İT
Özdenören, it adını verdiği hikâyesinde insan nefsinin hallerini bir köpekte canlandırmıştır.
Nefsin insan üzerindeki tahakkümünü, pervasızlığını, çılgınlığını, insanı zor durumlara düşüren/ düşürecek olan söz dinlemezliğini… enfes bir ustalıkla anlatır Özdenören.
İsterseniz Özdenören’in öyküsünden biraz alıntı yapalım:
“Kimi zaman kapkara tüyleri pırıl pırıl olmuş parlıyor, bakıyorum irileşmiş, kocaman olmuş. Ne denli kırbaçlarsan kırbaçla bana mısın demiyor, dişlerini gösteriyor; kara pırıl pırıl tüyleri arasında saldırmaya hazır eksiksiz, duru bir beyazlıkla parlayan korkunç dişlerini gösteriyor... hırlıyor, üzerime sıçramak, atılmak istiyor. Biliyorum böyle zamanlarda ses çıkartmayacaksın, elinden gelirse önüne bir kemik atacaksın, ama ona verecek kemiklerim yok benim, olmaması gerek. Buna karşın önüne çömelip beklemek de onur kırıcı bir davranış, kimse kendine “köpeğe biat etti” dedirtmek istemez. Tuhaf bir açmazda olduğunuzu duyumsuyorsunuz. İşte tam o sırada efendimin ayaklarının dibine fırlatıp atmak istiyorum onu, bırakayım kırbaçlasın... ama karşı koyuyor, bir canavar haline gelmiştir, saldırganlaşıyor, vurulan kırbaçlara bana mısın demiyor, neredeyse eğleniyor kırbaçla. Kırbaç mı? Elbet parlak kara tüylerine dokundukça, vücuduna dolandıkça, orada soluğunun kesileceğini sanıyorsunuz ama it aldırmıyor, eğleniyor, dişleriyle vücuduna dolanmış olan kırbacı yakalamak istiyor”
Görüldüğü gibi köpekle sembolize edilen, tasavvufi bir terbiyeye tabi tutulmaya çalışan ama bu terbiyenin kırbaç baskılarına karşı şiddetle direnen ve hatta onu zaman zaman alt eden bir düşmanla/nefisle karşı karşıyayız insan olarak.
Nefis, içimizde besleyip büyüttüğümüz, şımarttığımız, okşadığımız, yediğimizi içtiğimizi paylaştığımız ve bir gün gelip ansızın karşımıza çıkıp insanlık adına tüm biriktirdiklerimizi yerle bir eden gizli düşmanımızdır.
Hikâyeye devam edelim:
“Kudurgan bir hırsla koşuyor, kara parlak kısa tüyleri
hızın rüzgarıyla handiyse uzanmışlar, bir yele gibi süzülüyorlar
ve sonsuzun elinde tutarak bir şimşek gibi savurduğu ve
savrulurken ıslıklar çalan kırbaç böğrüne yapıştıkça o hiç
kesmediği hırlamasıyla ve bozmadığı düzenli hızıyla başını
çevirip kırbacı şaklayan böğrünün üzerinden dişleriyle tutup
uzaklaştırıyor ve kırbaç, kırbacın aman vermez şiddeti saydam,
cisimsiz bir şeye çarpmış gibi, boşluğa savrulmuş gibi etkisini
yitiriyor, it anlaşılmaz bir beceriyle bu işi başarıyor. O zaman
azgın ve kudurgan zamanlarıdır. Karşı koyar, hırlar, ister, daha
ister, etinin, iliklerinin doymak bilmez bir istekle yanıp
tutuştuğunu, ilik hücrelerinin tek tek ağızlarını açarak beklediği
ve avını yutuncaya kadar beklemekten yorulmayacağını
bilirsiniz, beklemekte inat eder, direnir.”
Evet nefis direndi ve olağanüstü bir güç, bir kazanç elde etti insana karşı. İnsan çağımızda cüceleşti, nefisler ise canavarlaştı, devleşti. Nefislerimizin gözünü kan bürüdü, çağımız bir Nefis Uygarlığı halini aldı.
Siz sadece Türkiye’de mi Özgecan katliamlarının olduğunu sanıyorsunuz?
Elbette hayır çağdaş Batı Felsefesinin, Rönesans’la başlayan, Yunan kaynaklı Batı Uygarlığının ulaştığı her yerde yani Nefsin Saltanatına boyun eğmiş her coğrafya parçasında canavarlaşmış nefsin insanı parçalayan, vahşi ve akıl almaz öldürmelerine tanık oluyoruz.
Nefsin ve hırsın azgın, kudurmuş, alçalmış, sefih bir yaratık halini alıp somutlaşmış kapkara suratlı askerlerini barındırıyoruz içimizde.
Şeytanın silahlı ve teçhizatlı askerlerine karşı insan, insanlık, inanç, iman ve vicdan çaresizleşmiştir.
Kendi içimizde büyüttüğümüz halde artık her birimizin frankeştaynımız olan nefislerimiz bizim karşı cephemizdedir.
Büyük ve acımasız bir nefisler ordusu haline gelmiştir, vahşetin bu ordusu.
Kadın, para, şöhret, ekran, makam, süs, cila, boya, pudra… nefislerin çağımızdaki tanrılarıdır.
Tanrılar nefisleri, nefislerde tanrıları besliyor ve inanılması güç bir dram yaşıyor insanlık. Çünkü insanlık neredeyse tamamen bu güçlere teslim olmuş, bunların esiri ve mahkûmu olmuştur.
Cinayet işleyeni mahkûm etseniz, assanız, elektrikli sandalyelerde öldürseniz ne çıkar.
Önemli olan nefsin saltanatını öldürmek, sultasını yıkmaktır.
Zavallı Batı ve o zavallı Batı’nın peşinde sürüklenen sefil insanlık, daha ne zaman, düşmanı içinde beslediğini anlayacaksın, ne zaman, nefsinin önünde eğilmekten vazgeçeceksin ve nefsin beslenme kaynaklarına karşı uyanmaya başlayacaksın?
Acı olan şu ki; Özgecan olayı üzerine yapılan tartışmalar çok sun’i ve düşmanı tespit etmekten çok uzaktır.
Hatta bataklığa sinek ilacı sıkmak kabilindendir.
Anlayın artık, Türkiye, henüz kendisinden yedi sekiz yaş büyük gösterişli, iyi giyimli gencecik öğretmenini hayallerinde yaşatan, fıtratını bastırarak yaşayan bıyığı terlemiş delikanlıların patlamalarını, cinayetlerini yaşıyor.
Daha Türkiye, lağım gibi her tarafı kaplamış pornografik etkilenmelerin toplu cinayetleriyle karşılaşmadı Batı gibi.
Fakat Aile Kurumu çözülüp, aynı ortamda zaman ilerledikçe ALLAH Korusun ona da sıra gelecek.!
Ferman Karaçam - Haber 7
fermankaracam@gmail.com
fermankaracam@twitter.com