Sultan Ay Hoşgeldin
Puslu bir haritanın içinden yollara, ufuklara, göklere, eşyaya, insana bakarak aranmak ve beklemek…
İçimde kıvrılıp uzanmış rutubetli bir Temmuz ikindisinde pencereden yollara bakıyorum, tek tük araçlar geçip gidiyorlar. Kimler, kimleri nerelere taşıyor böyle acele gidiş gelişlerle, kimler kimlere kavuşuyor, kimler kimlerden ayrılıyor?
Ayrılıklar ve kavuşmalar nasıl da iç içe, koyun koyuna yaşanıyor, tıpkı doğumlarla ölümlerin, acılarla sevinçlerin iç içe yaşandığı gibi.
Acıyla bakınıyorum seni beklerken, seni aranırken, acıyla bakınıyorum etrafıma sürekli, acılarla bekliyorum yollarını senin.
Çünkü, son zamanlarda “öyle çok acı var ki”
Sanki sen geleceksin ve sihirli bir dokunuşla acıyla sızlayan kalbimize, üşümüş
avuçlara “hoh” landığı gibi hohlayıp acımızı dindireceksin.
Salı gününe ayarlamışım zihnimi. Salı günü sen geleceksin, ılık bir meltem gibi eseceksin yeryüzüne, yer yüzünün asık yüzünü, buruşmuş yüzünü güldüreceksin.
Önce saatler değişecek sen gelince, sonra, insanın, eşyanın, hayatın, yüreklerin, ruhların ritmi değişecek.
Sana ayarlanacak ay ve yüzü ay gibi parlayacak insanın.
Ve ben o gün iyice anlayacağım seni beklediğimi.
İçimdeki o rengarenk papatya esintilerinden, serçekuş uçuşlarından bileceğim senin geldiğini. Senin gülüşlerinin şavkıdığı gecelerime taşırım yiyecek ve içeceklerimi.
Gecelerimizi ve gündüzlerimizi rengine boyayan sultan, on bir ayın sultanı hoş geldin.
Hem ümmet, hem insanlık herkes, hepimiz senin serin esintine muhtacız, içimizi ferahlatacak ılık bir esintine.
Bir dinginliğe, bir muhasebeye muhtacız.
Bir sevmeye , bir sevilmeye muhtacız, en çok da sevilmeye; biri geçsin karşımıza, gözlerimize tebessümle baksın ve kucaklasın sımsıkı. Biliyorum, sen her geldiğinde, bir önceki şaşkınlığından daha fazla şaşırıyorsun, haklısın.
Önce biz eşyayı üretiyoruz sonra, eşya bizi kendine benzetip eşyalaştırıyor. Bu tempo arttıkça haklı olarak sende şaşırıyorsun bizim böylesine hızlı değişimimize.
Teknolojiyi biz yapıyoruz, refah için diyoruz ama, kendimizi köleleştirip bağımlı hale getiriyoruz.
En güzel yönetim biçimi budur diye kendimizi parçalayarak herkese öneriyoruz fakat, sonra kendimiz de önerdiğimiz yönetim biçimine uymuyor, saygı göstermiyoruz.
İki yüzlü, bedbin olduk.
Git gide huysuzlaşıyoruz, git gide birbirimizin kanını daha fazla kanıksıyoruz, neredeyse birbirimizin kanıyla besleniyoruz.
En acıtıcı olan da nedir bilir misin ? İçimizden vurulmak, içimizden yani sırtımızdan, yani…ahh!
Gel ve onar bizi kutlu ay,
Kitabın sırrına erdir bizi,
Sözün sırrına erdir bizi,
Yaratmanın sırrına, şuuruna eriştirip gönendir bizi, yıka, pirüpak et bizi.
Kötüden iyiye, ölüden diriye, alçaktan yükseğe, boştan doluya, kirliden temize, dağınıklıktan birliğe, tutsaklıktan özgürlüğe, nefretten sevgiye, kavgadan barışa, yalandan hakikate ve hakikatin farkına, aşkına erdir ve eriştir bizi.
Ümmet hala birim fiyatlar üzerinden satışı yapılıp, paylaşılıp, dünyanın efendilerinin üzerine tapulandığı haliyle duruyor. Özgür değil “özgürmüş” gibi yaşıyor, bağımsız değil “bağımsızmış” gibi yaşıyor.
İnsanlık sen geldiğinde empatiyi hatırlıyor, ümmet sen geldiğinde Kitaba yaklaşıyor.
Hoş geldin Sultan Ay, gel ve bizi bilmezliğin karanlığından şuurun ve bilgeliğin tahtına yücelt, gel ve bize o tılsımlı hüznünü ve mahzunluğunu dokundur.
Beklediğim, aradığım, arandığım sendin.
Puslu bir haritanın içinden yollara, ufuklara, eşyaya, göklere ve insana bakarak aradığım, arandığım ve beklediğim sendin.
Bir Temmuz ikindisinde, feryatlarımı, annesinin peşinden ağlayarak koşan bir çocuğun çığlığına iliştirip, yüzümü; Arabın, Kürdün ve Türkün coğrafyasına döndüm, döndüm ve yalvarıyorum; “ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi” bize rahmetini ve mağfiretini lütfettiğin gibi, bizi Kitabınla muhatap ederek izzettli ve şerefli kıldığın gibi, kurtuluşa da erdir, hakiki kurtuluşa erdir bizi.
Ferman Karaçam
fermankaracam@gmail.com
fermankaracam@twitter.com