Kazanmak, kaybetmek…
Tabir caizse, dananın kuyruğunun kopacağı gün. Başta iktidarın güçlü bir şekilde icraatını sürdürüp, Türkiye’yi yeni bir anayasa ve bu arada başkanlık sistemine kavuşturup kavuşturamayacağı olmak üzere, merak ettiğimiz birçok sorunun cevabını almaya az kaldı yani.
Farkına varanlar vardır muhakkak. Önde gelen üç muhalefet partisi de, ideolojik sloganlarını filan bir kenara bıraktılar. CHP mesela nerdeyse hiç Atatürkçülük, çağdaşlık, laiklik vb. nutuklar atmıyor artık. MHP’nin seçimle ilgili vaatleri arasında da milliyetçilikle ilgili hususlar geri plana itilmiş durumda. Hele HDP, özellikle de bölge harici yerlerde Kürt sözünü ağzına bile almıyor denilse yeri.
Diğerleri neyse ama önde gelen üç parti de, emekliler başta olmak üzere, toplumun çalışan kesimlerinin kazanç dürtüsüne yönelik vaatlerle dolu propagandalara ağırlık verdiler ve veriyorlar.
CHP, MHP ve HDP’nin, kemikleşmiş oyları dışında kalan toplum kesimlerini cezbedebilme amacıyla kullandıkları uçuk vaatlerin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı, malum. Ama ‘ya tutarsa’ ya da başka mülahazalarla insanların bu yönlere meyledebilmesi ihtimalini de unutmamak gerekiyor.
İktidarın vaat makamı değil icraat makamı olduğu ve bu konuda yapılabilecek olanların ve hatta fazlasının zaten yapıldığı da malum. Muhalefetin dillendirdiği emeklilere 14 maaş, asgari ücretin bir buçuk misli yükseltilmesi gibi şeyler ise, en azından şimdilik, istikrarı bozabilecek hususlar.
Gezi Olayları sırasında, aslında o zihniyetle uzaktan yakından alakaları olmasa da; başlangıçta ağaç, yeşil, AVM gibi meseleler yüzünden gaza gelenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Bunlar arasında olup, işin ciddiyetini fark edenler oldu elbet. Ancak yine de, neyin daha önemli olduğu konusunda kafası karışık olanların varlığı da bir gerçek.
İnsanlardan en azından bir kesimi de, iktidarın 13 senedir sağladıklarına tabir caizse alışmış durumdalar. Bunlar arasında, muhalefet partilerinin uçuk vaatlerinin gerçekleşmeyeceğini biliyor olsalar da, ‘iktidar neden bunları yapmıyor ki’ sorusunu dillendirenlerin varlığı da bir gerçek.
Özellikle gençlerden oluşan seçmen kitlesinin Türkiye’nin eski halleri konusunda bilgi sahibi olmadığını da unutmamak gerekiyor.
Bulduğu tüm vesilelerle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hemen her seçim mitinginde Başbakan Ahmet Davutoğlu, eski Türkiye’nin gerçeklerinden ve o günlerden bugüne gelinirken ne gibi zorluklar çekildiğinden bahsediyorlar.
Bazı gazete ve televizyonlarda da, eski günleri hatırlatan yayınlar yapılıyor, bereket. Suları akmayan, çöp dağlarının kapladığı, yolların delik deşik olduğu şehir manzaraları; memleket çapında yokluklar, sağlık sektörünün içinde bulunduğu acıklı hal ve daha niceleri…
Ancak bana öyle geliyor ki, önümüzdeki bir hafta boyunca özellikle de hayatın içinde bulunanların kazanabileceklerimizden çok kaybedebileceklerimiz konusuna ağırlık vermesi gerekiyor gibi.
Çünkü her ne kadar meydanlarda dile getirmiyor olsalar da, muhalefetteki partilerin geleceğimizle ilgili pek de hoşumuza gitmeyecek tasarıları var.
Eğitim sisteminin (1+8+4) olmasının ne manaya geldiğini, Din Dersleri konusunun ve başörtüsü serbestisinin birilerinin nasıl canının sıktığını, insanımızın inanç ve değerleri ile barışık halinden hoşlanmayanların nasıl diş bilediklerini… biliyoruz…
Asıl önemlisi ise, Türkiye’nin geldiği aşamanın ve bundan sonra ulaşabileceklerinin dışarıdan ve maalesef içeriden bazı mihraklarca kesinlikle hazmedilemediğini de biliyoruz…
Onlar, kazanımlarımızı yok etmek için çalışıyorlarsa; bizim de en azından muhafaza edebilmek için elimizden geldiği kadar çalışmamız gerek… Onların kazanması, bizim kaybetmemiz demek çünkü. Var olanı nasıl geliştirebileceğimiz ise, bundan sonraki mesele.
Ekrem Kızıltaş – Haber 7
ekremkiziltas@gmail.com
-
kerim kaban 10 yıl önce Şikayet EtEkrem bey bu millet herşeyin fardındadır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ittifak edenler nasıl hüsrana uğradılarsa yine aynısı olacak. İnşaallah...Beğen