Tam elli yıl önce…
Halep topraklarına vuran muazzam güneşin bereketiyle serpilen genç bir delikanlı, hayatını değiştirecek çok ama çok önemli bir karar aldı. Lise eğitimini o yaz başında bitiriyordu. Notları göz kamaştırıyordu, gerçekten başarılı bir öğrenciydi. Öğretmenleri övgüyle bahsediyordu ondan.
Disiplinliydi, çalışkandı fakat daha önemlisi meraklıydı. Dünyayı anlamaya çalışıyor, tarih okuyor, yaşadığı coğrafyanın hikayesini o gençlik tutkusuyla bir medeniyet hattına yerleştirmeye çalışıyordu.
İstanbul’a gideceğim, payitahtta…Oraya gideceğim, Sultan Fatih’in alın yazısını göreceğim. Hayatın hikmetini içinde bulunduğum safın kumandanıyla hasbihal ederek öğreneceğim. Ne olursa olsun, şu mübarek Halep’i ne kadar özlersem özleyeyim, şu zeytinlikleri, şu kırmızı toprakları, şu uçsuz semaları ne kadar özlersem özleyeyim. Anadan babadan, yardan diyardan ne kadar ayrı kalırsam kalayım, İstanbul’a gideceğim, dedi.
Tam elli yıl önceydi…
Elde avuçta ne varsa derledi toparladı, düştü yollara, vardı geldi İstanbul’a. En başta üşüdü tabi biraz. Hava değişti, iklim değişti, denizi gördü, renk değiştirdi gözleri. Şemsi Paşa’nın önünden Ayasofya’ya doğru baktı. İşte, dedi…İşte bir dünyanın büyük kapısı burası, hem denizden hem karadan. O büyük dünyaya buradan giriliyor, buradan çıkılıyor. Denizlerin üstüne gerilen büyük kubbemiz burada, biz burada toplanacağız, bu gölgenin altında. Ne yapacaksak burada yapacağız.
Ah Halep ahh…
Kolay mı unutmak, kolay mı sızlanmamak. Süt emdiğin göğü, yorgan yaptığın yıldızlı geceyi, sırtını yasladığın ağacı, gövdeni karıştırdığın toprağı unutmak kolay mı? Yatıp yuvarlandığın bahçeleri, körebe oynadığın sokakları, avlusunda misket oynadığın şadırvan başlarını unutmak kolay mı?
Değil elbet, hiç kolay değil. Ama burası da orası. Hatta orası da burası. Bir ayrılık var elbet sıladan, fakat gövde aynı gövde, aynı ses, aynı nefes, dedi ve büyük yürüyüşüne başladı.
Şöyle başladı…
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’ni kazandı, tıbbiyeli oldu. Beyaz önlüğünü giydi, çalıştı okudu, okudu çalıştı. Geceyi gündüze, gündüzü geceye kattı. Başta zorlandı, dil konusunu çözmesi epey zaman aldı. Türkçesine İngilizceyi de ekledi. Altı yıl önce Halep’ten yola çıkıp hayallerinin şehrine, İstanbul’a gelen genç adam Halep’in güneşi gibi ısıttı acılı hastane odalarını.
Samatya evi oldu, yatağı yorganı oldu. Yıllarca hizmet etti kardeşlerine. Nöbetler tuttu, reçeteler yazdı, şifa oldu insanlara. Halep’ine de gitti geldi, memleketini unutmadı elbet. Fakat ne yersizlik, ne de yurtsuzluk hissetti.
Bunları yaptı, yaptı da tek başına mı yaptı, kimi kimsesi yok muydu yanında, dediğinizi duyuyorum.
Olur mu canım, vardı elbet, olmaz mı…Hikayenin en kıymetli kısmını sona bırakmayı tercih ettim, hepsi bu.
Doktor Reşit Bey, Hemşire Fatma Hanımla o yorgun yılların bir anında tanıştı. Sevdi Fatma Hanımı. Bu işler karşılıksız olmaz elbet. Fatma Hanım da sevdi Reşit Bey’i. Halepli Reşit Bey ile Adanalı Fatma Hanım, İstanbul’da, dünyanın en güzel şehrinde, atalarının emaneti o büyük kubbenin altında küçük bir cennet kurdular kendilerine. Uzun yıllar çocukları olmadı. Umutla yaşadılar, her şeyin bir kısmet, bir nasip olduğunu bildiler.
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Sonra nur topu gibi bir bebek…Aman Allah’ım…Bir kızları oldu, o nasip de geldi çaldı kapılarını, böylece aile tamamlandı.
Reşit Bey ve Fatma Hanım bu ülkenin hastanelerinde gayretle, inançla, imanla çalıştılar. Çocuklarını okuttular, öğretmen yaptılar, onu da memleketin hizmetine sundular.
Geçen gün…
Bizim muayenehane çalışan hemşire hanımlardan biri anlattı bu hikayeyi. Reşit Bey ile Fatma Hanım sizi her akşam izliyorlar Faruk Bey, çok da takdir ediyorlar, size özellikle selam söylediler, dedi.
Düşündüm…Uzun uzun düşündüm…Birileri “Ne Şam’ın şekeri ne Arabın yüzü” cahiliyesini sürdüredursun, biz kendi havzamızı, kendi kardeşlerimizi hatırlayalım, dedim.
Suriye’den, Halep’ten tam elli yıl önce İstanbul’a gelip tıp eğitimi alıp doktor olan, sonra Adanalı bir hanımefendiyle evlenip bu ülkeye büyük hizmetler eden kıymetli, çok kıymetli bir insanın hikayesini yazmalıyım, dedim.
Reşit Bey emekli olmuş, Fatma Hanım da... Evlerinde oturuyorlarmış. Memleketin hali ahvali üzerine konuşulanları dinliyor, iyi kitaplar okuyor, mutlu yarınlar için hayallerini capcanlı tutuyorlarmış.
Bir de…
Burada izninizle biraz övüneceğim…Benimle de tanışmak istiyorlarmış.
Hazırlıklara başladım, hemen ilk fırsatta kapılarını çalacağım.
Fakat bir sorun var…
Bu ülkeye kırk yıl hizmet etmiş, yaralarımızı sarmış Halepli bir doktorun evine giderken ne götürülür, ne uygun düşer vallahi bilmiyorum ve gerçekten çaresizim.
Bana yardımcı olur musunuz?..
-
burhan hayvalı 3 yıl önce Şikayet Ethocam çok güzel bir yazı içinizdeki sımsıcak samimiyetinizi ve sevginizi getirin yeter onlaraBeğen Toplam 1 beğeni
-
Yorumcu 4 yıl önce Şikayet EtHocam bildiğim şekersiz lokum üreten bir yer var, şiddetle tavsiye ederimBeğen
-
Hanifi Çifçi 4 yıl önce Şikayet EtBenimde Selamımı Söyleyin Allah a Emanet OlunBeğen
-
Adali 4 yıl önce Şikayet EtBir kucak dolu MuhabbetBeğen
-
Erol 4 yıl önce Şikayet EtAllahın selamıyla gidiniz.Beğen