Çok çalışmamız lazım, çok!
Genel Başkan Mustafa Koca başkanlığındaki heyetin amacı, Bosna Hersek’le Türkiye arasındaki ticari münasebetlerin geliştirilebilmesi için neler yapılabileceği hususunda araştırma ve incelemeler yapıp, çeşitli temaslarda bulunmak.
Cuma günü sabahın erken saatlerinde, kahvaltı için kaldığımız otelin 15. Katındaki döner restorana girdiğimde, başka kimsenin olmamasına sevindim. Saraybosna’yı çepeçevre görebileceğim bir konumdaydım ve lokanta dönmüyor olsa da, etrafı rahatça gözleyebilirdim.
Saraybosna Havaalanı tarafları ve ardındaki tepeler, çok kesif olmasa da sis içerisindeydi. Kısıtlı bilgilerime dayanarak Vrelo Bosna’nın ve yine aynı tarafta olan IUS’un (Uluslar arası Saraybosna Üniversitesi) yerini kestirmeye çalıştım.
Şubat Ayı içerisinde şehri uzunca bir süre etkisi altına alan ve nerdeyse hayatı durduran kar yağışının izleri hala gözüküyordu. Yol kenarlarında ve boş arsalardaki kar birikintileri, ne yaman günler yaşandığını anlatmaya kafiydi.
1995’de Dayton Anlaşması ile sona eren savaşın izleri, geçen senelerle biraz daha kaybolmur gibi. Yıkık dökük binaların çoğu onarılmış veya yerine yeni binalar yapılmış.
Kaldığımız otelin hemen yanıbaşında bulunan oldukça büyük ve tam bir harabe halindeki binaya takıldı bakışlarım… Burası 1992’de başlayan kanlı Sırp saldırıları sırasında tamamen tahrip edilen huzurevi binasıydı. Saraybosnalılar belki de buranın olduğu gibi kalmasını istemiş olmalılar: İçinde çaresiz yaşlıların kaldığı bir huzurevi binasını, ağır silahlar kullanarak harabe haline getiren bir zihniyetin eserlerinden birisi olarak, o yıllarda neler yaşandığını net olarak ortaya koyabilecek bir delil çünkü.
Aydınlık artıp, sis yavaş yavaş çözülürken otelin önündeki yoldan geçen araçların sayısı da artmaya başlamıştı. Yolun orta kısmında döşeli raylarda yıllardan beridir çalışan, yaşlı ve yorgun tramvaylar da hareket halindeydiler.
Tepeleri seyrederken, 1996 yılı Eylül Ayı’ndaki Saraybosna ziyaretimiz aklıma geldi. O zaman Emin Saraç Hocaefendi ve dönemin RP Milletvekili Hüseyin Kansu ile evine gittiğimiz yaşlı ve bilge bir Saraybosnalı Hocaefendi, bize şunları söylemişti:
“Bosna uleması her yıl belli bir zamanda, hatimler indirmek suretiyle Saraybosna’yı saran tepeleri dolaşır ve şehri bir tür emniyete alırlardı. Ancak 1992 senesinde, bu faaliyet yapılırken bir ihmal yaşandı ve bir tepenin ardından değil, önünden dolaşıldı. Ve şehre yönelik saldırılar bu tepeden başladığı gibi, en büyük zayiatı da o tepeden yapılan saldırılar sebebiyle verdik…”
Gidenler bilir; Saraybosna’nın etrafı çepeçevre tepelerle kaplıdır. 1992 Nisan’ında, tatbikat yapıyoruz bahanesiyle bu tepelere yerleşen Yugoslav ordusunun tank ve topları, şehre kan ve ateş kusmuşlardı.
Bosnalılar için belki de en büyük travmalardan birisiydi bu: Kendilerini saldırılara karşı korumak için var olduğunu düşündükleri orduları tarafından vurulmuşlardı.
Ama esas travma, 1992’ye kadar şöyle veya böyle beraber yaşadıkları, komşuluk yaptıkları, hatta kız alıp verdikleri insanların, bir anda bambaşka birer varlığa dönüşlerine şahit olmaktı herhalde.
Saraybosnalılar ve Bosna Herseklilerin tamamı bütün yaşananlardan sonra, tam olarak eskisi gibi değilse de, yine eski komşuları ile iç içeler.
ASKON heyeti ile beraber çeşitli şehirlerde yaptığımız toplantılarda, Boşnakların yanı sıra Sırp ve Hırvat işadamı ya da bürokratlarla da görüşmeler yapıldı ve bu son derece normal bir şeydi.
Gözüken o ki, Bosna Hersekliler yaşanan onca travmadan sonra da olsa, Sırp ve Hırvatlarla beraber yaşamaya devam etmek zorundalar.
Bunu düşünürken de, 1999’da Üsküp’te görüştüğümüz sosyal demokrat görüşlere sahip Arnavut bir siyasetçinin söylediklerini hatırladım: “Balkanlar, Osmanlı hakimiyetine kadar, birbirleriyle sürekli olarak savaş eden unsurların bölgesiydi. Balkan kelimesinin parçalanmışlık anlamına gelmesi belki de bundandı. Osmanlı egemenliği altında asırlar boyunca istikrar içerisinde yaşadık. Ne zaman ki Osmanlı gitti, bölge tekrar eski huzursuz günlerine döndü… Tabii ki Osmanlı günlerine dönme şansımız yok. Ama Osmanlı’nın farklılıkları nasıl barış içerisine yaşatabildiğini araştırıp öğrenir ve bunları uygulamayı başarabilirsek, sıkıntılarımız sona erebilir.”
Bosna Hersek başta olmak üzere bölgedeki birçok ülke, benzer durumda aslında. Bu da, sanki çok ama çok çalışmamız lazım geldiği manasına geliyor galiba…