Durmayacaklar, durmayacağız...
Olağanüstülük, içinde bulunduğumuz coğrafyanın -galiba bilinçli bir şekilde- altüst edilmesinin tam da 100. yılında bulunuyor olmamızla ilgili tabii ki, ama bundan ibaret de değil.
28 Haziran 1914 günü, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand ve eşinin Gavrilo Princip isimli bir Sırp militan tarafından Saraybosna'da öldürülmesi ile başlayan 1. Dünya Savaşı, Avrupa'yı altüst etmekle kalmayıp, uzak gibi gözüken bizim coğrafyamızda da ciddi değişikliklere yol açmıştı.
Biraz Nasreddin Hoca fıkrası gibi gözükse de; bütün hengamenin aslında, uzunca bir zamandır hasta adam olarak değerlendirilen Osmanlı'yı ortadan kaldırmak ve petrole hakim olabilmek için bölge ülkelerini küçük küçük parçalara bölmek maksadıyla çıkarılıp çıkarılmadığı sorusuna, yıllardır cevap aranmaktadır.
Dönemin güçlü ülkelerinin masa başında ve sadece kendi menfaatlerini düşünerek oluşturdukları bölge haritası, tartışma masasında şimdilerde. Tartışma çok taraflı: Şimdinin hakim güçleri, bundan sonrasını kendi menfaatlerine göre oluşturma gayretinde iken, başta Türkiye olmak üzere bölge sakinleri de; yaşadıkları ve bundan sonra da yaşayacakları coğrafya yeniden şekillenecekse eğer, bunda gerçek manada söz sahibi olmak istiyorlar ve haklılar.
Aktüel problem, bölgenin yeni geleceğine yönelik çabaların hakim güçler tarafından yönlendirilmeye çalışılmasına, bölge ülkelerinin kendi içlerinden sağlanan destektir.
İlk bakışta iflah olmaz bir 'biz yapamayız, edemeyiz' kompleksinin eseri olduğu zannedilen bu durumun, aslında çok değişik kaynaklardan beslendiğini ve üstesinden gelinmesinin çok da kolay olmadığını söyleyebiliriz.
100 yıl önce bölgenin altüst edilmesinin çok öncesinden başlayıp günümüzde de varlığını kuvvetli bir şekilde hissettiren bu problem, daha çok bölge ülkeleri vatandaşlarının kimlikleri ve içinde yaşadıkları ülkelerde konumlanmaları ile bağlantılıdır.
Uzunca bir süre diktatörlükle idare edilen Mısır'ın, kendi içinden birileri tarafından yönetilecek olmasına müsaade etmeyenler, yeni durumun menfaatlerine uygun olmadığını düşünen dış güçler ve onlarla beraber hareket eden iç güçlerdir mesela.
Mısır Ordusu, ekonomik gücünün; Yargı, oluşturduğu kast sisteminin; rantiye, tatlı karlarının... önüne geçileceği düşüncesiyle bir askeri darbeye ve tekrar kendileri gibi düşünen birisinin diktatörlüğüne kapı açmakta beis görmemişlerdir, mesela. Kazanan ise, kurulan sistem sayesinde Mısır'ın zenginliklerini kendi kasalarına aktarmaya devam edecek olan uluslararası güçler ve bu arada İsrail olmuştur. Mısır'ın işbirlikçileri kendi üç-beş kuruşluk menfaatleri için 90 milyonluk ülkenin daha uzun bir süre sömürülmesine razı olmuşlardır yani...
Türkiye'de yakın dönemde meydana gelen dikkat çekici gelişmeler de ülkemizin kendisine biçildiği varsayılan sınırları artık tanımama kararı almış olması ile yakından alakalıdır. Kimsenin ortaya çıkıp da: 'Bu kadar önemli yatırımlar yapmayın, bölge meselelerine de bu kadar karışmayın; yani uluslararası vesayeti hiçe saymayın' deme şansı olmadığı için; ülke içerisinde bulunan işbirlikçiler sayesinde 7 Şubat, Gezi Olayları, 17-25 Aralık gibi senaryolar sahneye konularak, Türkiye yolundan alıkonulmaya çalışıldı.
Dışarıdakiler ve tabii içeridekiler, durmayacaklar; ama Türkiye de durmayacak... İnsanımızın 10 Ağustos'ta kendi Cumhurbaşkanını seçmesi ile vesayet heveslilerine vurulacak darbe, bölgemizin daha sağlıklı bir hale getirilebilmesi mücadelesinin bundan sonraki seyrini de kolaylaştıracak inşallah...
Ekrem Kızıltaş - Haber 7
ekremkiziltas@gmail.com