Avrupa Birliği'ne mecbur muyuz?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'da söyledikleri, Türkiye'nin her ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliği'ni girmesi gerektiğini düşünenlerin pek de duymak istemediği türden sözlerdi muhakkak.
Dahası; Başbakan Erdoğan, AB yetkilileri ile baş başa kaldıkları zamanlarda Türkiye'nin üyeliğe alınmayışının gerçek sebebini kendisine söylediklerini de aktardı sonradan.
Bu sözler, son günlerde Şanghay İşbirliği Örgütü üzerine söylenenlerle beraber değerlendirildiğinde, artık sabrın sınırına gelindiğini gösteren bir tavır söz konusu.
Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun 1958'de kurulmasından az sonra, 31 Temmuz 1959'da dönemin Başbakanı Adnan Menderes'in Topluluğa Türkiye adına ortaklık başvurusuyla başlayan hikaye, herhangi bir sona ulaşmadan 54 senedir sürüyor.
12 Eylül 1963'te imzalanan ve 1 Aralık 1964'te yürürlüğe giren ‘üyelik şartları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak ortaklık anlaşması' (Ankara Anlaşması) ile, üyeliğe gidecek yolun temel esasları belirlenmiş.
Dolayısıyla Ankara Anlaşması'na kadar olan yılları saymasak bile, Avrupa Birliği maceramız, dile kolay, 50 senelik bir mesele…
Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg tarafından kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu, 55. Yılında. Artık sadece ekonomik bir birlik değil; ismi Avrupa Birliği ve giderek Avrupa Birleşik Devletleri olmaya aday gibi gözüküyor.
Günümüzde 27 üyesi olan Avrupa Birliği'nin üyeleri arasında bulunan ülkelerin isimlerine baktığımızda bile, Başbakan Erdoğan'ın çıkışının ne kadar haklı olduğu rahatlıkla anlaşılabiliyor.
Ankara Anlaşması'nın imzalandığı tarihte, dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından, "Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser" olarak tanımlanan ve sonrasında birçok devlet adamımız tarafından benzer övgülere layık görülen Avrupa Birliği'nin; işine gelen ülkeler söz konusu olduğunda, alabildiğine elastiki davrandığı biliniyor.
Maastricht Kriterleri ya da Kopenhag Kriterleri olarak bilinen topluluğun temel kriterleri; yani siyasi ve ekonomik yapıları itibariyle son derecede elverişsiz olmalarına rağmen Romanya, Bulgaristan ve hatta Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni rahatlıkla üyeliğe kabul edebilen AB, nedense Türkiye'ye sürekli olarak ayak diriyor.
Türkiye'deki bazı kesimler; Avrupa Birliği ne yaparsa yapsın, nasıl davranırsa davransın, talep edilen her türlü fedakarlığı yaparak, üyeliğe mutlaka girmemiz gerektiği kanaatine sahipler.
Türkiye'yi 50 yıldır bekleten ve galiba daha uzun süre bekletmeye niyetli olduğu anlaşılan Avrupa Birliği'nin, varlığını daha ne kadar devam ettirebileceği ciddi bir tartışma konusu.
Ne olursa olsun AB yolunda devam etmeliyiz fikrine sıkıca sarılan ve maruz kaldığımız çifte standartların sineye çekilmesi gerektiğini düşünenler, toplumun genel yapısına ters bazı adımların eksik kaldığını düşünüyorlar belki de.
‘Avrupa Birliği'ne mecbur muyuz?' sorusunun sorulması ve buna ciddiyetle cevap aranması gereken noktaya, artık gelmiş bulunuyoruz…
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com
-
turgut1 12 yıl önce Şikayet Etbirlikten kuvvet doğar. avrupa birliği satışa sunulan mallara kadar standartlar getirir bilgiyi kitaptan çıkarıp insanların hizmetine sokar..bence avrupa birliğine girmemiz lazım.zira bizim kanunlarımız avrupaya kıyasla kısır kanunlar olabilmekte ve değiştirilmesi de yapılmamakta..en basidi başörtüsü. üniversite gibi bir okulu kazanmış zihinleri engelleme veya bilimsel çalışma yerine militanik çalışmalar..öğrencileri sosyal partner olarak görme falan..aslında a dan z ye bir çok alanda hukuksal boşluk ve yetersizlikler..kendimizi dev aynasında görmemek lazım avrupanın standartlarına erişmiş değiliz.bunun yoğun mücadelesi belki bu dönemde verildi yada veriliyor fakat türkiyenin tarihi sadece akp dönemi tarihten ibaret değil.Beğen Toplam 2 beğeni