Kimlik Siyaseti mi, Kişilik Siyaseti mi?
Herkes eteğindeki taşı döktü ve derin bir oh çekti.
Seçimlerin ardından geçen bu birkaç gün içinde değerlendirmeler de yapıldı ve hala yapılıyor.
Kimileri "Yav he he" başlığı ile günah çıkardı, kimileri seçim öncesinde oy verecekleri partiyi açıkladığı için gizli bir pişmanlık duydu, kimileri yenilmenin alışkanlığı ile yoğrulmuş pişkin kalemlerinin sivri uçlarını kullanmayı sürdürdü.
Bugünkü yazımda ben de üç konuya değinmek istiyorum. Bunlardan ikisine bazıları az da olsa değindi, ama diğer bir konuya hemen hemen kimse dokunmadı dersem yeridir, en azından ben görmedim.
1- Katılım oranı: Seçim yerel olmasına rağmen katılım oranı çok yüksek olan bir seçimdir.
Cumhuriyet döneminde çok partili "demokrasi" tarihimiz boyunca yapılan seçimlerin yerel ve genel ayırmaksızın hepsini bir tablo halinde bakınca çok ilginç bir durumla karşılaşırız; halkımız demokrasiye yakınlaştığını hissettikçe yani kendi oyunun bir kıymeti olacağını düşündükçe seçime katılma oranında yükselme oluyor.
Mesela 1950'de % 89,3 gibi ve yine ardından 1954'te % 88,6 gibi çok yüksek oranlarda sandığa gidilmiştir.
Daha sonra ufak tefek iniş çıkışların ardından 1965'ten 1983 yılına kadar katılım oranları % 60'lara kadar düşmüştür.
Bu demektir ki, halk sandığa gitmenin çok fazla işe yaramadığını görmüştür ki 1983 yılında rahmetli Turgut Özal'ın gelişine kadar olan yaklaşık yirmi yıl millet kendi reyinin pek de bir şey değiştirmeyeceğine kanaat getirip sandığa gitmemiştir.
1983 yılında millet için yeniden bir umut ışığı doğmuş %92,3 oranında sandığa gitmiştir ve Özal döneminde katılma oranları % 80'lerin altına hiç düşmemiştir.
Daha sonra AK PARTİ ve Recep Tayyip Erdoğan döneminde de bu trend devam etmiş millet demokrasiye olan inancını korumuştur.
Son seçimde ise neredeyse katılım oranı %90'a ulaşarak yeniden bir rekor kırılmıştır.
Demek ki; Tayyip Erdoğan liderliğinde ki yürüyüş sırasında toplum yeniden demokrasiye güçlü bir şekilde inanmış ve katılmıştır.
"Amaan nasıl olsa hiçbir şey değişmiyor" dememiş, "her şey artık benim oylarımla şekilleniyor" demiştir.
Oldukça sevindirici olan bu düşünüş biçiminde, Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan sürekli "Milli irade" ye vurgu yaparak ve bu ülkeyi "vesayetlerden'' kurtararak tarihi bir rol oynamıştır.
Bu sebeple bu millet kendisini ileride daha iyi anlayacak ve büyük bir devlet adamı olarak onu minnet ve dua ile yâd edecektir.
2- Bu seçimin ikinci ilginç yanı ise; Seçimden büyük bir başarı ile çıkan tarafın yani AK PARTİ'nin 12 yıllık iktidarına rağmen yıpranmamış olmasıdır.
Yıpranmayı; "zamanın ruhuna karşı direncini kaybetme'' olarak nitelersek AK PARTİ, zamanla birlikte kendisini de sürekli geliştirip yenilemiş diyebiliriz.
Bu yenilenmeyi de iki şekilde somutlaştırmıştır:
a) Hizmetle
b) Kişilikle
a) Hizmet: AK PARTİ, Cumhuriyet tarihinin görülmemiş hizmetlerini sunmuştur bu millete. Bu toplum kendisini ilk kez bu ülkenin birinci sınıf vatandaşı olarak hissetmiştir. Arabasıyla bayram tatilinde İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den… Anadolu'ya babasının, dedesinin elini öpmeye giderken bir TIR'ın ardına takılıp dakikalarca TIR'ın egzozundan çıkan mazot kokusunun ve isinin içinde yolculuk yapmıyor.
Bölünmüş asfalt yolda kendisini "Adam" yerine konulmuş hissederek yolculuk yapıyor. Tünellerden, virajlardan gururla geçip gidiyor, yıllarca imrendiği Batı Ülkelerinin yollarında duyduğu aşağılık kompleksini üzerinden atıp, ülkesinin yollarında birinci sınıf vatandaş olarak gururla yolculuk yapıyor.
Hava yollarını, hastaneleri, adliye saraylarını, deniz yollarını, deniz altını, okulları, sınıfları, üniversiteleri, spor salonlarını, kamu binalarını kullanırken ilk kez bu millet kendi ülkesiyle onur duymaya başlamıştır.
b) Kişilikli Siyaset: Yazılanlara bakınca kimlik siyasetinden çok farklı
anlamlar çıkarıldığını görüyorum.
Hele hele buradan İslam'ın öne çıkarıldığını söyleyenlere şaşırıyorum. Bunu söyleyenler sanki bu ülkede kırk yıl Demirel'in nasıl siyaset yaptığını hiç görmemişler.
Oysa Demirel seçimlerde gittiği her şehrin meydanında mutlaka bir
Kuran-ı Kerim, bir de bayrak çıkarır öper başına koyardı, ama bambaşka türlü yaşardı ve başka türlü icraatlar ortaya koyardı.
Burada esas olan Tayyip Erdoğan'ın bizatihi kendi kimliğidir ve o kimliğe olan halk çoğunluğunun sempatisidir, o kimlikle halkın kendi kimliğinin örtüşmesini hissetmesi halidir.
Diğer tarafta ise bu kimlik, kendiliğinden bir ayrışmaya hatta içine kapandırmaya yol açıyor.
Mesela, özellikle İstanbul'daki CHP seçmenine bakın.
Bir Fransız düşünürün dediği gibi "Lâiklik de kendi başına bir dindir" tezini doğrulayacak şekilde, lâik kesim CHP'ye adeta bir din gibi sarılıyor ve Beşiktaş, Bakırköy, Kadıköy, Şişli gibi lâik kesimlerde oy oranları yüzde seksenleri zorluyor.
Gözleri hizmet filan görmüyor, Başbakan'ın kişisel kimliği ve o kimliğe karşı anti-pati, CHP'nin sağcı adaylara yönelmesine rağmen içine kapanıp bloklaşıyor ve donup katılaşıyor.
Demem o ki, bu kesim de artık yavaş yavaş bu ülkede kimliği ve icraatları ile "gerçekten" Müslüman lider ve kadrolarının kendilerini yöneteceğine alışmalılar, sürekli kendi "kimliğinde" kimselerin yönetici olamayacağını da anlayan diğer çoğunluk gibi hizmetleri önemsemeliler.
Öyle ise buna "kimlik siyaseti" yerine "kişilik siyaseti" diyebiliriz.
Yani, uygulanan kişilikli siyasete karşı çoğunluğun gösterdiği teveccühtür sonucu belirleyen.
3- Seçimin üçüncü önemli tarafı ise hepimizin hayretle gördüğü ve nedense çoğumuzun "es" geçtiği tarafı; gazetelerin birinci sayfalarında Türkiye haritalarının üzerindeki rengârenk görüntü.
Başbakan'ı bile rahatsız eden bu görüntü sadece muhalefet partilerini ve yandaş kalemleri rahatsız etmiyor.
Başbakan konuşunca da "şimdi de bize, muhalefete ayar verip, dizayn etmeye çalışıyor" diyorlar.
Bu nasıl bir yönetme arzusudur ki, Türkiye'ye değil de Türkiye'nin bazı bölgelerine hitap ettiğiniz, o bölgelerin dışına çıkamadığınız halde hâlâ kendinizi, politikalarınızı gözden geçirmiyorsunuz?
Dünyanın en büyük mega kentlerinden biri olan İstanbul'da %4 oy alıyorsunuz?
Türkiye'yi yönetmeye talip olan muhalefet partilerinden hiçbiri Türkiye geneline yani hepimize hitap etmiyor.
Türkiye'nin sosyokültürel gerçeklerinden habersiz ya da işine öyle geliyor.
Biri Yozgat'a gidemiyor, diğerleri Şırnak'ta, Mardin'de yok.
Türkiye'yi bunlar mı yönetecek?
Halk bu soruları sormuyor mu sanıyorlar.
Evet, belki de dediğiniz gibi "% 48'i ilkokul mezunudur" ama bizim halkımız ariftir, sizin gibi aklını kiraya vermemiştir kendine ait bir kimliği, bir kişiliği var.
İşte seçim kazanan parti de bu kimliğe hitap ediyor, iktidarda kalıyor.
Sizler de bunu anlamaya çalışmak yerine Hoca Nasreddin'i bile güldürecek fıkralar anlatıyorsunuz.
fermankaracam@gmail.com
fermankaracam@twitter.com
https://twitter.com/fermankaracam