Cinnet
Tepeyi ele geçirir, hakimiyetini kurar sonra hücreleri kontrol eder sonra atomların içine zehirli elektronlarını yerleştirir ve atomlar serseri mayınlar gibi bünyenin her yanına yayılarak, dengenizi bozar, cinnet geçirirsiniz. Vücudunuzdaki tüm organlar kendi işlevlerini yitirir. Mesela kulaklarınızdan yükselen çınlamalarla bakıyormuş gibi olursunuz. Çınlamalar eşliğinde gördüğünüz her şeyi ayaklarınızla çiğnediğinizi sanabilirsiniz. Sonunda kontrolü kaybeder yavaş yavaş eğilir, çömelir, çöker ve yere kapaklanırsınız.
Ne yazık ki bünyenizde bunlar olurken bu çözülme sırasında etrafa da ciddi zararlar verirsiniz. Telafisi imkansız bu zararlarla birlikte siz de acılarınızı bile hissetmeden belki de hayattan koparsınız.
Bir seçim dönemi ya da seçimler zincirinin ilk halkasına yaklaşma dönemine girerken ülkemiz de cinnet geçiriyor.
Her seçim döneminin travması farklı yaşanmıştır bu ülkede. Bu kez yaşanan bir travma değil, çağın da özelliğini içine alarak tam bir siber cinnet yaşadığımızı söylemeliyim.
Aslında, adını benim uydurduğum bu siber cinnet dönemi Deniz Baykal' ın CHP' nin başından alınmasıyla birlikte başlatılmıştır.
Çoğumuz, bu olayın arkasından neyin ya da nelerin geleceğini bilmiyorduk ama, bu işlerin planlamasını yapanlar devletin uygun yerlerindeki köşe başlarında araziye uyarak mevzilerini almışlardı ve günü gelince hepsi birden düğmeye basacaktı ve 17 Aralık 2013 günü de düğmeye bastılar.
Bana kalırsa bu mükemmel planlamanın kabul edelim, etmeyelim en uygun aktörü cemaattir. Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılından yani kurulduğundan 2010 yılı 12 Eylül tarihine kadar hükümet değişimlerinin hepsini konjonktüre uygun yapmışlardır.
İsterseniz kabaca bir göz atalım :
1 - Darbeler
Bilindiği gibi darbe yapmak, öyle göründüğü kadar, her elinde tankı, topu, tüfeği olanın yapacağı bir iş değildir. İçeriden ve dışarıdan sağlam destek almadan asker darbe yapamaz. 2010 yılına kadar yapılan tüm darbelerin arkasında darbenin içerden ve dışarıdan güçlü savunucuları vardı.
Peki bugün Türkiye' de Hükümet değiştirmek için darbe yapılabilir mi? Hayır çünkü; darbenin tüm yolları tıkanmıştır. Darbeyi yapacak olanın cesareti kalmamıştır.
2 - Transferler
Mecliste başka bazı parti ya da partilerden milletvekillerini satın alarak (vekillerden özür dileyerek) (ki bunların paralarını da İstanbul Dükalığı öderdi) başka partiye ya da partilere geçirilir ve hükümetler böylelikle değiştirilirdi.
Peki bugün bunu yapabilirler mi ? gene hayır. Çünkü; mecliste, meclisin üçte ikisine yakınını elinde tutan bir iktidar partisi var. Buradan çok sayıda vekilin ayrılmasına ihtiyaç vardır ki bu çok büyük paralara tekabül eder. Ayıca bu vekillerden ekseriyeti bunu kabul etmez. Kabul edenler de şunu biliyor. Biz bu meclise çok güçlü bir liderlik kanalıyla geldik ve o lider istediği anda tüm denklemleri alt üst ederek yeni denklemler kurabilir.
3 - Kapatmalar
Biz de, malum, darbeler kadar parti kapatmalarda meşhurdur. Sistem iktidarda hangi partiyi istemiyorsa, onu kapatır ve konuyu en azından geçici olarak çözüme kavuşturmuş olurdu. Peki bugün bunu yapabilirler mi? Hayır, 12 Eylül 2010'dan itibaren artık bu da mümkün değil.
4 - Büyük ve ciddi bir kaos. Bunu da gezi olayları ile birlikte denediler, olmadı.
Peki, adamlar bu Tayyip Erdoğan' dan nasıl kurtulacaklar ?
Bu Tayyip; ülkenin Gayrı Safi Milli Hasılasını on yılda üç katına çıkardı.
Bu Tayyip' in bir ayağı Avrupada ama Afrikada, Balkanlarda, uzak Asyada bir çok yere yolllar, hastaneler, okullar, camiler, mescitler, köprüler yapıyor; imar ediyor, yeniden ayağa kaldırıyor, restore ettiriyor. Oralarda adeta hafıza tazeliyor, bir uygarlık şuurunu ayağa kaldırıyor yeniden.
Bu Tayyip; otuz yıl sürdürerek ve ülkenin ekonomisini dize getiren ve yeni nesillere kin ve öfke pompalayıp Türkiye'yi bölünmenin eşiğine getirdiğimiz bir savaşı hiçbir dış destek almadan hele hele içerideki işbirlikçilerimiz, liberal kalemşör erbabımızdan hiç kimseyi aracı olarak kullanmadan, kendi yöntemleriyle bitirdi ve Kürtlerle Türkleri barıştırdı. Artık uyuşturucudan istediğimiz payı alamıyoruz, silah satamıyoruz. Üstelik bu Tayyip biraz daha iktidarda kalırsa Türkiye'yi enerjide global bir aktör yapacak hem de Kürtlerle, Araplarla birlikte enerji de söz sahibi olup ileride bizi çok ciddi sıkıntıya sokacak.
Bu Tayyip; Bosna'nın, Grojni'nin, Gazze'nin, Üsküp'ün, Şam'ın, Kahire'nin, Bağdat'ın sokak adlarını bile ezbere biliyor. Kosova'yı ziyaret ettiğinde
(- ki hatırlayın Başbakan Kosova'da, Kosovalı bir lider gibi karşılanırken, aynı saatlerde, ne hikmetse hiç görülmemiş bir şey oldu ve bir Rus istihbarat uçağı Artvin/Hopa üzerinde, herkesi şaşırtan bir uçuş yaptı) Kosova'da tam bir miting havası oluşuyor ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan sanki Bursa, Kütahya, Diyarbakırda bir mitingdeymiş gibi karşılanıyor ve konuşuyor.
Bu Tayyip; on iki yıl içerisinde, Sağlığı, Eğitimi, Adaleti başta olmak üzere tüm kurumları çürümüş, çökmüş, çöplükleri patlayan bir ülkeyi ayağa kaldırmış, üstelik Avrupa kapılarında bir milyar dolar borç almak için dilendirdiğimiz ülkeden İMF'yi kovan bir ülkeye dönüşmüştür.
Bunlarda yetmezmiş, ülkesindeki simitçileri, kapıcıları bile ev sahibi yapmış ve artık Doğu Anadolu'nun ve Güney Doğu Anadolu'nun bir çok kasabasında dahi beyin ameliyatı, kalp ameliyatı yapılır hale gelmiştir.
Bu Tayyip mutlaka, ama mutlaka durdurulmalıdır. Peki nasıl ?
Darbe yapılamıyor, milletvekili satın alınamıyor, parti kapatılamıyor, kaos bastırılıyor…Peki bu Tayyip nasıl durdurulacak? İşte bu sorunun cevabı çözümü de getirdi.
Bu Tayyip ancak ve ancak içeriden yeni, çağdaş, garantili ve “güvenilir” bir yöntemle yıkılabilirdi ve o yol, o çözüm bulundu; Cemaat.
Yıllardır devletin her kurumuna, araziye uygun şekilde yerleşmiş, bir tek kişinin emri ile istenen her şeyi yapabilen kişilerden oluşmuş bir yapı ile Tayyip yıkılabilirdi ve bu yapıldı, yapılıyor ve bunu yaparken Cemaat de Devlet de cinnet geçiriyor. Çünkü Cemaat, devletin en stratejik noktalarında mevzilenmiş ve her koldan yavaş yavaş beyine doğru ilerledikçe devletin kimyasını bozuyor, elektronlar yörüngelerinden çıkmış başka eklemlerde, sinirlerde, hücrelerde dolaşıyor.
Bu savaş, çok büyük bir savaş. Belki kanlı olmadığı için şu anda çok büyük savaş olduğunu anlamakta zorlanıyoruz ama, eğer ALLAH Korusun “karşı taraf” kazanırsa, kan esas o zaman akacak.
Şimdilik herkes, hepimiz cinnet halindeyiz. Çünkü, biz de bu geminin içindeyiz. Rüyalarla, Efsunlarla, Cinlerle kuşatıldık. Şükredelim, geminin kaptanı çok güçlü bir irade' ye sahip, gerçi çok üzgün, zira sırtından bıçak darbelerini yediğinde, arkaya dönüp tıpkı Hz. Ömer gibi sordu; “Beni vuranlar kim?”
Hz. Ömer kendisine bıçak vuranın Müslüman olmadığını öğrenince üzülmemişti ama, Başbakan üzülüyor.
Üzülmeyin sayın Başbakanım, bıçak sizi yanıltmasın, bıçağı tutan ve size vuranlar da Müslüman değil.