle gelişebilecek bir ülke yerine, küçük de olsa kendilerinin olan bir Suriye'yi tercih ettikleri için de, milyonlarca insanın taleplerini görmezden gelip, silaha sarıldılar.
Olup bitenler dolayısıyla Suriye'deki muhalefeti suçlamak, eninde sonunda bir tercih meselesidir. Ancak böyle davranmayı tercih edenlerin, empati de yaparak; protestolara katıldıkları için gözaltına alınan ve bir daha kendilerinden haber alınamayan insanların, başka ne gibi çareleri olabileceği de düşünmeleri gerek. Başta Hama olmak üzere, yakın geçmişinde kanlı bir sürü olaylar yaşanan bir ülke söz konusu ise hele.
İktidara karşı çıkmak maksadıyla olup bitenleri hep çarpıtmanın bedeli, makul olanı söylemeye çalıştığınızda tepkiyle karşılaşmaktır…
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com