Faruk Aksoy
Faruk Aksoy
HABER7 YAZARI
TÜM YAZILARI

Herkes kendi halinde bir yorgunluktur…

GİRİŞ 07.01.2022 GÜNCELLEME 08.01.2022 YAZARLAR

Bizim oralarda Halim diye biri vardı. Epey eski zaman. Ben size diyeyim otuz, belki kırk yıl filan. Biz daha çocuğuz. Bu Halim’i pek fazla tanımıyoruz. Arada geliyor, birkaç gün kalıyor akrabalarının yanında, sonra kayboluyor. İstanbul’a gidiyor. Ne iş yaptığını bilmiyoruz. Zaten çocuğuz, bilsek ne anlayacağız ki…

Böyle bıçkın bir delikanlı. Dar mintanlar giyiyor, yukarıdan üç düğme açık. Yumurta topuk ayakkabıları var. Yepyeni ayakkabının arkasına basıyor. Hatırlıyorum onu, çok iyi hatırlıyorum. Çok az görmüşlüğüm var bu Halim’i ama hatırlıyorum. Konuşmasa, gülmese dünyanın en tehlikeli insanı sanki. Fakat çözülünce, bir şeyler anlatmaya başlayınca hele hele gülünce birden bire o gizemli ve hatta tehlikeli adam gidiyor, onun yerine boş boş çene çalan, şapşal şapşal sırıtan alay konusu olacak kadar gevşeyen biri geliveriyor.

Halim bu, böyle biri…

Uzun zaman gelmedi, görmedik. Oturup Halim’i beklemiyoruz elbet. Ama birisi de epey zaman gelmeyince bir boşluk oluşuyor, adı geçiyor tabi. Nerde bu, geçen bayram da gelmedi, nerelerde acaba, ne işler çeviriyor, diye bir muhabbet dönüyor.

Halim kayboldu, Halim’e kimse ulaşamaz oldu, öylece silinip gitti hafızamızdan…

Sonra bir gün dediler ki, Halim ölmüş.

Halim ölmüş mü? Evet Halim ölmüş. Yani nasıl olmuş, kendi kendine mi ölmüş, birisi mi öldürmüş, nasıl olmuş? Kimse bir şey bilmiyor. Ama Halim ölmüş.

Konuşuluyor, herkes bir şeyler söylüyor.

Biz çocuğuz, duyduklarımızdan bir dünya kuruyoruz hayalimizde. Birisi diyor ki, kardeşim orası İstanbul, adamı harcarlar, öyle kolay mı oralarda tutunmak!.. Öteki diyor ki, sen kim oluyorsun da arazi mafyasıyla dans ediyorsun, cürmün nedir senin!.. Daha başka birisi diyor ki, uyuşturucu işine bulaşmayacaksın, sonu yok, en sonunda tahtalı köyü boylarsın!..

Tabi bunlara itiraz edenler de çıkıyor…

Yahu bilip bilmeden konuşmayın, adamın günahını almayın. Ne mafyası, ne uyuşturucusu. Bir kızı seviyormuş bu tamam mı…Kızın ailesiyle papaz olmuş. Demişler ki kızla görüşmeyeceksin. Dinlememiş. Bir iki bir iki derken çocuğu bitirmişler.

Arazi mafyası nedir, bilmiyoruz, uyuşturucu nedir, hiç bilmiyoruz, İstanbul’da adamı niye harcıyorlar, onu hiç ama hiç anlamıyoruz. Öylece konuşulanları dinliyoruz.

Ben bir şeyi anladım ama…En çok da o anladığım şeyin gerçek olmasını diledim içimden.

Halim, bir kızı seviyormuş. Ailesi Halim’i uyarmış, kızdan uzak duracaksın, etrafında dolaşmayacaksın, demiş. Halim’in sakat işler yaptığını düşünüyorlarmış. Bu sebeple Halim’i çembere almışlar. Fakat ölümüyle ilgili kesin bir şey yok. Kim neden öldürmüş, bilen gören olmamış.

İşte ben bunu anladım sadece. Halim’in bir kızı sevmesini ve bu yolda ölmüş olmasını diledim hep.

İstanbul’a gelişim yeni sayılır, on yıllık bir hikaye. Fakat İstanbul’u görmüşlüğüm, gelip gitmişliğim çok eskidir. Sakarya’da bizim köyde bir adet vardı. Okumak istemeyen çocuklar ilkokulu bitirdikten sonra İstanbul’a kaçarlardı. Kaçmaktan ne anlıyorsanız öyle…Tabi erkek çocuklardı bunlar. Bir ağabeyi, bir dayısı, bir amcasının oğlu, yani bir akrabası daha önceden gelmiş olurdu, onun yanına gelirlerdi. Ya bir pastanede, ya bir fırında, ya bir tekstil atölyesinde çalışırlardı.

Bütün çocukluğum İstanbul’a gelip buralarda yaşadıklarını anlatanların hikayelerini dinlemekle geçti. Beyoğlu’nda Mis Sokak’ta Milano Oteli’ni mesken tutan Aşık Muhammet abiden Lütfü abiye, Barbaros yokuşunda freni patlayan minübüsü Beşiktaş’a kadar çaktırmadan indiren Kara Hasan abime kadar bir sürü delikanlının İstanbul macerasını dinleyerek büyüdüm.

Şimdi buradayım, İstanbul’da. Fakat bana anlatılan o hikayelerin çok uzağındayım. O alemden eser yok, anlatılan o şehir kaybolup gitmiş.

Son zamanlarda bir şey dikkatimi çekmeye başladı. Bu kentsel dönüşüme giren bölgelerden geçerken sanki bana anlatılan yılların esintisini, kalıntılarını görür gibi oluyorum. Gecekondu yıkılmış, etraf moloz yığını. Araziler paylaşılıyor, kat karşılığı anlaşmalar yapılıyor. Yeni bir dünya kuruluyor, ki kurulacak.

Geçen gün hafif bir kar yağdı…

Yağdı bile denemez, bizim Çamlıca tarafını yaladı geçti. Kirazlıtepe var, Çamlıca’nın altında. Buralar da kentsel dönüşe girdi. Eski evler yıkılıyor, yenileri yapılıyor. O yıkıntıların yanından geçerken biraz ileride sokağın başında bir kız gördüm, genç bir kız. Az uzağında da bir delikanlı. Dar mintanlı, montlu dik bir delikanlı. Fazla yaklaşmıyorlar, aralarında belli bir mesafe var ama konuşuyorlar. Kız çantasından peçeteye sarılmış bir şey çıkardı verdi. Delikanlı peçeteyi açtı. Muhtemelen kızın akşamdan yapıp kendisi için de ayırdığı böreğin yüzüne vuran sıcaklığını hemen arkasındaki yıkıntıları bile ısıtacak şekilde farkında olmadan hepimize paylaştırdı. Isırdı böreği, bir daha ısırdı. Durdum. Büyük bir mutlulukla ve umutla o çocukları izledim. Bir iki dakika sonra gelen servise bindiler. Biri ön taraflarda bir yere, öteki de en arkaya geçti, oturdu. Servis yürüdü, hikaye bitti, ben de yürüdüm.

Niyedir bilmiyorum, Halim geldi aklıma…

Eski İstanbul’un son gecekonduları da yıkılırken, arazi rantları tartışılırken, yıkıntıların arasında, sokağın başında peçeteye sarılmış bir parça böreği sevgilisine getiren o kızın, Halim’in sevdiği kız olmasını diledim.

Halim böyle ölmüş olsun, dedim…

YORUMLAR 5
  • İrfan Gözüaçık 3 yıl önce Şikayet Et
    Ağzına sağlık hocam keyifle okuduk benim için güzel bir betimleme oldu saygılar
    Cevapla
  • Ziya Gözüaçık 3 yıl önce Şikayet Et
    Güzel bir yazı hem hikaye gibi hem gerçek hayat selamlar kardeşim
    Cevapla
  • SEDAT KALFA 3 yıl önce Şikayet Et
    çok içten bir yazı .. faruk bey bir senaryo yazıp film çekilmesini isterdim ... inşaallah bir gün olur çağan ırmak yönetsin tabii
    Cevapla
  • Ekrem Yıldırım 3 yıl önce Şikayet Et
    Mustafa Kutlu hikayesi okur gibi hissettim kendimi.Duygulandım.keşke hikaye yazsanız
    Cevapla
  • M.POLAT 3 yıl önce Şikayet Et
    Güze bir yazı olmuş hocam kalbinize sağlık
    Cevapla